31 Aralık 2006 Pazar

Yalnız yaşamak


Yalnız yaşamak, hayatı elektronik yaşamaktır. Yüzyüze hayat azalır. Yanılmayalım, telefon gerçek değil, elektroniktir. Sadece on yıl öncesini hatırlayalım.
Yalnız yaşamak, ilk elele bayramlaşmayı kapıcı, güvenlik görevlisi ya da belki bakkalla yaşamaktır ... inşallah.
Yalnız yaşamak uzak olmak, uzak durmaktır.
Yalnız yaşamak klasik cemiyet hayatını terketmek, yeni hayat tarzı kurmaktır. Bu anlamda köküne kendi kendine balta vurmaktır.
Yalnız yaşamak sertleşmektir, keskinleşmektir. Bileylenmek, saflaşmaktır. Yine, yani katışmamak, karışmamaktır.
Yalnız yaşamak "tek başına" ile "yalnız başına"nın ve hatta "bir başına"nın aynı anlamı verdiğini öğrenivermektir.
Yalnız yaşamak kendi direklerini dikmektir. Çoğu sosyal direği de belki reddetmektir.
Dolayısıyla da dışlamak, dışlanmaktır.
Uymamak, uyamamak, uyum sağlamamak, sağlayamamaktır.
Yalnız yaşamak "ehven-i şer" i anlamaktır. Bu yalnız yaşamanın kuralı değil, hayatın kuralıdır.
Bu anlamda yalnız yaşamak, hayatı daha hızlı, yekten, kafadan anlamaktır.



Not: Bu yazı, yazı olarak değilse bile içimde beklemiştir uzun süre, herhalde uygun dem bu demdir.
Not2: Yalnız yaşamak dalya yazısını yalnız yaşamak üzerine yazmaktır. Sonra da acı acı gülmemektir.


29 Aralık 2006 Cuma

Demirden Değiliz

İnsanız, kırılganız. İnciniriz.

Bunun içindir ki, diğer her insan olanlarımızın cebinde; yara bandı olacak kadar hoşgörü,  iyi niyet, ve bunun gibi erdemler hep bulunmalıdır.

Lazım olur, kullanırız bir gün.




25 Aralık 2006 Pazartesi

Göz contası


Gözyaşın en az kanın kadar değerlidir. Dikkatli harcamalısın.


Aslında yazı bu kadar olacaktı ama erkekadam'lara da birşey diyesim geldi:

Yaranı kendi başına sar, kanını kendin durdur.



24 Aralık 2006 Pazar

Yalandan bisiklet yazısı, reklamlarr

Evet, evet. Tamam, yazmadım. Çünkü binmiyorum. Ama bu yazı sınıfı diğerlerinden çok aşağı kalmamalıydı. Ben de uyduruktan bir sebep bularak ek yapıyorum işte...

Dükkanı taşıyacaz. Eve daha yaklaşacak. Benim Kron (bisikletin markası yahu-ama standart değil Suna ve Haldun sayesinde hoyt kotür bisikletim var ) dükkanda ya. Onu alıp eve getirecem hayırlısıyla. Ama ne zaman yapacağımı bilmiyorum. Ayrıca bu işi kesinlikle binerek değil arabaya söküştürerek (bisiklet rahatça sökülebiliyor, onu diyorum) yapacağım.



Dikkat, yanlış anlaşılmasın dükkanın taşınması uyduruk bir iş değil, benim bu yazıya sebep etmem uyduruk bir iş.

Aha bu da böyle bir yazı oldu işte.

23 Aralık 2006 Cumartesi

Gemicilerin kafaya vurduğu

Sabah yolda radyoda denkgeldim, didikledim didikledim mepeüç bulamadım. istemesem de sözlerini yapıştırıyorum, anladığım şekline çevirerek...

gemiciler kalkalım, şu yelkeni takalım

şişirip de yelkeni, sırt üstüne yatalım

kızılırmak başına, şu ırgatı atalım

tutalım balık havyar, keyfimize bakalım


kaptan attık ırgatı, sen de tut ha bu gatı

gel girelim ırmağa, esecek ha şu batı

gemici uşakları, deniz başımın tacı

yoklayın şu ırgatı, inşallah çıkar acı


çeekiin uuşaklar çekin

heemeen aaldık ırgatı

geeliyor bir sert poyraz

vuuralım iki katı
 
ismail ?? burada??, hasan geçsin çördeye

? coştum arkadaş coştum, biraz çalam kemençe

dağı aldı bir duman, oh hava güzel yaman

doğru yürü?? ah gelin, bayıldım aman aman




Türkü bu, webde didikleyince söz varyasyonları, söyleyen, derleyen falan bulunabiliyor.

Benim derdim o değil. Çekin uşaklar çekin diye başlayan kısmı bugün dinlerken insanın doğa ile kavga etmediği, idare ettiği, ve belki bükemediği bileği çevirip öptüğü delikanlı zamanlar(eğer vardı ise, hatta; varmıştır be) geldi aklıma.
Bildiğim değil, sadece öyle sandığım zamanlardan bahsediyorum.

Akıl boş duramıyor ya; bir de, "içinde bulunduğu hayattan, olduğu kadarıyla zevk almak" da esti türkünün içinden bana doğru. Tabi Ankara'nın esintisi keskindir, gözleri yaşartır,
öylesine.

21 Aralık 2006 Perşembe

Durum

Ziyaretçilerin ayağı kesilmiş buradan. İstatistikler de öyle diyor. Kısmet...


18 Aralık 2006 Pazartesi

Niye Dedi


Bu sınıfta elle tutulur yaptığımız bir şey ne ile nasıl'ı kapıştırmak oldu. Biraz önce fikrim geldi, bu işin bu kadar basit olmadığını farkeden çakralarım açıldı.

Karşınızda biri var, konuşuyor. Dert ettiğiniz şeylere bir bakalım:
  • "Ne dedi şimdi bu": Bana ne anlatıyor, ben ne anladım.
  • "Nasıl dedi": Suratını ekşitti mi, telefonla mı dedi, skype'da mı dedi.
Bunları biliyoruz, ağır aksak irdeledik geçmiş yazılarda biraz. Bugün aklıma pörtleyen şey ise "niye dedi" kısmı. Bunu dedi ama, derken gizli amacı neydi, ne anlamamı istedi. Hangi derdini aktarmak istedi bana. Laflarının altında yatan satır arası cümleler nedir. Bunları derken ne sokuşturuyordu, nereye ulaşmak için bu cümleyi kurdu, ben ne anlamalıyım aslında.

Hedefin ne dediği ile nasıl dediğine bakıp niye dediğini anlamaya çalışarak geçiyor iletişim hayatımız.


Not: Bu yazı, çaktırmasa da bir devam yazısıdır. Lütfen ihtiyaç duyulan kavram tanımları için geçmiş iletişim sınıfı yazılarına bakınız.



17 Aralık 2006 Pazar

Bi gün bi mühendis, bi sanatçı bi de bilimci...


Mühendis; elindeki malzemeler ile çözüm üretir, problem çözer. Sanatçı; birşeyleri ortaya çıkarır, bunu yaparken ruhu katık eder. Bilimci(bilimadamı diyecem, kızacaksınız, bilim insanı yapma lafına da kılım); problem üretir, çözüm yolu, yöntemi de ortaya koyar.

Basitçe işbölümü yaptık. İş ilişkisine de bir bakalım.
Normalde sanatçı oturur kıçının üstüne, başına buyruk birşeyler yapar. Diğerleri de bakar, o kadar.
Bilimci hiç yokmuş gibi yeni yeni sorunlar yumurtlar, sonra da genelde çözemez bunları, ama arada şöyle yapsak nasıl olur'lar çıkarır. Bunlar da yanına kar kalır. Sözde mühendisin işini kolaylaştıracaktır, ama hakir görür, sallamaz onu.
Mühendis zavallım da dertli adamdır. Çöz derler, para mara da vermezler. O da uğraşır, birşeyler çıkarır ortaya, genelde hep de dandik olur çözümleri. Bu derdin verdiği stresle, başına buyruk biridir. Normalde sanatçıdan da bilimciden de fikir alması, yakışıklı çözümler üretmesi gerekirken pek sallamaz onları. O ucube çözümlerin sebebi de buradadır zannımızca.

Buraya kadar olması gerekenleri anlattık. Hemen de karşı tezi ortaya koyalım:
Emmi, nerede buldun bi sanatçı, bi bilimci bi de mühendisi de sarımsak ezici el aletini yaptırdın, manyak mısın. Patron bize; hani bana hani bana demez mi.
Yani demem o ki hiçbir zaman kaynaklar yetmez ve bu kadar güzel işbölümü yapılmaz. Olan, birilerinin herşeyi birden yüklenmesidir. Sanatçı zaten sallanır. Bilimci hepsini yaparım der, o zaman adı danışman olur, yine de elini kire yağa bulaştırmaz. Paranızı alır, akıl verdiğini sanar ama aklını alırsınız, gider. Mühendis lavuğu da paso yapar, yaptığı doğru dürüst olmadığı için de sürekli yıkıp yıkıp yapar geri.

--Açıkçası bu konu aklıma hangi gündelik farkındalık üzerine geldi, unuttuğum için geveliyorum lafı--

Sanırım şöyle bir durumdu:
Sabah açtım. Elimde kahvaltılık malzeme, bayat ekmek, ve klasik altı bir mutfak vardı. Kendi kendimi mutlu etmem, ufak atristlikler yapıp güne renkli başlamam gerekiyordu. Tulum peynirini öyle klasik beyaz yemek yerine, incecik ufaladım, üzerine kekik de ufaladım. Renk olsun diye pul biber ekledim. Tatlı olsun diye de karabiber. Tarzı değişsin diye de zeytinyağı ile ıslattım, püre ettim. Ama sızma olanla yaptım, riviera beklemede. Zeytine de limon, pul biber, yağ muamelesi çekebilirdim, ama kısıtlı kaynakları verimli kullanmak kanımda olduğu için vazgeçtim.( salladım aslında ) Ekmekleri ise dilimleyip büyük teflon sahanda ısıttım/kızarttım. Yaparken farkettim de ben uzun süredir evde ekmeği kopararak yermişim, dilimlemeyi unutmuşum. Tekrar metropol adamı mı oldum ne. ( Saçmalama, metropol erkeği ekmek mi yer, kahvaltıyı yağı azaltılmış yüksek lifli gevrekle yapar, şuursuz! )
Sonuçta ekmek, peynir, tahin-pekmez, zeytin, reçel, çay menüsü beklenenden pek farklı tatta ve renkte idi.

"Oğlum hayat sana Hanya demiş sen Konya anlamışsın", derseniz pek cevabım yok. Bura benim değil mi, bu şekilde de batırabilirim sanırım.

Not: Endüstri mühendisi, endüstriyel tasarımcı, proje yöneticisi, halkla ilişkilerci, pazarlamacı v.b. falan demeyin, boğarım :)


13 Aralık 2006 Çarşamba

Bir milli eğitim yazısı ve ne kadar sivil bir toplum kuruluşu


Yüksek lisans dersleri alıyorum, bu derslerin birisinde de bir yazı yazdık geçen sene, hasbelkader. Sonra o yazıyı konu ile alakasız olan tez danışmanıma okuttum. Anlaşılan o pek beğendi ki, "İnet-tr'de sun ya da Emo'ya gönder, yayınlarlar" dedi.

Tercihimi emo yönünde kullandım, webini didikledim, bir web formnu buldum, doldurup gönderdim. Elimizdeki yazılarımızı Emo-Dergi'de yayınlanmak için nasıl bir yol izlememiz gerektiğini sordum. -Sanırım- 18 gün bekledim, cevap gelmedi. Daha sonra yönetim kurulu ?başkanı? kişinin posta adresini buldum, ona posta attım, ondan da -şu ana kadar birkaç ay oldu sanırım- cevap gelmedi. Hiç bu noktada empati falan kurasım yok. Uyuz oldum, sonra da paylaşmak istediğim yazı pek matah birşeymiş gibi düşünüyor olmaktan dolayı kendime de uyuz oldum. Son karar olarak yazıyı buraya almayı seçtim. Aha buyrun, altta:
..
..
(iyi de blogcu bu boyda yazı almıyor mu, hay fak)


Çokuluslu Yazılım Teknolojisi Firmalarının
Ulusal Eğitim Politikalarına
Etkilerinin Karşılaştırılması

H.Çağlar Bilir
27.05.2006

İçindekiler

    1.    Giriş
    2.    Çokuluslu Yazılım Teknolojisi Firmaları
        A.    Genel Özellikleri
        B.    Dünyada Dağılımları ve Pazar Payları ile Firmalar
        C.    İncelenen Yazılım Firmaları
    3.    Çokuluslu Yazılım Firmalarının Karar Verici Devlet Mekanizmaları ile İlişkileri
    4.    Türkiye’nin Eğitimde Kullanılacak Yazılımlarla ilgili Politikası
        A.    Politika Belgelerinde
        B.    Yurtiçi Uygulamada
        C.    Türk Milli Eğitiminin Çokuluslu Yazılım Teknolojisi Firmaları ile İlişkisi
    5.    Analiz
    6.    Sonuç ve Türkiye için Öneriler










    1.    Giriş

Eğitimin bilinen amaçları arasında ulus bilincinin aşılanması ve bireyde, ülkesi için aidiyet ve sahiplenme hissiyatının geliştirilmesi de vardır. Bu amaç için kullanılacak en önemli malzemelerden biri de dildir. Dil, iletişim aracı olarak üzerinde dikkatle durulması gereken ve yeni çağda kullanılagelen yeni teknoloji sahibi ürünler ile hem faydalanılan hem de yozlaştırılan bir araçtır. Eğitime her türlü malzeme sağlayan şirketler de eğitim içeriklerinde, eğitimde kullanılan dilde, eğitimde kullanılan yöntemde doğrudan paydaş olan şirketlerdir. Eğitime özellikle içerik ve yöntem konusunda tedarikçi olan yazılım teknolojileri şirketleri, ürün sağlar iken, ister istemez bu konularda değiştirici, gizli karar alıcı konumlara taşınmaktadırlar.

Bu çalışmada, eğitim konusuna malzeme sağlayan firmaların kendi ürünlerinin satılması için eğitim kurumlarında yapay ihtiyaç yaratıp yaratmadıkları, bunun için bireyler ve kurumlar üzerinde baskı uygulayıp uygulamadıkları, eğitim politikalarından sorumlu kurumların bu firmalar ile bilinçli ya da bilinçsiz olarak hedefleri dışı çalışmalar içine girip girmedikleri, mümkün olduğunca ulusal ve uluslararası boyutta incelenmeye çalışılacaktır.

Konunun Türkiye'deki fikir liderleri ile yapılan sözlü mülakatlar, ilgili firmaların kendilerini tanıtımları, sektör yazılı basınının konu ile ilgili yazıları incelenip bir arşiv çalışması yapılacak, Türkiye incelenirken eğitim konusunda asıl karar verici olan Milli Eğitim Bakanlığı'nın son yıllardaki icraatları masaya yatırılacaktır. Tüm bu malzemeler ile toparlayıcı bir fikir yazısı kaleme alınacaktır.

Metin sonunda çokuluslu yazılım teknolojisi firmalarının dünyada ve Türkiye’de eğitim sistemleri ile ilişkilerinin ve etkilerinin karşılaştırılarak bu firmaların toplumlara doğrudan etkilerinin tartışılması hedeflenmektedir.




    2.    Çokuluslu Yazılım Teknolojisi Firmaları

A) Genel Özellikleri

Forbes Dergisinin 2005 yılı tarihli özel araştırmasına(1) göre küresel pazarda faaliyet gösteren yazılım teknolojisi firmaları satış, kar, pazar değeri gibi ölçütlere göre sıralandıklarında, yazılım firmalarının ilk beşi Microsoft, First Data, Oracle, SAP, Accenture isimli firmalardır. Bunun yanında, artık firmalar faaliyet alanlarını genişlettikleri için, kamuoyunda donanım üreticisi firma olarak bilinen bazı firmalar da kendi donanımlarına artı değer katabilmek için yazılım üretimi ve yazılım ile donanımın birlikte kullanıldığı çözüm sunma/hizmet üretme işine uyum sağlamışlardır. Bu tür firmalara üç örnek de, yine Forbes dergisi araştırmasındaki sıralamalarına göre IBM, Hewlett-Packard(HP) ve Intel isimli şirketlerdir. Bu anılan firmaların içinde SAP Almanya, Accenture da Bermuda menşeili olup diğerleri Amerika Birleşik Devletleri firmalarıdır.

Bu firmaların tamamı küresel olarak faaliyet gösterirler. Örneğin First Data firması tüm dünyada çalışmakta, dünyayı Kuzey Asya, Afrika gibi bölgelerin dahi dahil olduğu dört kısma ayırarak hizmet vermektedir.

Adı anılan firmalardan bazılarını büyüklük sıralaması ile seçip ilgi alanları, eğitim konusundaki çalışmaları, pazar payları ve benzeri konularda ayrıntılı olarak inceleyelim.

B) Dünyada Dağılımları ve Pazar Payları ile Firmalar

Microsoft(4)

Microsoft bir yazılım üreticisi firma olup işletim sistemi, ofis uygulamaları, İnternet sunucu hizmet yazılımları, iş geliştirme/destekleme yazılımları, oyun ve iletişim yazılımları üretimi ile tüm bunların kullanıcılarında uygulanıp gerekli hizmetlerinin verilmesi işleri ile uğraşır. Microsoft eğitim konusunda çok çeşitli faaliyetlere sahiptir. İlköğretimden yüksek öğretime kadar tüm alanlarda yeni teknolojiler, araçlar, programlar ve çözümler üreten firma bu çalışmaları sırasında eğitim ile ilgili olan çeşitli vakıf, dernek ve benzeri sivil toplum kuruluşları ile de yakın ilişki içerisindedir.

Microsoft dünyayı; Asya, Avrupa, Ortadoğu ve Afrika, Güney Pasifik, Kuzey ve Orta Amerika, Güney Amerika olarak bölmekte ve dolayısı ile tüm dünyada faaliyet göstermektedir. Türkiye, Microsoft'un sınıflandırması ile Ortadoğu ve Afrika bölgesinde değerlendirilmektedir. Microsoft, Türkiye'de de Microsoft Türkiye adı ile faaliyet göstermektedir.

Microsoft 70li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri New Mexico Eyaleti Albuquerque kentine Bill Gates ve Paul Allen tarafından kurulmuştur. Microsoft ilk büyük atılımını 80li yıllarda hızla yayılan ev kullanımı için geliştirilmiş kişisel bilgisayarlar ile yapmıştır. Microsoft bu bilgisayarların kullanıcı tarafından kullanılabilmesi için elzem olan işletim sistemini üretmiştir. MS-DOS olarak bilinen bu işletim sistemi kısa sürede kişisel bilgisayarların en çok bilinen ve kullanılan işletim sistemi haline gelmiştir. Microsoft daha sonra Windows adı verilen yeni bir işletim sistemi çıkararak dünyaca bilinirliğe sahip olmuştur. Microsoft bugün 2005 yılı rakamları ile 61.000 çalışanı ve 279 milyar dolarlık pazar değeri ile dünyanın 47 şirketi olup ayrıca en büyük yazılım üretici şirketidir.


First Data(2)

Bu firma tüm dünya çapında faaliyet gösterir ve kurumlar ve özel kişiler için elektronik ticaret ve ödeme sistemleri çözümleri üretmek ana çalışma alanıdır. Kredi kartı ve benzeri ödeme kartları, bu kartlar üzerinden yürüyen tüm ticari faaliyetler, para taşıma ve aktarma hizmetleri, otomatik bankacılık makinaları (ATM) dahil olmak üzere firma tarafından müşterilerine sağlanmaktadır. Bu firmanın eğitim alanında doğrudan bir faaliyetine rastlanmamıştır.

First Data, tüm Dünya'yı 4 ana bölgeye ayırarak kapsamıştır. Türkiye'nin de dahil olduğu Avrupa, Ortadoğu ve Afrika (EMEA) bölgesi incelendiğinde, firmanın Türkiye'de faaliyetinin olmadığı görülmüştür.

First Data 31,000 civarında çalışanı ve 34 milyar dolarlık pazar değeri ile Forbes Dergisinin ilgili araştırmasına göre 2005 yılı itibariyle en büyük 220. şirkettir.


Oracle(31)

Oracle, ilişkisel veritabanı yönetim sistemi uygulamaları geliştiren bir firma olarak faaliyetlerine başlamıştır. Oracle bu teknolojiyi ilk olarak ticarileştiren firma olmuştur. Veri depolama, depolanmış veriye ulaşma konularında bilişim dünyasının bulduğu en önemli ve açılım sağlayıcı teknoloji olan ilişkisel veri depolama ve bunları yönetme teknolojisi, sahip olduğu konum gereği kurumların iş yapış biçimlerini derinden etkileyen bir olgudur. Bu sayede Oracle, iş geliştirme, iyileştirme gibi alanlara da nüfuz etmiş, sahip olduğu yazılımları satmanın yanında -birçok sektörel rakibi gibi- bu yazılımlar ile hizmetler üretme, artı değerli servisler tanımlayıp müşterilerine sağlama gibi konularda da söz sahibi olmuştur. Bu firmanın eğitim alanındaki faaliyetlerini inceleyecek olursak, çoğunlukla yüksek öğrenim alanında çalıştığını, bu çalışmanın da yüksek öğrenimde yapılan araştırma-geliştirme faaliyetlerinin altyapısını sağlayan hizmet ve ürünlerin kullanılması şeklinde olduğunu görürüz.

Oracle Dünya'yı beş ana bölgeye ayırmış ve tamamını kapsamıştır. Oracle, Türkiye'de sadece dağıtıcı ağı değil aynı zamanda Oracle Türkiye adı ile yerel olarak da faaliyet göstermektedir.

Oracle 2005 yılı sayıları ile 50,000'e yaklaşan çalışanı ve 64 milyar doları aşmış olan pazar değeri ile şirketler sıralamasında 267. sıradadır.


IBM(8)

IBM, sanayinin ihtiyaç duyduğu bilgi teknolojilerini üretmek, geliştirmek konularında lider bir konumda olmayı stratejik hedef olarak ortaya koymuştur. Bu hedefe ulaşırken hem donanım hem de yazılım üretimi ve bunların birleşimi ile yeni servisler verilmesi, firmanın çalışmaları arasındadır. IBM, yaklaşık 100 yıllık bir firma olarak birçok ilke imza atmıştır. Bu çalışmaları şirketin ilk yıllarında çoğunlukla hesaplama amaçlı geliştirilmiş donanımlar alanında olmuştur. Son yıllarda değişime giden firma, temel yönelimini yenilikçilik üzerine oturtmuştur. IBM şu anda şirketlerin ticari olan her türlü teknolojik ihtiyaçlarına talip bir şirkettir. Bu amaçla donanım, yazılım ve hizmet üreticisi ve bütünleştiricisi olarak çalışmaktadır. Firma eğitim alanında yenilikçi çözümler üretme iddiasındadır. İdari olarak etkin ve etkili okul yönetimi, açık standartlı öğrenme teknolojileri, gerekli bilişim altyapısı gibi alanlarda faaliyet göstermektedir.

Dünya çapında çalışan IBM, Türkiye'de yapılanmasını tamamlamış ve, IBM Türk adı ile faaliyetlerini sürdürmektedir.

329,000'den fazla çalışanı ve 126 milyar dolar pazar değeri ile IBM, şirketler sırlamasında 2005 yılı itibari ile 17. sırada bulunmaktadır.


HP(9)

HP, 1939 yılında kurulmuş bir firmadır. Temel olarak donanım üretimi çalışmaları yapmış ve yapmaktadır. Firma çok geniş bir ürün gamına sahip bir teknoloji firmasıdır. Teknolojik faaliyetlerinin sınıflandırmasını kişisel sistemler, baskı ve görüntüleme sistemleri ve teknoloji çözümleri adları ile üçe ayıran firma, kişisel sistemler alanında bilgisayar ve hesaplama donanımları üretmekte, baskı ve görüntüleme sistemleri alanında yazıcı, tarayıcı gibi sistemler üretmekte, teknoloji çözümleri alanında da veri depolama ve yazılım çözümleri üretmektedir.

Firma dünya çapında 170 ülkede faaliyet göstererek küresel bir konuma sahiptir. Yetkili satıcılar dışında HP Türkiye adı ile de faaliyetini sürdüren şirketin Türkiye'de çok geniş bir servis ve hizmet ağı bulunmaktadır.

HP, dünya çapında 150,000 çalışanı ve 93 milyar dolarlık pazar değeri ile 2005 yılı itibarı ile şirketler arasında 54. sırada bulunmaktadır.

Intel(32)

Intel 1968 yılında yarıiletken bellek üretimi yaparak kurulmuş olup 1971 yılında ilk mikroişlemci üretimini gerçekleştirerek şu anda bilindiği konuma ilerlemiştir. Intel günümüzde dünyanın en büyük yonga (chip) üreticisi şirket olup ürün gamına her türlü bilgisayar, iletişim ve ağ ürünlerini eklemiştir.

Intel, dünya çapında faaliyet gösteren bir kuruluş olup Türkiye'de Intel Türkiye adı ile faaliyetlerini sürdürmektedir.

Firma 2005 yılı sayıları ile 99,900 çalışanı ve 121 milyar dolar pazar değeri ile Forbes Global 2000 isimli araştırmaya göre, küresel şirketler arasında 71. sırada yeralmaktadır.


       C) İncelenen Yazılım Firmaları

Türkiye'deki faaliyetleri ve eğitim konusundaki ilgi alanları gözönüne alınarak bundan sonra Microsoft, IBM ve Intel şirketleri ayrıntılandırılacaktır. Bu kararda, metnin devamında açıklanacak olan Türkiye eğitiminin karar vericisi konumunda olan Milli Eğitim Bakanlığı ile firmaların ticari ilişkileri ana gerekçelerden birisi olarak belirmektedir.

Microsoft ticari meta olarak kendi ürünü olan Windows işletim sistemi ile Office isimli ofis uygulaması paketini öncelikli olarak pazarlama hedefindedir çünkü bu ürünler kullanıcı talep ettiği durumda her kişisel bilgisayarda bulunabilen temel ihtiyaçlardır. Ticari olarak bakıldığında lisans bedeli sayesinde kar getiren bu ürünler üreticisine yüksek adetli satışlarda sürümden kazandırmaktadır. Microsoft çok yakın zamana kadar kişisel bilgisayar işletim sistemi ve onun üzerindeki ofis uygulamaları pazarında lider ve rakipsiz olmuştur. Günümüzde bu ürünlerin yerine kullanılabilecek başka seçenekler kullanıcının önüne çıkmaktadır. Hatta bu seçeneklerden bazıları açık kaynak kodlu olup bedelsiz olarak sahip olunabilen yazılımlardır. Kişisel bilgisayar işletim sistemi pazarında Microsoft'un Windows'unun karşısına Linux isimli işletim sistemi birçok farklı dağıtım halinde çıkmış durumdadır. Yine Microsoft'un ofis uygulamaları paketinin yerine kullanılabilecek birebir uyumlu ofis uygulaması olarak yine bedelsiz kullanılabilecek OpenOffice yazılım paketi kamuoyunun erişimine sunulmuştur. Adları anılan bu alternatif yazılımlar, bugün itibariyle, Microsoft'un ürünlerinin lider konumunu bozamamış olsalar da, pazar hakimiyeti ve tekelliğinin önüne geçmiş durumdadırlar.
İşletim sistemi, üzerinde koşacak olan ofis uygulamaları gibi yazılımların pazarda bulunan alternatiflerinin hangisinin satın alınıp kullanılacağı, asıl olarak müşteri tercihi olmasına rağmen, bir ürün diğer seçeneklerin görülebilmesini engelleyecek kadar baskın ise müşteride de bir körlük oluşur ve aslında müşteri, doğal olan tercih hakkını bilinçsiz bir şekilde, kullanmamış olur. Kullanıcıda, ilgili ürünün alternatifsiz tek seçenek olduğu sanrısının yaratılması sayesinde satış garantilenmiş olur. Bunun yanında ilgili ürünün kullanıcıya yayılması, ilerisi için potansiyel müşteri yaratılmasını da sağlar. Kullanıcı, satınalma sorumluluğu kendisinde değil iken kullandığı ve alıştığı ürünleri, daha ileride kendi kullanımı için tedarik eder iken, bu ürünlerin alternatifini aramak yerine aşina olduğu ürünleri seçecektir. Bunun böyle olduğu bilindiği içindir ki, şirketler de bu olguyu bir satış stratejisi olarak benimseyip gereğini yaparlar. Burada anlatılmak istenen, müşteri potansiyeli yaratmak konusunu; Microsoft Türkiye firması 2004 yılında düzenlemiş olduğu bir seminerde de dile getirmiştir. O zamanın Microsoft Türkiye ürün müdürü olan kişi: ”Müşteri değeri yaratmak; farklılaştırmak, ek pazarlar geliştirmek, farkındalık yaratmak, satın alma alışkanlıklarını değiştirmek ve marka bağımlılığı oluşturmak gibi faktörlere bağlıdır.”(10) diyerek yukarıda anlatmaya çalıştığımız potansiyel yaratma yöntemini açıklamıştır. Bu konuya daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı projeleri ile ilgili kısımda dönülecektir.

IBM, halihazırda bilgi teknolojileri pazarının tamamında varolmakla birlikte, firmanın donanım satışı kalemi hala ciddi boyutlardadır. Yazılım ya da hizmet üretimine göre daha az enerji isteyen donanım satışı, IBM gibi çok çeşitli ürünleri olan firmalarda öncelikli tercih edilen bir satış türüdür.

IBM'e özel olmamakla birlikte tüm çokuluslu firmalar için geçerli olabilecek bir konu da şudur; Firma örgütlenmesinde; bilginin ya da artı değerin üretildiği noktadan uzaklaşılıp kullanıcıya ulaştırıldığı, yani satıldığı noktaya yaklaşıldıkça, yayılan bilgi zayıflar. Yani üretilen bilgi -ki bu ticari anlamda hizmet ya da servis olarak satış meta'sı olarak tanımlanır- son kullanıcıya ulaşırken sönümlenir. Bunun sonucu olarak da hizmetler, donanım gibi diğer kalemlere göre daha zor satılırlar. Bu olgunun açıklaması basittir: Karşılaştırarak anlatmak gerekirse donanımın müşteriye taşınması için -göreli olarak- bilgi gerekmez diyebiliriz, ama karşıt olarak hizmet, yani bilgi birikiminin satılabilmesi için bu meta'nın üretildiği noktadan müşteriye kadar taşınırken ilgili taşıyıcının da kendi yüküne vakıf olması gerekir. Sunulan hizmetin doğru algılanması, özümsenmesi, ilgili müşteriye uyarlanması gibi gizli anlamlar içeren bu vakıf olma durumu, meşakkatli bir süreç ister. Sonuç olarak, ticari firmaların motivasyonu, satış ve kar elde etmek ve bunu mümkün olan en kısa sürede yapmak olduğu için, ellerinde aynı karı getirecek bir donanım satışı ile bir hizmet üretimi olduğu durumda, kolay ve göreli olarak bilgi birikimi gerektirmeyecek olan, donanım satışını tercih etmeleri, beklenen sonuçtur. Bilgi birikimine dayalı hizmet üretimi -ki buna müşteri için özel amaçlı yazılım üretimi de dahil olacaktır- donanım satışına göre daha uzun soluklu bir çalışma sürecidir. Bu süreç rakiplere göre çok daha fazla ayırdedici bileşenlere sahip olmakla birlikte müşteriye yakın satış noktalarında üstte belirtilen gerekçelerle çok daha az sahiplenilen bir süreçtir. Bir anlamda, yazılım geliştirerek çözüm üretmek bir sahiplik iken, donanım tedarik etmek sadece satacak mal edinmek demektir. Üretim açısından bakarak açıklamaya çalışır isek; donanım üretimi büyük küresel şirketlerin belirli noktalarda yaptıkları standart üretimken, yazılım üretimi hiçbir zaman merkezdeki mühendislerin kapalı kapılar ardında yaptıkları üretim olmamış, her zaman, yazılımın müşteriye uygulanması noktasında, bütünleştirme, uyarlama ve belki hatta hiç merkezi yazılım üretimi yapmayıp, tüm üretimin müşteride, müşterinin taleplerine göre yapılması şeklinde olmuştur.

Dolayısı ile, küresel şirketlerin örgütlenmesinde, asıl üretimden uzakta olan ya da hizmet üretimini uca (müşteriye) yaklaştırmak için gerekli insani bilgi birikimini oluşturamayan bölgesel sorumlu şirketleri, satış kalemlerini donanım kısmına kaydırmak durumunda kalmış ya da bunu bilinçli seçmiş olurlar. Bu doğal refleks IBM ile Türkiye ilişkisinde de yaşanmıştır. Türkiye'nin teknoloji ile tanışmasının geçirdiğimiz belli adımlarının, makinalaşma olarak gerçekleşmesinin sebepleri bu açıklamalarda aranmalıdır.


    3.    Çok Uluslu Yazılım Firmalarının Karar Verici Devlet Mekanizmaları ile İlişkileri

Türkiye'de eğitimde karar verici erk sahibi, Milli Eğitim Bakanlığı'dır. Çokuluslu yazılım teknolojisi firmaları ile bakanlık arasındaki ilişkinin, eğitimde teknoloji kullanımı ile koşut olarak ortaya çıkması beklenir. İlgili firmaların yüksek bilgi teknolojisi firmaları olmaları dolayısı ile firmalar ve eğitimde bilgi teknolojisi kullanımı ilişkisinin akla gelmesi doğaldır. Milli Eğitim Bakanlığı'nın eğitimde teknoloji kullanımı ile ilgili çalışmalarının tarihi incelenerek araştırma noktaları ortaya çıkarılabilir:

Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi tarafından hazırlanmış olan Çağdaş Eğitimde Yeni Teknolojiler isimli ders kitabına(21) göre, daha öncesinde radyo ve televizyon destekli eğitim çalışmaları teknoloji kullanımı çalışmaları olarak nitelenmekle birlikte, ilk ve ortaöğretimdeki ilk bilgi teknolojisi destekli eğitim çalışmaları, 1984 yılında ön hazırlıkları başlatılan Milli Eğitim Bakanlığı Bilgisayar Destekli Eğitim projesi olarak milatlanır.

1987-1988 öğretim yılında pilot uygulamaları başlatılan proje ile; 1990 yılına dek önce 225 sonra 250 en sonunda da 24 adet üniversite ile anlaşılarak 750 öğretmenin daha, yani toplan 1225 öğretmenin bilgisayar kullanımı ve BASIC adındaki programlama dilinin kullanımı konusunda hizmet içi eğitim alması sağlanabilmiştir. Aynı zaman aralığında; 55 ilköğretim okuluna 170, 196 genel liseye 1461, 88 teknik liseye 1095, 43 ticaret lisesine ise 432 tane olmak üzere toplam 3158 tane bilgisayar alınmıştır.

Bakanlık bu projenin durumunu yeterli görüp devam ettirmiş ve 1991 yılından itibaren ders içeriği sağlanması konusunda farklı firmalar ile anlaşıp içerik ürettirmiştir. Yine 1991 yılında bilgisayar alımı devam etmiş, bu yıl varolanlara ek olarak 5121 adet daha bilgisayar satın alınmıştır.

1997 yılına kadar bakanlık bünyesinde ve Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu ile yapılan anlaşma ile, elektronik ortamda ders içeriği üretilmesi çalışmaları yapılmıştır. Yine bu yılda yapılan bir değerlendirme ile o vakit itibari ile 53 okulda yürütülüyor olan çalışmanın 160 okula yayılması kararı alınmıştır.

1997-1998 öğretim yılında sekiz yıllık kesintisiz eğitimin başlamasıyla birlikte Eğitimde Çağı Yakalama 2000 Projesi kapsamında Milli Eğitim Bakanlığınca 1998 yılı içinde her il ve ilçedeki ilköğretim okullarının en az ikisine 20 bilgisayarlık bilgisayar laboratuvarı kurma kararı alınmıştır. Bilgisayar laboratuvarı bulunan okulların bilgisayar ağına bağlanması sağlanarak ders sırasında öğretmenlerin ve öğrencilerin Internetten yararlanmalarına olanak verilmesi amaçlanmıştır. Bu proje ile 70,000 okulun bilgisayar ağına bağlanması planlanmıştır. Bu amaçla, öncelikle, okullarda elektronik sınıflar oluşturulması için çalışmalar başlatılmıştır. Elektronik sınıflara yerleştirilen birer bilgisayar yardımıyla öğretmenler derslerini anlatacaklar, bilgisayardaki bilgiler tepegöz ya da video aracılığıyla öğrencilere gösterilecektir. Bunun için 1,400,000 bilgisayara daha gereksinme olduğu saptanmıştır. 1999 yılında uygulamaya konulması planlanan projenin yürütülebilmesi için Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ve Milli Eğitim Bakanlığı temsilcilerinden oluşan bir komisyon oluşturulmuştur. Bu projenin maliyeti yaklaşık olarak altı milyar dolar hesaplanmıştır.

Bu tarihten sonra, günümüze kadar yaşanan gelişmeler incelendiğinde, ülkenin sürekli olarak çeşitli projeler içine girdiği görülmektedir. Türkiye'de iletişim altyapısı sağlayıcı firma olan TürkTelekom ile tüm ilköğretim okullarının Internet'e bağlanması anlaşması, Intel ile yapılan anlaşma ile 3 yılda 50,000 öğretmenin temel bilgisayar kullanımı amacıyla eğitilmesi, Microsoft ile anlaşıp uzaktan eğitim yolu ile 3 yıl içinde 600,000 öğretmene temel bilgisayar eğitimi bilgilerinin aktarılması, Avrupa Birliği, Dünya Bankası gibi kuruluşlardan sağlanan destekler ile 4,000 civarında Bilgi Teknolojileri sınıfı kurulması, IBM Türk ile yapılan anlaşma ile Kamu Sektörü Linux Yetkinlik Merkezi kurulması, öğretmenlerin bilgisayar sahibi olmaları için uygun koşullu krediler sağlayacak projeler geliştirilmesi, eğitim ve öğretimin hız ve kalitesini arttırmak için Internet üzerinden kullanılacak, dinamik içerikli web sitesi şeklinde, Bilgiye Erişim Portalı hazırlanması gibi çalışmalar Bakanlıça sürdürülmektedir.(29)


    4.    Türkiye’nin Eğitimde Kullanılacak Yazılımlarla ilgili Politikası

A) Politika Belgelerinde

14.06.1973 yılında kabul edilen 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun Türk Milli Eğitiminin Temel İlkeleri Bölümünde;

        Bilimsellik
        Madde 13- Her derece ve türdeki ders programları ve eğitim metotlarıyla ders araç ve gereçleri, bilimsel ve teknolojik esaslara ve yeniliklere, çevre ve ülke ihtiyaçlarına göre sürekli olarak geliştirilir. Eğitimde verimliliğin artırılması ve sürekli olarak gelişme ve yenileşmenin sağlanması bilimsel araştırma ve değerlendirmelere dayalı olarak yapılır. Bilgi ve teknoloji üretmek ve kültürümüzü geliştirmekle görevli eğitim kurumları gereğince donatılıp güçlendirilir; bu yöndeki çalışmalar maddî ve manevî bakımdan teşvik edilir ve desteklenir. (12)

hükmü bulunmaktadır.

Buradan anlaşılacağı üzere, eğitim programları, metodları ve araçlarının ihtiyaçlara göre, bilimsel araştırma ve değerlendirmelere bağlı olarak,geliştirilmesi, yenilenmesi gerekmektedir ve bu gereklilik Milli Eğitim Bakanlığı'nın sorumluluğuna verilmiştir.

İncelenen belgelerde eğitimde kullanılacak yazılımlar ile ilgili herhangi bir politik fikir bulunamamıştır fakat, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan genelgeler incelendiğinde eğitim yazılımları hakkında yapılan uygulamalardan yola çıkarak bakanlığın konuya bakış açısı ortaya konabilir. Bakanlığın 2006/37 nolu Bilişim Teknolojileri Hizmetleri konulu genelgesinde(20) icraat olarak skoool ve Globalgateway adlı iki adet yabancı portalın belli bir yüzdesinin Türkçe'ye çevrilerek Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Portalı projesinin bir parçası olarak kullandırılacağı belirtilmektedir. Yine ayrı bir proje olarak görülen Bilgiye Erişim Portalı'nın da Microsoft firması ile yapılan anlaşmanın sonucunda hayata geçirileceği belirtilmektedir. Buradan anlaşılan odur ki Bakanlığın bu konuda belirli bir politikası yoktur ve kendilerine yakın bulunan firmalar ile ikili ilişkiler ve anlaşmalar ile çalışmaları sürdürmektedir.


B) Yurtiçi Uygulamalarda

Bu konuda alınan kararların hangi ölçütlere göre oluşturulduğuna dair incelemeleri derinleştirir isek, bakabileceğimiz bir nokta da karar noktalarındaki kişilerin fikirleri olacaktır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 1 Eylül 2003 tarihinde başlayan Cebit Eurasia Bilişim Fuarı'nda yaptığı açılış konuşmasında değindiği konuların başında, “Bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişmesinin günümüz toplumlarının yaşaması için temel noktalardan biri haline geldiği, geliştirilecek politikalarla Türkiye'nin “bilgi çağı treni”ni yakalayacağı” gelmektedir. Başbakan, “Eğitim konusunda yapılacak düzenlemeler ile teknolojiyi kullanmanın yanı sıra, teknoloji üreterek bundan katma değer sağlayan bir konuma yükselmeyi hedeflediklerini” belirtmiştir.(30)

Gösterdiği hedefe ilişkin, olması gerekenleri aktaran başbakan konuşmasında, bu hedefe ulaşmak için gerekecek stratejileri ve üretilmiş olması gereken politikaları açıklamamıştır.

Halihazırda Milli Eğitim Bakanı olan Hüseyin Çelik, 10-11 Mayıs 2004 tarihinde gerçekleştirilen 2. Bilişim Şurası'nda yaptığı konuşmasında şunları söylemiştir;


Sayın Başbakanım bilgi iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte dünya gündemine globalleşme diye bir şey girmiştir. Globalleşme bilgi ve iletişim teknolojilerinin sonucudur. Biz ülke olarak bu sürecin dışında kalamayız bugün ülkemizde çeşitli kaygılarla globalleşmenin getireceği zararları bertaraf ederek getireceği avantajlardan yararlanmayı tercih etme, globalleşmeye körü körüne düşman olan bir kesim var ulusalılık adına globalleşmeye karşı çıkanlar var.(13)


Hüseyin Çelik, küreselleşme kavramını bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişimine bağladıktan sonra, Eylül 2003'de başbakan'ın yaptığı konuşmayı vizyon kabul eden Milli Eğitim Bakanlığı'nın buna binaen başlattığı yeni yapılanmayı ve yaptığı çalışmaları şu şekilde özetlemiştir:

    •    2802 okulda toplam 3188 Bilgi Teknolojisi Sınıfı kurulumu ve bu sınıflara 56.605 adet bilgisayar alımı,
    •    22.854 köy okuluna bilgisayar alımı,
    •    Öğretmenlerin bilgisayar okur-yazarı olmasını sağlamak amacıyla öğretmenlerimizin önemli bir kısmı kurslara alınarak bilgisayar kullanır duruma getirilmesi,
    •    Üniversitelere gönderilen bir genelge ile bundan sonra öğretmen olacak insanların mutlaka belli bir düzeyde bilgisayar kullanma, bilgisayar okur-yazarı olma şartının getirilmesi, Aksi takdirde müracaatların kabul edilmemesi,
    •    Üniversitelerle yapılan işbirliği sonucunda uzaktan öğrenme yöntemlerini kullanarak bireylere meslek edinme ve yabancı dil öğrenmeleri sağlanması, aynı zamanda mesleki yeterliliklerini belgelendirme imkanları da sunulması,
    •    81 İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve 24 ilçe Milli Eğitim Müdürlüğü arasında bilgisayar ağı kurulması ve uygulama yazılımlarının bu ağ üzerinden işletime alınması çalışmaları,
    •    Türk Telekom ile yapılan protokol doğrultusunda okullarda ADSL ile Internet bağlantısı sağlanmasıdır. (13)
    •   
Bu özetten sonra bakan, Bilgi ve İletişim Teknolojileri ile eğitim arasındaki ilişkiyi yine sadece öğrenci ve öğretmenlerin Temel Bilgisayar Kullanımı bilgisine sahip olmalarına indirgeyerek Intel ve Microsoft ile yapılan ikili anlaşmalar ve bu anlaşmalar ile yapılan hizmetiçi personel eğitimlerinden bahsetmiştir. Bakanın beyanatına göre Intel ile birlikte sürdürülen Gelecek için Eğitim programı, öğretmenlerin öğrenim hedeflerini ve müfredatın gereklerini sunmak amacıyla bilgi teknolojilerini kullanma konusunda yeterlik ve güven kazanmalarında yardımcı olmayı hedeflemektedir. Bu program aslında Intel tarafından dünyanın dört bir yanındaki 30 ülkede uygulanan bir program olup bu programla, şu ana kadar bir milyondan fazla öğretmen eğitilmiş bulunmaktadır. Yine aynı şekilde benzer ve çok daha kapsamlı bir çalışmanın Microsoft firması ile de başlatılacak olduğundan bahsedilmiştir. Bunların sonucunda; öğrencilerin, öğretmenlerin, idarecilerin ve okul personelinin de bilgi ve iletişim teknolojilerini kullanmaları için kaliteli ve yeterli eğitimden geçirilmelerinin planlanmakta olduğundan bahsedilmiştir. Bakanlığın, eğitim programlarını da öğrenci merkezli programa dönüştürme hedefi olduğundan ve öğrencilerin öğrenme süreçlerinde kendi başlarına bilişim araçlarını kullanarak bilgiye ulaşmalarının sağlanacağı şekilde hedefleri olduğu aktarılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı aynı zamanda, kaliteli sayısal ders içeriğinin oluşturulması ve eğitimin kullanımına sunulması için ortamlar oluşturmayı hedeflemiştir. Bakanlık tarafından oluşturulacak sayısal içeriğin öğrencilerin kendi kendilerine öğrenme ortamı sağlayacak bir şekilde düzenlenmesi için çalışmalar yapılacaktır.(13)

Intel ile benzer bir çalışma yapılır iken Microsoft ile de eğitim çalışması Eğitimde İşbirliği Projesi kapsamında Microsoft Öğretmen Eğitimi Akademisi adı ile başlatılması ve projenin Eğitim Yönetim Merkezi yazılımı, Bilgisayar Yenileme Merkezi gibi kısımları olması, Türkiye kamuoyunu meşgul etmiş ve tekel konumundaki bir firma ile bu şekilde ilişkiye girilmesi sorgulanmıştır. Bu sorulara cevap veren Bakan, bir mülakatında şu cümleleri kullanmıştır:


Benim döneminde Microsoft'a bir kuruşluk ihale verilmemiştir. Protokol kapsamında, Microsoft'un öğretmenlerimizi eğitmesi, bilgiye ulaşım portalını ve Karar Destek Sistemi'ni MEB için hazırlaması vardır. Ayrıca, bilgisayarların yenilenmesi için bir merkezin kurulması talebimiz olmuştur. Bunu henüz karşılamamışlardır. Yani Microsoft MEB'e, eğitim camiasına bu manada birçok hizmet vermektedir ama bizden aldığı bir kuruş yoktur. Peki bunu niçin yapıyor, sevap olsun diye mi? Microsoft bilgisayar tüketicisi insanların sayısının artmasını istiyor. Peki onların bu isteği bizim ihtiyacımızla örtüşüyorsa bunun neresi kötü? Sayın Başbakanımız'ın sürekli söylediği gibi biz kazan-kazan formülüyle hareket ederiz.(16)


Bu alıntı, bakanlığın Milli Eğitim gibi hayatiyet arzeden bir konuda politik algıyı finansman boyutunda bırakması, bütünlüklü bir bakış açısına sahip olmaması, kısa dönemde verilen kararların eğitim gibi uzun soluklu çalışma alanlarında ilerisi düşünülmeden alındığında ne sonuçlar doğuracağının farkında olunmaması gibi konuları göstermesi açısından ilgi çekicidir. Eğitim sadece tasarruf düşünülerek karar verilemeyecek kadar ciddi bir konudur. Ayrıca Bakan'ın kendi ağzı ile Microsoft'un gizli amacını telaffuz etmesi ve bu amacın yazımızın başında Microsoft'un “marka bağımlılığı yaratmak” stratejisi ile birebir örtüşmesi, aynı zamanda Milli Eğitim Temel Kanunundaki yukarıda alıntıladığımız “araç ve gereçlerin her tür ve derecede olması, bilimsel yollarla seçilmesi” kuralı ile de taban tabana zıt olması trajiktir.


    5.    Analiz

Çokuluslu yazılım teknolojisi firmaları tüm dünyada, ülkemizde olduğu gibi, serbest piyasa ekonomisinin yarattığı koşullar ile hareket etmektedirler. Intel ve IBM gibi donanım ve yazılım teknolojilerini birlikte sürdüren firmalar yukarıda da açıkladığımız üzere, öncelikli olarak donanım satışına odaklanırlar, yazılım seçimi ve önerisinde özellikle kendi donanımlarını adresleyen ve donanım ihtiyacının en fazlalaştıran çözümler üretirler. Microsoft gibi satışlarının tamamı yazılım ve ilişkili hizmetler olan firmalar yazılım lisans bedellerini en fazlalaştıran çözümleri müşterilerine iterler.

Dünyada, birçok ülke bu davranışın karşısında bağımsızlık tasarruf ve güvenlik kaygıları(15) ile bu firmalardan kaçınıp alternatifleri olarak gördükleri özgür ve açık kaynak kodlu yazılımları, eğitim konusu dahil, her türlü konuda bir çözüm olarak görmektedirler. Bu konuda ülkeler bazında incelemeler ve yorumlar için Özden, Çağıltay ve Çağıltay'ın 1997 tarihli “Teknoloji ve Eğitim: Ülke Deneyimleri ve Türkiye için Dersler” adlı çalışmaları(11) ve İzlem Gözükeleş'in 2004 tarihli “Özgür/ Açık kaynak Kodlu Yazılım Ve Ulusal Yazılım Politikaları” başlıklı makalesi(15) incelenebilir.

Genel bir değerlendirme yapmak gerekir ise, çokuluslu firmalar, sanılanın aksine, belirli gizli amaçlar için ülke eğitim politikalarına etki etmezler, onlar sadece satışlarını arttırarak kar maksimizasyonu peşindedirler. Ülkeler belirli bir eğitim politikasına sahip olmayarak oradan oraya savrulursa bilinçsiz tüketici konumuna düşerek bu firmaların basit birer kullanıcısı olurlar. Örneğin ne işe yarayacağına dair plan yapmadan bilgisayar donanımı satın alınır ve çok uzun süre işlevsiz bırakılır, bir şekilde faydalı olması planlanıp işlev kazandırılmak istendiğinde de bu bilgisayar donanımı ile birlikte alınan işletim sistemi lisansının ülkenin dilinde işletim sistemi sağlayamadığını görürler(24). Ülkemizin eğitim sisteminin teknoloji kullanır hale gelmesi süreci, bu tip hikayeler ile doludur. Eğitim sisteminin talepkar olduğu yazılım teknolojilerinin tanımları, genel olarak, gerçek saha ihtiyaçları tam olarak belirlenmeden yapılır ve dolayısı ile ortaya çıkan ya da satın alınan üründen yeterli fayda sağlanamaz. Bu faydasızlık en basitinden, uygun olmayan lisan konusu da olabilir, yerel uygulamalara uygun olmayan esnekliğe sahip olmama da olabilir.

Ülkemize özel olmamakla birlikte, çoğunlukla yapılan bir hata da teknolojiye yatırım yapılır iken, onun uygulama sahasının uygun olup olmadığının incelenmemesidir. Eğitim konusuna özel olarak, eğitimde uygulanacak yazılım teknolojilerinin kullanıcısı olan teknologlar, öğretmenler, idareciler, öğrenciler, veliler gibi kesimler, yeni teknolojiye genelde hazır değilllerdir. Ülkemizde bu konuda yapılan çözüme yönelik çalışmalar öğretmenlere temel bilgisayar kullanımı eğitimi vermekten ileriye gidememiştir. Bu eğitimler sırasında yapılan hayati hata da, marka ve ürün bağımlı şekilde eğitimler verilmesi -ki eğitimlerin bu markaların sahibi belirli firmalar tarafından verdirilmesinin kaçınılmaz sonucudur-, bu eğitimler sonucunda öğretmenlerin bağımlı kullanıcılar, markaların potansiyel müşterileri haline getirilmeleridir. Bu konu her türlü yazılım seçimi ve kullanımında bu şekilde gelişir iken, konunun eğitimde iyice hayatiyet kazanmasının nedeni, eğitimin çok uzun soluklu, fayda ve zararları çok uzun bir süreçte ortaya çıkan, dolayısı ile hataların tamir ve tadil edilmesi de çok meşakkatli olan bir alan olmasındandır. Eğitimde, yukarıda anlattığımız sorunlara doğrudan maruz kalan ve etkilenen öğretmenler, öğrencileri için birer model oldukları için olası yanlışlar öğrenciler üzerinde katlanarak büyümekte, kelime işleme uygulamasını word'den, web tarayıcı uygulamayı da InternetExplorer'dan ibaret sanan nesiller yetişmektedir. Bu hastalıklı büyüme, toplumlarda salt tüketici olan, araştırma ve üretmeye odaklanamayan kişilerin ortaya çıkmasının sebebidir. Sadece edilgen bir kullanıcı olan kişiden sorgulayıcı olması beklenemez, kaldı ki böyle bir dürtüye sahip olunsa bile çokuluslu yazılım teknolojisi firmalarının ticari kaygılar ile teknolojilerini lisanslarının arkalarına saklamaları, kullanıcıları araştırıcı, hata bulucu, yenilik yapıcı insanlar olmaktan, salt aptal kullanıcı haline getirmeleri sonucunu doğurur. Bireysel düzeyde, bu şekilde ortaya çıkan sorunlar, toplumsal düzeyde bakıldığında, bu sektörde de üretemeyen, sadece tüketici olan, dolayısı ile ticari olarak bağımsızlığını kaybeden bir ülke yaratır. Günümüz dünyasında ticari bağımsızlığını kaybetmiş ülkeler diğer alanlarda da bağımlı kalmaya mahkumdurlar.

    6.    Sonuç ve Türkiye için Öneriler

Yukarıda tespit edilen sorunların çözümü adına Türkiye'de Milli Eğitim açısından atılması gereken stratejik adımlar;

    •    Yazılım seçiminde müfredata uygunluk aranması,
    •    Öğretmenler için hizmetiçi eğitimlerde ve öğrenciler için müfredat içinde marka bağımsızlaşma sağlanması,
    •    Hükümetlerin uygulamalarında, Ülkenin varolan eğitim politikasından sapmaların engellenmesi,
    •    Ülkenin bağımsızlık ve güvenlik kaygıları güderek milli bir yazılım politikası üretip uygulaması,
    •    Eğitimde sorunların doğru tespit edilmesi, ihtiyaç tanımlarının buna göre yapılması ve planlama ve tedarik çözümlerinin yapılan ihtiyaç tanımlarından sapmadan geliştirilmesi,
    •    Çözüm üretir iken klasik satınalma çözümlerine takılı kalınmaması, doğrudan ürün satınalarak sorun çözme yönteminin günümüzün her konuyu pazar haline getiren ticari dünyasında para harcayan bilinçsiz alıcılık yapmaktan başka bir şey olmadığının farkına varılarak, sorunlara farklı bakış açıları geliştirerek yaratıcı olunması ve öz kaynaklar ile çözümler yaratılmasıdır.




Kaynakça:

    1.    “The Forbes Global 2000 Special Report”, 31.03.2005,
( http://www.forbes.com/2005/03/30/05f2000land.html )
       Son denetim tarihi: 26.05.2006
    2.    First Data Resmi Sitesi,
( http://www.firstdata.com )
       Son denetim tarihi: 26.05.2006
    3.    Accenture Resmi Sitesi,
( http://www.accenture.com )
       Son denetim tarihi: 25.05.2006
    4.    Microsoft Resmi Sitesi,
( http://www.microsoft.com )
       Son denetim tarihi: 25.05.2006
    5.    “Microsoft Eğitimde İşbirliği Programına İlişkin Uygulama Kılavuzu”,
( http://www.meb.gov.tr/duyurular/duyurular2005/Genelgeler/EgitekMikrosoft/GenelgeTemmuz2005.htm )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    6.    “Microsoft Eğitimde İşbirliği Programına İlişkin İçerik Düzeltme Listesi”,
( http://www.meb.gov.tr/duyurular/duyurular2005/Genelgeler/EgitekMikrosoft/EK_2.pdf )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    7.    “Microsoft Haberler: Bill Gates'in Türkiye Vizyonu: 'Bilgiye erişim İçin herkese bir bilgisayar'”, 30.01.2006,
( http://www.microsoft.com/turkiye/haberler/default.mspx )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    8.    IBM Resmi Sitesi,
( http://www.ibm.com/ibm/us/ )
       Son denetim tarihi: 26.05.2006
    9.    HP Resmi Sitesi,
( http://welcome.hp.com/country/us/en/welcome2.html )
       Son denetim tarihi: 26.05.2006
    10.    “Microsoft, Satış Arttırma Stratejilerini Belirledi”, Tele.kom Telepati Aylık Dergi, Temmuz 2004 - Sayı 106,
( http://www.telepati.com.tr/temmuz04/konu9.htm )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    11.    “Teknoloji ve Eğitim: Ülke Deneyimleri ve Türkiye için Dersler”, M.Y. Özden, N. Çağıltay & K. Çağıltay, III. Türkiye'de Internet Konferansı, 21-23.11.1997
    12.    “Milli Eğitim Temel Kanunu”, Kanun No: 1739, İlk Kabul Tarihi: 14.06.1973
    13.    “Milli Eğitim Bakanlığı Bilişim Politikaları”, Türkiye 2. Bilişim Şurası Hüseyin Çelik Konuşması, 10.05.2004
( http://www.bilisimsurasi.org.tr/ilgili_dokuman/detay_040510-2.htm )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    14.    “Eniştem Beni Nezaketen Öptü!”, İ. Gözükeleş, 04.02.2005
( http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=1705 )
       Son denetim tarihi: 25.05.2006
    15.    “Özgür/Açık Kaynak Kodlu Yazılım ve Ulusal Yazılım Politikaları”, İ. Gözükeleş, 16.02.2004
( http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=313 )
       Son denetim tarihi: 25.05.2006
    16.    “Microsoft'a Teslim Olmadık”, Yeni Şafak Gazetesi Haberi, 01.02.2005
( http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2005/SUBAT/07/bilisim.html )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    17.    “Microsoft Öğretmen Eğitim Akademisi”, Microsoft Yazılım Geliştiriciler Grubu Haberleri,
( http://www.msakademik.net/haberdetay.aspx?id=89 )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    18.    “Microsoft 50 Bin Öğretmeni Eğitti”, türk.internet.com Haber Merkezi, 23.11.2005
( http://turk.internet.com/haber/yazigoster.php3?yaziid=14194 )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    19.    “Milli Eğitim Bakanlığı'nı Microsoft ile işbirliği yaptı diye eleştiriyorlardı... Bakanlık bu kez de gitti, Linux ile işbirliği yaptı...”, 21.06.2005
( http://www.nethaber.com/index.php?h=19092 )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    20.    MEB Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü Genelge No: 2006/37,”Konu: Bilişim Teknolojileri Hizmetleri”, 02.05.2006
    21.    “Çağdaş Eğitimde Yeni Teknolojiler”, M. Tandoğan, B. Özer, B. Akkoyunlu, Z. Kaya, F. Odabaşı, D. Deryakulu, G. İmler, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları No:1021, 1998
    22.    “Anadolu Üniversitesi Bilgisayar Destekli Eğitim Birimi”,
( http://bde.anadolu.edu.tr/bde/ )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    23.    “Türkiye Dijital Devrimin En Büyüğünü Yaşayacak”, Bill Gates'in Türkiye Ziyareti ile ilgili Hürriyet Gazetesi Haberi, 31.01.2006
( http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/3865945.asp?gid=52 )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    24.    “Öğretmenlere Bilgisayar Eğitimi”, Hürriyet Gazetesi Haberi, 30.05.2003
( http://arsiv3.hurriyet.com.tr/haber/0,,sid~12@tarih~2003-06-05-m@nvid~273746,00.asp )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    25.    “Okulunuzda İnterneti Nasıl Kullanıyorsunuz” Forumu, İnternet Haftası 2006 Etkinliği,
( http://www.internethaftasi.org.tr/hafta06/forumgoster.php?fkod=3 )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    26.    “Microsoft'tan Öğretmen Eğitim Akademisi”, CHIP Dergisi Haberi, 24.01.2005
( http://www.haberarsivi.com/haber.asp?id=6871 )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    27.    “Yine MEB, Yine Microsoft, Yine F Klavye”, E. Kongar,
( http://www.kongar.org/medyanotu/360_Yine_Microsoft_yine_F_klavye.php )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    28.    “İHA - Microsoft ile işbirliği yaptığı için eleştirilere hedef alan Milli Eğitim Bakanlığı, açık kodlu ya da özgür yazılım olarak bilinen Linux ile de anlaşmaya vardı.” , 21.06.2005
( http://forum.fazlamesai.net/viewtopic.php?p=11285& )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    29.    “Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü Tarafından Yürütülmekte Olan Projeler”,
( http://egitek.meb.gov.tr/KapakLink/Projeler/YurutulenProjeler.html )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    30.    “CeBIT Bilişim Eurasia ve Bilişim Zirvesi, 03”, Tele.kom Telepati Aylık Dergi, Ekim 2003 - Sayı 97,
( http://www.telepati.com.tr/ekim03/konu24.htm )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    31.    Oracle Resmi Sitesi
( http://www.oracle.com/corporate/index.html )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006
    32.    Intel Resmi Sitesi
( http://www.intel.com/intel/corpoverview/index.htm )
       Son denetim tarihi: 27.05.2006




24/24 - Çokuluslu Yazılım Teknolojisi Firmalarının Ulusal Eğitim Politikalarına Etkilerinin Karşılaştırılması


11 Aralık 2006 Pazartesi

Kontrolsüz güç, güç değildir

Dün akşam eski icatlarımdan birini uyguladım gene. Böyle dedim ki, yeni icat çıkarma oolluum laflarını daha ağızlardan çıkmadan bertaraf edelim. Şuursuz zamanlarımdan birinde göbeğimden uzaklaşma çalışmaları yaparken brokoli tadından arındırılmış brokoli salatası keşfetmiş idim.

Parçalanmış ceviz içi, tuzla birlikte ezilmiş bol sarımsak, limon suyu isimli silahlarımız, bu bezelye ile çiçekten olma katır brokoliye saldırmak için hazır ediliyor. Brokokokoli leri ayıklayıp bol suda kaynatıyoruz, ama öyle böyle değil... kişiliklerini kaybettirene kadar kaynatıyoruz. İyice süzdükten sonra tüm malzemeleri karıştırıyoruz lapa kıvamına gelene kadar.

Dün bu işi yemek niyetine yaptım. Bugün ise makarnanın üstüne sos niyetine.
Ha tabi bu akşam inadına ekmek de yiycektim, peynir ve bal-tahin'i sebep ettim. Tepsi biraz kalabalık oldu anlayacağınız.

Yalnız, PERT, CPM, LSM ve benzeri cart curt okumuş bir insan evladı olarak, makarna kaynarken bulaşık yıkayayım dedim. Bol köpürttüğüm süngeri  elime aldığım bardağa bi soktum... soktuğum gibi bir köpük silsilesi bağımsızlığını ilan edip şandelli bir hareketle, yani eğik atış yaparak bardağı, evyeyi ve beni terketti. Yaklaşık birbuçuk metre yol aldıktan sonra yerle yeksan oldu. O eğik atışın yakın yörünge merkezinde ise yiyeceğim ekmek vardı. Allahtan değmedi yağlı boya :)

Ah sıkıldım, yeter bu kadar.


10 Aralık 2006 Pazar

Çamaşır Yıkadım

Bugün sabahtan iki posta çamaşır yıkadım.
Birincisinde;
  • iki hırka,
  • bere, atkı, eldiven,
  • havlu
İkincisinde;
  • iki pantolon
  • 4 gömlek
  • 7 kağıt banknot, 5 plastik banka kartı, bir nüfus cüzdanı, bir ehliyet, bir dalgıç kartı, bir öğrenci kimliği ve cüzdanın kendisi
vardı.

Asılabilecekleri astım, serilerek kurutulacakları da serdim. Paralarda falan askı izi olmasın diye sererek kurutuyorum onları.

Birazdan hepsi kuruyunca ütüye geçerim sanırım. Arada da belki süpürge açarım.


Of.
İnsan kendi normal hızında yaşamalı. Eğer hızlı hareket ederseniz olmayacak şeyler oluyor. Eskiler iki ayağı bir pabuca sokmak diyorlardı, e herhalde ben cüzdanı makinada yıkamak diyebilirim sanırım.



9 Aralık 2006 Cumartesi

Bu gün ve akşam


Can Elif,
Toprak da Yağız.

Uzunca bir toparlama yazısı yazacaktım, günü lastik gibi çekiştirerek anlatacaktım. Ama çok yorgunum şu an. Küçük insanlar resmen tüm bünyedeki enerjiyi sömürdüler öğleden sonra 1400'den gece 2200'ye kadar.

Aşağıdaki resimde iki küçük bi kocaman kafa görüyorsunuz: Biri Elif Ezgi, diğeri Yağız. Kocaman olan da ben oluyorum haliyle. Malesef şu an elimde Toprak ve Can'a dair foto bulunmadığından dolayı bununla idare edeceğiz.

Yani demem o ki bu dört canavar bitirdi enerjimi. Belki planladığım bi yazıyı daha sonra yazarım. Şimdilik bu kadar.

Not: Resim fikrini aklıma pörtleten hicaslıyok Mandalin aslısına buradan gıyabında teşekkür etmek istiyorum.


6 Aralık 2006 Çarşamba

Ayıp günlük

Seninle buluşmaya akşamüzeri karar verdim. Aklıma geliverdin birden, bilmiyorum neden. İşte insan tensel isteklerine gem vuramıyor çoğu zaman, tadın hala aklımda. İstiyordum seni yine tenimde.
Dolayısıyla duramadım hemen koştum iş çıkışı sana. Koştum işyerine. Arkadaşlarınla beraberdin. Ama seni hemen yakaladı gözlerim. Gözlerim birşey daha yaptı, ama çok ayıptı. Bir arkadaşına takıldı gözüm. Ama çok kısacık. Hemen unuttum onu, sana odaklandım. Sen de bana özlemle bakıyordun. Çektim aldım seni arkadaşlarının arasından.
Çok oyalanmadık, hızla benim eve gittik birlikte. Sen salonda beklerken ben hızla mutfakta yemeklik birşeyler hazırladım yalapşap. Öyle ciddi şeyler değil, karnımızı en hızlı nasıl doyurursak işte. Amacımız yemek değildi biliyorsun. O ritüeli tamamlayıp asıl amacımıza ilerlemeliydik. Sen yemedin nedense. Oysa makarna basit de olsa, iyiydi be. Sonra biraz beraber biraz televizyon falan.
Artık duramayacaktım, kavradım seni, çektim kendime. Hiç öyle ön'lü, hazırlık'lı şeylerle harcayacak dayanma gücü yoktu bende. Enerjimi çok daha ayıp şeylere harcayacaktım. Üstünde ne varsa çıkardım. Çırılçıplak bedenine ulaştım. Artık geri dönüşsüz bir yoldaydık.
Isırdım seni.
Tadın dudaklarımdaydı.
Buradan sonrası ise ayıp başlığı ile bile açıklanamayacak kadar müstehcendi.
.
.
.
Eti Antep Fıstıklı Çikolata Keyfi ile aramda olanların gerisi bana kalsındı. :)



Atlas Dergisi Aralık 2006 Sayısı

Bakın Atlas dergisinin bu ayki sayısında neler var:

  • Belh'ten Konya'ya Mevlana'nın babası ile yaptığı ve 7 ülkeyi dolaşan yolculukları
  • Papua Yeni Gine: Hakan Öge dünyayı teknesi ile dolaşırken her ay Atlas dergisine yazı da gönderiyor.
  • Tanzanya, Masai Mara: Çitaların resimlerini görmelisiniz.
  • Güzellik kavramı, yalnızca güzeller mi yaşar, güzel olmanın nedeni nedir. Özcan Yüksek bir dosya hazırlamış.
  • Anadolu Parsı
  • Ormandaki matematik: Bitkiler hangi dizileri kodlar, köpekler matematiksel analiz yapabilir mi, Keith Devlin ile röportaj falan.
Ayrıca iki ek:

  • Mevlana'nın Konya'sı - Kent Rehberi
  • Doğal Güzellik: Cildi güzelleştiren bitkiler ve evde hazırlanabilen 23 formül. Cenk Durmuşkahya hazırlamış.


2 Aralık 2006 Cumartesi

İleri sürüş teknikleri


Şimdi efendim, evvela taze, beyaz, fırın ekmeğini takriben 1,5 santimetre kalınlığında dilimliyoruz.herhangi bir şekilde verev yaklaşımlarda bulunmuyor, ekmeğin ana aksına her an dik kalmaya gayret ediyoruz. Dilimleri en kalitelisinden ekmek kızartma makinesine koyuyoruz. Asla ve kat'a ilk kızartma seansını kullanmıyor, veyahut bu ilk kızartmanın istenen verimde olmadığını unutmuyoruz. Çıkan dilimlerin üzerine yarım saat önceden buzdolabından çıkarılmış tereyağına bandırdığımız bıçağımızı çalıyoruz ve tereyağının ekmeğin üzerinde sürülmesine....

Bi dakka ben bunu anlatmayacaktım, karıştı. Gözüm dönmüş açlıktan.

Olayım şudur: Bugün sabah evden işe araba ile şu aşağıdaki güzergahta yaptığım yolculuk sırasında ayak freni(bildiğiniz fren) kullanmadım hiç.


Bu güzergahtaki önemli noktalar:
  • Konut-2 nin önünden Uludağ kebaba çıkan caddeye çıkış. (Trafiği güzel oku)
  • Uludağ kebap kavşağı (Trafiği güzel oku, iyi motor freni)
  • Angora bulvarı-İncek bulvarı ışıklar (Trafiği güzel oku)
  • Beysukent yukarıdan giriş ışıklar(Migrosa giren yol) (Trafiği güzel oku, iyi motor freni, gelene iyi bak)
  • Migros önünden aşağı sallanan sokağın Dicle caddesi ile kesiştiği köşe (Kral motor freni, sakin)

Bazen böyle antremanlar yapıyorum. Hemen tepki vermeyin, tehlike arzedecek durumlar için iki kat dikkatle ilerledim. Ne derdin vardı da bunu yaptın, hiç manası yok ki diyenlere şu anda yerlerdeki kırağı buz, yakındaki yağış da kar demek istiyorum. Kara buz(gizli buz) üzerinde bi kontrolsüz fren yapın da görün... demiyorum, yapmayasınız diyorum.

Şimdi buradaki incelik, gereksiz hızlanmamak, motor frenini bilmek, uzgörü(işte, bayırın tepesindeki ışığa göre hızını ayarla da yeşildeyken orada ol) yetenekleri istiyor. Yani aslında hep yapmamız gereken trafik uygulamaları.

Alakasız not: O minik Beysukent migros var ya, maltepe'deki koca migrostan fazla ciroya sahipmiş.

27 Kasım 2006 Pazartesi

Özet akşamı


Bu akşamüzeri başıma çok kötü şeyler geldi. Beni hayata bağlayan köklerimden cebren koparıldım. Bu bana çok acı verdi.
Gerçekten acı verdi.
Uyuşmuş gibiydim, ama acıyı da hissedebiliyordum.

Sonra dişçim Burak kalsiyum hidroksit ile kanalları doldurdu, çarşamba akşam gel, dolgu yapıp bitirelim işi dedi.

Acımayacak da dedi ama eve gelince öyle olmadı, dört tane viyaaakra kılıklı apranax gömdüm yine de ben buradayım diyor dişe yapılan tedavi. Hayırlısı.


26 Kasım 2006 Pazar

Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.

Ayine ayna demek. Kişiyi anlatan yaptıklarıdır, dedikleri değil, demek istemiş Ziya Paşa.

Ben yine bu lafı alıp birşeyler yazayım istedim. Yazınca belki biraz sakinleşirim. 10 saniye içinde hem üzdüm hem üzüldüm zira.

Üstteki lafa tersinden bakarsak ve kişiyi anlatan yaptıklarıysa eğer; yaptıklarına, kararlarına, hareketlerine, bunların sonuçlarına yapılan hareket kişiye yapılmış hareket sayılır. Doğrusuyla yanlışıyla kişinin kendisi haline gelmesine yarayan işler, kişiyi vareden şeylerdir. Onları yok saymak ya da onları yargılamak ya da onlara saldırmak, kişiyi yok saymak, kişiyi yargılamak, kişiye saldırmak olarak algılanır kişi tarafından.

Fakat, -eğer yanlış bilmiyorsam- kişi değil yaptıkları yargılanır adalet paradigmasında. Adalet'in felsefesi nedir, bilen var mı.

Erdal Öz'in Yaralısın diye bir romanı vardır. Bunu bilir misiniz. Bu roman bir hapisanede geçer Herkes Nuri'dir orada. Bende yer etmiş romanlardandır bu.

Herhalde de cezaevinde bir iş yapmazsınız ve kişiliksizleşirsiniz.

Of, boşaltmadı bu cümleler beni.



22 Kasım 2006 Çarşamba

Aradığınız beyne şu anda ulaşılamıyor*


Bugün öğlene kadar işyerinde debelendik. Sonra 1315 gibi dükkandan çıkıp derse topukladım. Ders de 1340'ta olduğu için insan gibi kullanmadım yolda diyebiliriz. Sonra bunun üstüne İlhan hanım derse gecikti. Yani yetişmek için çabalarken trafikte ölsem ya da birilerini öldürsem, amaçsız ölünmüş olacaktı, ne komik değil mi.
Saat beşe kadar bayıldıktan sonra geri dükkana döndük. 1930'a kadar yine debelendikten sonra Ümitköy'e indik. Seyir Cafe diye bir yer var, oraya yıkıldık. Fesleğenli fettucini yedim. Bildiğiniz fesleğen otlu erişte işte. Su içtim, ama içerken kendimi şehirlerarası otobüste sandım. Sonra elmalı nargile de içtim. Ya da çektim. Bereketli idi nargile. Bi freşa meyveli soda ve 3 bardak çay eşliğinde ( sıra ile ) 23 civarına kadar sürdü nargile keyfi. geceyarısına kadar da konuşma sürdü. Sonra bitti.

Çocuklar çocuk değil, sadece boyu posu bodur normal insan onlar. Örnekleriyle bunu öğrendim.

İnsanın nüvesi öyle bir şeydir ki, bitmez. İnsan, o kendi potansiyelinin boyutlarını da bilemez. Bittiğinizi sandığınız anda bir o kadar daha gidebilirsiniz aslında. Bunu bilirseniz yapabilirsiniz. Akşam şirketten çıkarken pilim bitmiş, yapılamayan işten dolayı moralim dip yapmış vaziyette iken, bunun üzerinde beş saat daha konuşup dinleyebildim. Oturup bu eyleme başlamadan önce ise sadece eve gidip göçmeyi planlıyordum. Kendi potansiyelinizi bilin. Hatta onun bir sınırı olmadığını varsayın, ne kadar uğraşırsa uğraşsın insan, kendini tüketemez. Bitmezsiniz, erimezsiniz. Korkmayın.
Eh saat yeni gün olmuş diye eve geldim. Kafamda bu minvalde bir yazı yazıp günü noktalamak varken oturdum, aldım bilgisayarı kucağıma. Bir baktım, posta kutumda bir yardım çığlığı. Eh dedim, mesai bitmemiş nüve kullanımında. Cevap postam da şu üstteki paragrafın bir özeti idi. Bir baktım sikaypee'de bir adam. Sarıldım boğazına, işim için sıkıştırdım. Bakın, bu da planda yoktu, bunun için de enerjim yok sanırdım biri hariçten sorsa idi, yapar mısın diye. Daha da yapıyor olduğum şeyler var şu anda. Biri de benim boğazıma sarıldı yine şikaype'de, onu da ufalıyorum.
Özetle, kendi potansiyelinizin farkına varın demiyorum. Sadece onun sınırsız olduğunu düşünün. İyi düşünün iyi olsun. Olur deyin olsun. Yaparsınız. Sınırı kendiniz çiziyorsunuz, sınır koymayın. Sınır yok.



*: Cümle işyerinde bir arkadaşın ağzından dökülmüştür.


19 Kasım 2006 Pazar

Dün neler yaptım(Aslında bu yazı, bugün neler yaptım olacaktı)


Günlüğü günlük gibi kullanacağım bir yazı düşünmüştüm dün gece ama sağolsun altyapı sağlayıcımız blogcu bizi ayazda bıraktı. Dolayısıyla da yazı bugüne kaldı. Böyle olunca da yazı genişledi. Düne bugünü katarak birşeyler karalayacağım. Ve hatta bu yazı genel yaklaşımımın dışında, biraz görsel olacak. Görsellik için şimdiden kaykıl ört'e (google earth) teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Önce giriş amacıyla birkaç cümle kuralım. Dün bütün gün dükkandaydım ve eğitim veriyor idim. Eğitim bittikten sonra ancak, anlatılabilir saatlere geldik. Akşamüzeri 1700 gibi Beysukent'teki dükkandan araba ile çıktım, Cebeci'ye gittim, traş oldum, Öveçlere gittim doydum, eve döndüm. Bu hareket silsilesinin genel fotoğrafı hemen alttakidir. Yekün de 42 küsur kilometredir. Haritada da sağ alt benim ev, sol üst de Cebeci'deki berber oluyor. Ortadaki yatay düz hat gidip döndüğüm Eskişehir yolu.



İşten çıkıp eve yığılmak yerine, arkadaşları alıp birini Kızılay'a birini de Cebeci'ye bırakma gerekçem yine arkadaşların papaz olduğum, ensemin artık birşeye benzemediğine dair yorumları idi. Muharrem abilere gitmek de tabii ki akşam trafiğinde Cebeci çekmek demek oluyor. Gidiş uzun sürmesi dışında problemsizdi. Berberde Murat benim kafamı inceltirken pek eğlendik gene. Bu sefer yaptığını itiraf etti: Eğer bekleyen müşteri yoksa işini uzatıp duruyor. Yani kafamda eğleniyor. Muharrem abi de geçerken takılıp durdu; hem sana hem kendine eziyet ediyor gibi birşeyler dedi. Sonuç itibariyle ensemde saç yok diyebiliriz. Pek bir natürel etti beni Murat. Ama sağolsun kazık gibi olmuş sırtımla da ilgilendi biraz. En önemli konu ise Muharrem abinin sağlıklı, ayakta ve traş ederken görülmüş olması idi. İşimizi halledip, kahvemizi içtikten sonra ayrıldık. Berberim şu alttaki Cebeci tarafı biraz büyütülmüş haritada, sağ üstteki karenin üst noktasında. Oradan dönerken ise bir micra tarafından gebertiliyordum. Gebertiliyor olmamdan daha eğlenceli olan ise bunu birkeç kez yaşamam oldu. Nedense adam benimle uğraşıyormuş gibime gelmişti.




Amca önce itfaiye meydanında üstüme çıktı. Mekan resmin sağ ortalarındaki Kurtuluş parkının sağdaki köşesi, biliyorsunuz. Sonra Sıhhiye köprüsünden aşağı Maltepe/Tandoğan tarafına kıvrılacakken yaptı bunu. En sonunda da Atatürk Lisesi'nin yanında yolumuza kontrolsüz çıkan bir beyefendi! nedeniyle önümdeki taksi acil durdu, ben de düzgünce dozlayarak durmaya başladım. Ama bu gibi durumlarda refleksleşen bir şekilde gözü dikize diktim. Tahmin ettiğim gibi amca kısa mesafedeydi ve kayarak gelmeye başladı. Eh bu durmda bize yapacak pek birşey kalmıyordı. Amcanın benim bagajla kardeş olmasını engellemek için, ben frenlememi azaltarak
taksiye biraz daha yaklaşıp, emmiye biraz zaman kazandırmış oldum. Belki de bu akşamımızı orada tamamlamamızı engellemiştir, bilemiyorum. Olayımız üstteki resimdeki Ankara yazısının bitiş "a" harfinin altında oldu. Allahtan amca beni Anıttepe civarında terketti de rahatladık :)
Sonra Bahçeli ve Türkocağı caddesi güzergahından Öveçler'i hedefledim. Burada ilginç tek şey Türkocağı'ndaki panayır alanında bulunan ve ne olduğunu bilmediğim kalabalıktı. Hala da bilmiyorum. Çoğunluk genç olduğu için bir pop konseri olduğunu falan sanıyorum. Çok da önemli değil.
1900 civarında Güveç'te idim. Yarım porsiyon çorba, bir tabak bulgurlu ve yoğurtlu pazı, yarım tabak alatlı pilavı ve elma kompostosu yuttum. Bunu onbeş dakkada becerdiğim düşünülürse ve eve dönmek için yola 2045'de çıktığımı da bilirseniz Güveç'te geçirdiğim bibuçuk saatte başlığı yemek olan pek hoş bir muhabbet ettiğimiz ortaya çıkar. Yediklerimizden, yemediklerimizden, yalan kaburga dolmalarından ve birçok başka şeyden bahsettik. Bugün sanırım oraya tekrar çıntar'a gideceğim.

Dönüşte pek ilginç bir şey olmadı. Sadece Öveçler 5. caddede, demirköprü'den sonra doncu Koray'ın orada ve Çukurambar içinde artık bolca olan ışıklardan sürekli yeşilken geçebildiğimi ve bu süreçte kendimi pek bir şanslı hissettiğimi belirtebilirim.
Yolun sonu şurada aşağıdaki gibi:




Eskişehir yolundan beytepe köprüsüne zıpladım, 70'le köprü üstünde dönebildiğimi gördükten sonra yeni Angora Bulvarı denen yoldan eve indim.

Sonra da bu yazıyı yazıp işi bitirecektim ama blogcu olmayınca Gökhan'la çok önemli işlere imza attık ve Anadolu için hayati tespitler yaptık. Mesela Gökhan'ın aklına neden Şaşmaz'ın ordan direk Ümitköy'ün bağlanmadığı gelmiş. Adam haritaya bakıp eline kalemi alıp direk bir çizgi çiziyor ve buraya yol niye yapmıyorlar diye kızıyor. Burada Gökhan'ın aslen Artvin'li olduğunu belirtmeliyim :D
Biraz inceleyince gördük ki adamımızın istediği yolun Ankara çayını geçmesi gerekiyormuş. Uydu görüntüsünden bakınca çay, güzel yapılmış bir asfalt yol gibi görünüyor. Gökhan'a yolun yapılması için -eğer öyle ise- geçilecek arazinin askeri arazi olması sorununun çözülmesi gerektiğini, sonra da peşkeş çekilecek bir arkadaş bulunmadan ihale edilmeyeceği gerçeğinin kabul edilmesi gerektiğini anlatırken aklıma şu soru takıldı: Bu Ankara çayı'nın temel kaynağı nedir?
Hemen kendi kendime cevabı buldum. Biz Ankara otururlarının sindirim sistemlerinin son ürünleri, aslında bu çayın asıl kaynağı. Tabii ki karşılıklı iki ödev yapmak istemeyen arkadaş , kendimize bu yaptıklarımızın nerelere gittiğini bulma oyunu türettik. Uzun uzun anlatmayacağım, önce iki baraja, sonra da Sakarya nehri taşımacığında Adapazarı'nın falan içinden geçerek Karadeniz'e sıçıyoruz arkadaşlar.
Tabii araştırmacı kişiliğimiz Ankara çayı'nın Çubuk barajından başladığını gördü. Dayanamayıp daha ötesini bıraktık. Ankara'lılar olarak barajlar arasını batırıyoruz.

Bugünü de mi anlatsam ki. Yolda gördüğüm insanlara başla selam verme görevinden malülen emekli edilmeyi istedim sabah ekmek almaya giderken. Malüliyetimin sebebi tahmin edileceği üzere birçok kişinin selamımı almamak için gözünü kaçırmasıydı. Önce bir inşaat işçisi amca aldı, sonra 8-10 adet sabah sporuna çıkmış insan kaçtı. Sonra bir adet ekmek almaya çıkmış insan yine gözlerini kaçırdı. Sonra bir kişiye arabasının içinden selamımı ulaştırabildim. Sonra yine bolca kaçışlar. Bu kararı sonra yeniden değerlendiririz sanırım.

16 Kasım 2006 Perşembe

fikir-duygu

Akşam akşam önüme yine bir tabela çıktı cümleden yapma. Cümle ise televizyonun hoparlöründen çıkıyordu ama çıkmasının sebebi Haşmet Babaoğlu'nun diliydi.

Dedi ki; "Fikirlerin çoğunun duygular olduğunu düşünüyorum". Tam böyle demediyse de ben böyle anladım.

Yine kıskandıracağım milleti ama ben bu cümleden yazı yazacağım şimdi.



Son cümlemi en önce yazayım: Tanıklık taraflıktır.

Düşünmek, bu eylemin sonucu olarak ortaya fikir çıkarmak tamamen öznel bir çalışmadır. Düşünene özgüdür. Düşünürken kullanılan girdilerin bir kişide ortaya çıkardığı fikirler, başka bir kişide ortaya çıkardıklarından farklıdır. Mutlak doğru gibi bir şeyin öyle olduğunun garantisi, sadece kendisini ortaya çıkaran girdilere bağlı olsaydı, mutlak doğru diye birşey varolurdu. Ama işte sonuçlar hiçbir zaman sadece girdilere bağlı değildir. Aynı zamanda işleç de konuda söz sahibidir. Düşünme eyleminin işleci de insandır. E dolayısıyla insana bağımlıdır fikirler. Elinizde üç tane istatistik değer varken sizin ak benim kara diyebilmem de istatistik biliminin kaypaklığından değil, benim kaypaklığımdandır. Karışıklık olmasın, kara diyen kaypaktır.

Anladınız siz onu. Kısa keseyim aydın havası olsun.



12 Kasım 2006 Pazar

Titriyorum

Niye bilmiyorum ama, tüm eklemlerim ağrıyor. Hasta oluyorum galiba.


11 Kasım 2006 Cumartesi

Altın hızmav mülayim ve diğerleri


yine trt4'de yakaladım. söyleyen kendi memleketinden getirmiş türküyü. dolayısıyla bu kadar çözebildim. tamamını bilmek isteyen kolayca bulacaktır. Aşağı ham, duyulanın yazılması işidir.

Altun hızmav mülayim
seni haktan dileyim
yaz günü tamuuzda sen terle ben sileyim
gün gördüm günler gördüm
seni gördüm beyg oldum
gün gördüm günler gördüm
seni gördüm şad oldum

kerkügem yaralıyam kergügem yaralıyam

bir bahtı karalıyam
el diyer bizim kerkük
ben bilmem haralıyam
bir vay ki var üç vay

bir derde düşmüşüz
desem vay demesem vay
..

kerküklüyem ben özüm
kulak ver dinle sözüm
bu canlar kerküge kurban
.
gözlerim aman çağıram avar
.
... bir kurban keser
kerküge kurban olsan ne var
.

altun hızmav incidir
.
ben lal olmuş dilim
.. diyar incidir...

gün gördüm günler gördüm
senin kahrunden öldüm

****
Nokta olan yerler çıkaramadığım yerlerdir.

Alttaki de yine bildiğimiz, başka bir türküdür.
****

Kalanin dibinde bir daş olaydım
gelene gidene yoldaş olaydım
bacısı gözele kardaş olaydım
atma bu daşları men yaralıyam
... ben karalıyam

Kalanin dibinde üç ağaç incir
elimde kelepçe boynumda zincir
zinciri sallama kolların incir
atma bu daşları men yaralıyam
elalem ... ben karalıyam

anamm annaaam anaamm
öz anam fikri ...
...
demek özen uzagam ...
di gel ağam gel
di gel gözüm gel
ben sana gözüm demem sana ..
ben sana gülüm demem gülün ömrü kem olur
ben reyhan demem .... olur
ben sana derviş demem post gider abdal olur
ben sana paşam demem attan düşer .. olur



Döş Dolması ve Sincan'lı Çağlar


Eve anca gün döndükten sonra varabildiğim için -ki bu geç gelmenin sebebini aşağıda açıklayacağım- yazı bu vakti bekledi malesef.

5 kişi olarak Güveç'te toplandık ve önceden özel sipariş ettiğimiz döş dolmasını yanında biber turşusu, salata ve yine özel talep ettiğimiz, karanfili arttırılmış elma kompostosu ile tükettik. Bu işin sonunda masada mutsuz olan yoktu. Dolayısı ile Nurcan Hanım'a ellerine sağlık dileklerimizi ileterek mekandan çıktık.

Topluca Feyza-Gökhan'lara giderek iki el sıkrabıl attık. Birinde ben birinde Cem döşedi (.... diyeceğim, kimse yanlış anlamasın. Kelimeleri üreten harf taşlarını döşedik) Ama masanın toplam puanına dair ortak değerlendirmemiz vasat olduğumuz yönündeydi. Tabi Feyza'ya çay, nar gibi ev özelliklerinden dolayı teşekkürü bir borç biliyoruz.

Blog tanrıları yazılacak konunun bu kadarla kalmaması gerektiğine karar vermiş olacaklar ki, topluca Cemler'i  Eryaman'daki evlerine bıraktık. Bırakmak sorun değildi ama kendimizi Eryaman'dan çıkarıp bildiğimiz yerlere atmak pek bir maceralı oldu. 5. etaptan İstanbul yoluna çıkmaya çalışırken bir ara solumuzda Sincan Gençlik Merkezi'ni gördüğümüzü, daha sonra güzel bir uzay çatıyı solda uzakta farkedip oranın Göksü Park olduğunu sandığımızı (ama tabi bunun bir sanrı olarak kaldığını tahmin edersiniz), gördüğümüz bir tabelada iki yöne de Sincan ve Fatih yazdığını ama Ankara ya da İstanbul yazmadığını belirtirsem kendi elimizle düştüğümüz durumu tahmin edersiniz. Belli bir süre çalışma olan bir yolda ve iş kamyonları ile birlikte gittikten sonra benim İstanbul yolu diye kodladığım şoseye çıktık. Ankara yönü olduğunu sandığımız yönde belli bir süre ( abarttım mı bilmiyorum ama 10 dakika kadar ) gittikten sonra yine solumuzda Harikalar Parkı'nı gördük. Biraz daha gittikten sonra da çevreyolu bağlantısını ve Optimum'u bulduk. Düşünün Eryaman içinde nasıl bir yol/yön izlediğimizi. Sonrası artık kabul edilebilirdi.

Ankara'yı bilmeyenler için şöyle bir özet yapabilirim; İstanbul'dan Ankara'ya Tekirdağ üzerinden gittik diyebiliriz.

Olsun, döş dolması harikaydı.

10 Kasım 2006 Cuma

Döş Dolması - Aaazzz Sonraaa

Bu akşam Güvece döş dolması'na yumulmaya gidiyoruz. Ya da şu an itibariyle planımız budur.
Dönüşte ya da yarın sonuçları yazacağım. Bu da yazı reklamı olsun :)
Saygılar.


Ne demek istiyoruz


İletişim sınıfına eklenen yazılar pek bir az sayıda kaldı diğer sınıfları gözönüne alınca, biliyorum.
Ama bu konu her aklımıza geleni yazabileceğimiz bir durumda değil malesef. Aktarım ve paylaşım kalitesi çok önemli. Diğer yazılarını kabadan mı sallıyorsun peki o zaman birader diyebilirsiniz, onu demek istemediğimi biliyorsunuz. Ha hala diğerlerimizi öyle değerlendirirseniz, saygı duyarım .

Biraz daha düyüdüğümde, bu sınıfa ontolojik semantik okuyup gelmeyi ve bu dala bina edilecek bir iki cümle karalamayı planlıyorum. Ama biraz daha büyüdüğümde. Şu anda buna kilom yetmeyecek.
Saygılar.


Esinlendirici bağ : http://blog.hakia.com/?cat=1

8 Kasım 2006 Çarşamba

Peppermill ve bir hediye soru


Handeelibir peppermill adlı yemek dükkanı ile ilgili bir yazı yazmış. Yazıyı görünce ben de bir nazire yapayım dedim. Şimdi bu dükkanın Çayyolu'nda da bir adet yeri var. Hatta bu markanın asıl yeri buradaki. Hande'nin tanıttığı Bahçelievler şubesi daha 4 aylık bir yermiş. Mekan ve marka sahipleri 3'ü kardeş olmak üzere 4 çocukluk arkadaşı imiş. Bu kişiler daha önce Bilkent Tadım isim hakkını işletmişler. Marka kendi markaları. Yani yabancı bir markanın getirilmesi işi değil. Mutfak olarak kendilerini italyan olarak tanıtıyorlar.

Bu akşam orada yedik. Şans eseri orada bulunup da masaları mutfak tarafından ayıran, misinalara bağlı, camdan sıra sıra taşların birbirine dolaşmış misinalarını çözmek için uğraşan iki kişi ile onlara anlamsız gözlerle bakan üçüncü bir kişi gördü iseniz lütfen onları  hakir görmeyin. Onlar bütün gün boyunca sürmenaj kıyılarında gezen beyinlerini sakinleştirmekteydiler... Kızmayın onlara, sevin onları.



Neyse hediye soruya geçelim. Yanlış anlaşılmasın, hediyeli soru değil. Sorunun kendisi hediye. Tabii ki hediye algısı insandan insana değişir, kaygılanan da bu noktada okumayı bırakabilir.

Şimdi biz dün akşam bir arkadaşımızı kan vermesi için hastaneye götürmüştük. Kanı verdik, bizim işimiz bitti. Ama ilgimiz bitmedi. Bugün telefon geldi, kan verenden helallik isteyip memleketlerine dönmek için. Hasta ölmüş.

Soruya girizgah da bittikten sonra gövde kısmına geçiyoruz, ve son uyarımızı yapıyoruz. Sorudan rahatsız olmak istemeyenleri şuraya alıyoruz.

Bu hasta dün 7 aylık bir bebe idi. 13 günlük iken hasta olduğu farkedilmiş. Dün beşinci kalp ameliyatını oldu bu el kadar bebe. Sonra da öldü. O ne yaşadı. Anası, babası, atası ne yaşadı, ne kadar öldü bu süreçte. Bu ata kaç kere ölecek bundan sonra. Bu bebe niye geldi niye gitti. Ne çekti, niye çekti bu dünyada.

Daha uzatılarbilir bu üstteki soru paragrafı. Ama uğraştırmayacağım sizi daha fazla. Şimdi bu hediye sorunuzu kendi başınıza, istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Kutlu ve hayırlı olsun.


7 Kasım 2006 Salı

427


eledim eledim höllük eledim
aynalı beşikte canan bebek beledim
büyüttim besledim asker eyledim
gitti de gelmedi canan buna ne çare

bir güzel simadır aklımı alan
aşkın ateşini canan serime saran
bizi kınamasın ehl-i dil olan
gitti de gelmedi canan buna ne çare
yandı ciğerim canan buna ne çare

gitti de gelmedi canan buna ne çare



Bağlam, ortam çok etkili. Bu türküyü dinlerken önümden -gördüğüm kadarıyla- en yaşlısı 65 en genci 75, ama çoğunluğu 72, 73 olan 427 tane doğum tarihi geçiyor....



EK: 427, 623 ... sayıların bir önemi yok.


Not: Bu 427'yi diğerlerimizden ayrı bir yere koyuyorsam lanet olsun bana. Hepsinin gönlümüzde yeri aynı.

4 Kasım 2006 Cumartesi

Atlas Dergisi Kasım 2006 Sayısı

Aylık coğrafya ve keşif dergisi olan Atlas'ın takipçisi olduğumu biliyorsunuz. Kasım sayısını burada tanıtmak istedim. Bu ay verdiği bir ek ilginizi çekebilir sanıyorum.

Atlas, bu ay Dev Dünya Haritası verdiyor. Boyutu 100x195 santimetre olacak ve 3 parça halinde. Hoş bir detay olarak 3 ay boyunca alıp da üç parçayı toplamayacaksınız. Bu ay bu 3 parçanın hepsi birlikte verilivermiş, gitmiş. Bu cömertlikleri nedeniyle dergiye teşekkür ediyorum. Harita siyasi ve fiziki, ayrıca deniz tabanları dahil olmak üzere yer şekilleri işlenmiş.

Bu ayın dergisinin içeriğine gözatarsak:

  • İznik çinisi: Kırmızı sır
  • Ruh arınması: Kızılırmak üçgeni
  • Mutluluk oyunları: Vanatu
  • Bask'ın çelik gülü: Bilbao
  • Otoatlas
  • Yalnızçam: Kelebekler
  • ve diğerleri...
Her zaman keşfetmek için bak.





3 Kasım 2006 Cuma

Düşünce ve Amaç


Düşünme eylemi ile amaç arasındaki ilişki, üstüne konuşulacak kadar derin midir. Derin değilse de bu saatte aklımıza gelmesinin bir hikmeti vardır herhalde. Şu vaktin tespiti; birinin boğazını sıkar halde iken sarsılarak uyanmanın ardından düşündüklerimizin cümleye dökülmesidir.

Naif düşünme eylemi diye birşey olur mu. Düşünce amaçsızca yapılabilir mi. Yani salt düşünce olsun diye düşünmek mümkün müdür. Ol dedik oldu, bir gayesi yoktu, denebilir mi.

Yoksa, her düşünce ister isemez kendi içinde amacını barındırır mı. Hiç öyle havada asılı kalmış düşünce olur mu, herşeyin bir amacı vardır mı.

Eğer öyle ise, ülen bu düşünme de ne içten pazarlıklı bir düşünmeymiş be denebilir mi. Sen sadece birşeyi o olsun diye yapamaz mısın, illa ki altta yatan pis bir sebebin olmak zorunda mı arkadaşım diye sorsak çok mu amaçlı bir soru sormuş oluruz. Amacı olan düşünme eylemi aslında o kadar da masum bir eylem değildir, nalıncı keseri gibi kendine yonmak için hazır bir düşünmedir bu amaçlı eylem desek ne dersiniz.

İyi de zaten, bir fayda getirmeyecek, amaçsız bir eylem ne işe yarar ki, cimnastikten öte birşey değildir, kaynaklarını harcadığına yazık, denirse ne cevap verilebilir.

Karşıt olarak, herşeyin bir amacı olmak zorunda mı, ulaşınca ne yapacaksın dense, ikna edici olabilir mi.


2 Kasım 2006 Perşembe

düdük


Ey ilham bitleri, buyrun bakalım. Var mı diyecek birşeyiniz...

iletişim, kaynak, hedef, ileti, dil
iletinin ne içerdiği, iletinin nasıl taşındığı
kaynak hedefe ne anlatmak istiyor, kaynak hedefe bunu nasıl anlatmak istiyor
içerik , kullanılan dil
anlam kaybolmasın.
züleyla nasıl önemlidir demiş. gökhan, ne önemli ama nasıla bağlı demiş.
züleyla günlük iletişim dili açısından bakıyormuş, ondan nasıl diyormuş..
dil ne anlattığımızı etkileyen bir nasıl'dır.


Bu sınıfta daha önce yaptığımız kamuoyu araştırmasına göre katılımcıların yüzde ellisi iletişimde aktarılan iletinin nasıl aktarıldığı neyin(hangi içeriğin) aktarıldığından daha önemlidir demişler. Bu araştırmada çok değerli katkılar alınmış, bunlardan birinde aktarılan içeriğin değerinin o içeriğin nasıl aktarıldığına çok bağlı olduğu belirtilmiş.
.
.
Yok yazamıyorum, desteğe ya da daha güçlü motivasyona ihtiyacım var.

İki düşman kardeş: Aksak yargılar ve alınamayan kararlar


Banunun yorumundan sonra...

Kendi değerlerndirmelerimize dayanarak almak zorunda olduğumuz kararlar...
kararlarımızın etki ettiği yerler.
ama o yerlerin barındırdığı ekstra bilgiler
ve alınan bu aksak kararların yaptığı yanlışlar.

bunun karşısında kafayı neden kelimesine çok gömüp, seçilmesi gereken yol hadisesini sürekli ertelemek. tüm değişkenleri belirlemeye çalışmak. onların birbiri ile ilgisini ortaya koymak derdi. gerçekte dibi bulunamayacak beyhude uğraş. bu arada zaman kaybetmek ve yolun ortasında kalıvermek.
ama aynı zamanda yolu da tıkamak.


öff.

30 Ekim 2006 Pazartesi

Olasılık Emmisi


Nedenselliği incelediğimiz bir başka Direkler yazımız fasülye başlıklı idi. Orada kevserbanu'dan gelen bir yorum aslında bu konudan da önce beynimizi kaşıyan olasılık konusunu hatırlattı.

Gelen soru nedensellik zorunlu bir ilke midir? sorusuydu.

Cevap:
Bilemeyiz. Olabilir de olmayabilir de. Hayatta herşey olasıdır. Nedensellik de ilk patlatıldığında herşeyi çözen bir denklem olarak tanıtılmıştır tahminen. Ama sonra didiklendikçe onun da kaypak yanları ortaya çıkmıştır. Bu yanlar iyice çoğalınca ve tahammül edilemez hale gelince yerine geçecek yeni bir ilke ortaya atılmıştır. Buna bilimsel çalışma metodu diyebiliriz. Zaten teknoloji felsefesi disiplininden anladığım basit bir şey bilimin temellerinin çamurda olduğu idi. Bu genelleme nedensellik ilkesi için yapılmış bir yargı değil, genel bir genelleme.

E durum böyleyken bugün ak olanın yarın bok olmaması için hiç bir sebep yok. Dolayısıyla insan da hayatta herşey mümkün, herşey olası diyerek kendi pozisyonunu/pozisyon çeşitliliğini ona göre belirlemeli.

Burada karşı tez ya da düzeltici olarak not edilmesi gereken konu ise; bu fikirle kararlar almaktan imtina etmek, elini eteğini işlerden çekmek, sorumluluğu başkalarına bırakmak ve gerekçe olarak da oynak dünyayı gösterip bir de delikanlı olsaydı yuvarlak olmazdı demek bir kaçıştır. Bu kaçışı en azından kendimize itiraf ederek uyum sağlama yetimizi geliştirmeye başlamalıyız.

Olası dünyanın olası sonuçlarına hazırlanıyor gibi yapmakla uğraşıyor, yaşar gibi yaparak vaktimizi dolduruyoruz.


29 Ekim 2006 Pazar

HABER: Döndüm, Ankara'dayım.


1.
Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun.

2.
10 kadar sinek ısırığı getirdim yanımda. Ne istediniz ki küçücük serçe parmağımdan üç kez ısırarak. (Küçük mü, ufal da cebime gir)

3.
Acentadan falan, bir şekilde uğurlanıyorum ama hiç karşılanmadım sanırım şu ana kadar. Bunu bu saatte hiç yorumlamayayım.


28 Ekim 2006 Cumartesi

Sorulu sobelenme

Yine sobelendik. Bu sefer de Nur ( nurunsepetindekiler ) beni sobelemiş.
Bu daha kolay bir oyun ama. Aşağıdaki soruları cevaplıyoruz. Buyrun:

1-Benim hakkımda en çok merak ettiğin şey?


Gökhan Özen'i neden bu kadar çok seviyorsun. Sizin yaşıtlar neden bu adamı bu kadar seviyorlar.

2-Sence ben kime benziyorum?


Daha siteni yeterince ayrıntılı inceleyemedim ama sanırım; senden daha büyük ablalarına benziyorsun. Çokça da annene benziyorsundur.

3-Kısaca blogla uğraşmandaki amacın nedir?

  • İz bırakmak derdindeyim.
  • Yeterince biriktirdim sanırım, artık paylaşmak derdindeyim.
  • Yazma alışkanlığı edinmeye çalışıyorum.
  • Yeni bir meşgale, stres atma yöntemi bulmaya çalışıyorum.
4-C-Box kutusunun blogdaki amacı nedir?


Yazılar ve yorumlar yeterince hızlı haberleşme araçları değiller. Paylaşım için iyiler ama bir de hızlı haberleşme, konuşma ihtiyacı var insanların. Cee-boks kutuları bu derdimize derman oluyor.

5-Blogda yorum yazmanın amacı nedir?


Yazara okudum seni demeye çlışıyorum. Bazen de okudukların hakkında kafamda soru işaretleri ya da farklı fikirler beliriyor, onu yazarak sormak/paylaşmak için en iyi yol yorum.

6-Bloglarda yazışan kişiler neden tanışmak isterler?


Bir iletişim ortamı burası. Aslında yazılarla tanışıyoruz. Soru eğer yüzyüze gelmekten bahsediyorsa, o iletişimin biraz daha ilerletilmesi, daha doğrudan yollar kullanmak. Daha çok zaman geçirmek.

-------------------

Hızlıca bitti valla bu sobelenme. Ama blogcu sağolsun ilk cevaplarımı uçurdu. Umarım bu sefer yazdıklarımda birşey atlamamışımdır. Şimdi zor kısım. Bene kimseyi sobeleyemeyeceğim. Başak'ı daha yeni sobeledik. Hem o sobelenme dönüp kendisini yeniden bulmuş :) Sobelenmekten hoşlanmayanlar var, hoşlanıp hoşlanmadığını bilmediklerim var. Bilemedim. Aslında beni okuduğunu bildiğim 2-3 hanım blogcu var aklımda ama yok isim zikredemeyeceğim. Gönüllü ebe olmak isteyenler buyursun.
Saygılar.

Evin kattıkları - 3 ve 4


3.
Orjinal ECA contaları artık o kadar da yumuşak değil. Belli bir gerekçesi vardır illa ki ama, contanın eskidiğini sertleşmesinden, ezilmesinden anlamaya çalışmak hata oluyor. Musluğun su damlatmasında önemli bir etken de bataryanın, contanın oturduğu ağzının yapısının bozulmuş olması olabilir. Eğer o metal kısımda yarılma, çizilme, bozulma olursa ve contanın esnekliği bu bozulmayı kapatacak kadar olmazsa conta değiştirilmesi de çözüm olmaktan çıkıyor. Bu durumda ilk akla gelecek şey, tüm bataryayı değiştirme zorunluluğu olsa da, aslında bir basit çözüm daha var. İlk bakışta bir bahçe musluğuna benzeyen, bataryaya göbekmiş gibi monte edilen, ucunda da elmas bir bıçak/ağız bulunan bir aparat var. Bu aparatı bataryaya vidaladıktan sonra musluk başı gibi olan kafasını kullanarak o yapısı bozulmuş metal kısmı bir anlamda traşlıyorsunuz ve su kaçıran yapısal bozukluğu gideriyorsunuz. 3-5 milyonluk bir alet bu. Alternatifi olan 70-80 milyonluk batarya değişimi düşünülünce denenebilecek, araştırılabilecek bir çözüm.

4.
"Oğlum canının çektiği birşey varsa söyle alalım, canının çektiği birşey varsa söyle yapalım" sorularına cevap veremediğimi görüyorum. Çok duyarsızlaştım, talepsizleştim, isteksizleştim. Bakalım sonumuz ne olacak. Bütün hafta bi bulgur pilavından başka birşey isteyemedim. Canım pek birşey çekmiyor gerçekten.


27 Ekim 2006 Cuma

Evin kattıkları - 2


Müzik.

Virgil Donati, Terry Bozzio, Bobby Jarzombek, Dave Weckl gibi insanları tanımama vesile oldu yine Çağdaş(kardeş). Bu kişiler progressive rock davulcuları, caz davulcuları gibi sınıflandırılabilir sanırım. Ama anlatmak yerine youtube ya da video.google dan bi aratıp davulun arkasında neler yaptıklarını incelemek ve biat etmek lazım. Ben bu hafta bunu gördüm. Birçok başka isim daha var doğal olarak, ama sadece bir seçki bunlar. Amma donati'yi kendime yakın hissettim.

http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=virgil+donati

http://www.virgildonati.com/
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=dave+lombardo

http://bobbyjarzombek.com
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=bobby+jarzombek
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=dave+weckl

http://www.daveweckl.com

Mike Portnoy'u saymadım evet. Yine hızlı karar verip çabuk uyuz olma davranışım çalıştı bu adam üzerinde.


Evin kattıkları - 1


Ekşi tarhana / Eşki tarhana ve tatlı tarhana.

Tatlı tarhana yarma(kalın çekilmiş, kaba buğday) ayran ve yoğurt ile az pişirilir. Sonra kurutulur.
Çorba haline getirilirken, yeşil biber ile birlikte yapılır. Basittir, tadı hoştur.

Ekşi tarhana: Yabani eriklerin çekirdekleri ayıklanır. Kaynatılır, sulanır, çekirdek ve kabuk çıkarıldıktan sonra yarma dökülüp tekrar kaynatılır. Tekerlek şeklinde kurutulur, saklanır. Çorba(aslında yemek) haline getirilirken, içine -özellikle- kemikli boyun eti, yeşil fasulye, karnı kara börülce, çokça sarmısak, yeşil biber ve yöresel olarak şeker pancarı eklenerek uzun süre pişirilir. Geç pişer.


Yöre: Antalya, Akseki. Hatta eski adı Gödene, yeni adı Menteşbey olan köy. Ama bunlar tüm yörede var.


23 Ekim 2006 Pazartesi

Zamana, Musibete ve Etme Bulmaya Methiye


Geldim, gördüm, yazıyorum.
Bazı tespitlerim oldu memlekette. Olurunu olmazını sordum soruşturdum. Lafı lafa kattım, laftan laf çıkardım. Süzdüm, ayıkladım, kemiğinden sıyırdım. Çıkanı sevdim. Olmayanı olur gördüm,
Keyiflendim.
Sebebi nedenden buldum. Neden oldu dertlendim, cevaplandım. Cevabı aldım, bi daha sordum. Taşı kaldırdım böceği gördüm. Beceği takip ettim, ağını buldum. Ağına baktım, söylenmemiş, takılmış laf gördüm. Anlattırdım, sonra yormadım, sormadım, yorumladım,
Hüzünlendim.
İyi biten iyidir diye bir lafı var ecnebi bir memleketin. Ona da kalaylı bir küfür ettim, içimden. Geçti ama deldi de geçti dedirtmez inşallah bu zaman, dedim şimdi yine, içimden.
Ama içim kıyıldı dinlediklerimden. Edilen binbir nasihat bir boka yaramaz ama yaramazın içini kıymaya yeter bir musibet, öğrendim.

Etme bulma dünyası gelişen teknolojiyle hızlı döner oldu. Artık bu dünya bu lafın edildiği zamandan çok daha hızlı dönüyor, eden de bulacağını aklı başında iken buluyor. İlginçtir, eden ettiğini ederken nasıl düşünmemişse, bulacağını bulduktan sonra da düşünmüyor pek. Demek ki dünya dönerken kafalar da zamanı ve bilgeliği sıfırlamak için tersine dönebiliyor.
'Keser döner sap döner, gün olur hesap döner' lafı da buraya nasıl da cuk oturuyor.


21 Ekim 2006 Cumartesi

HABER: Geldim, Antalya'dayım.

İyi bayramlar.


19 Ekim 2006 Perşembe

Yeni bir oyun vesilesi ile sobelendik


Dilay fly ile birlik olmuş yeni bir oyun icat etmişler. Sonra da ikinci nesil olarak bizi sobelemişler.

Bu oyunda sobeleyen size üç kelime veriyor ve bu kelimelerden bir hikaye yazmanızı istiyor. Budur durum. Sobelenen ben için pek bir gerginlik üreten bir hal oldu bu. Altından kalkamadım açıkçası. Kelimeler oyuncak ayı, acenta ve kilim idi. Bakalım neler çıkacak:


****************************************************************

Hikayemizin fantastik dünyasında herkes ve herşey rolleri değişmişler. İnsanlar en aşağılık ve zavallı konumlara düşmüşler. İnsanların klasik dünyada eziyet ettikleri her bir şey de üste çıkmışlar. Kediler başbakan olmuş gerçekten, sandalyeler de plajlarda güneşlenir olmuşlar aylarca. İnsan dışı her bir mahluk o kadar geniş bir vahaya yayılmış o kadar yayılmış ki, altta kalıp oyuncak olan insancıklar -hala fikirleri akıllarının içinde olduğu için- dünya bunlara yetmeyecek sanmışlar.
Ama şaşırtıcı bir şekilde o kadar kaynak, o kadar güzellik, o kadar keyif öyle bir dağılmış ki insan dışı tüm mahlukların arasında gören şaşkınlıktan gerisin geri tepetaklak düşmüş. Ortam sanki kalemle kağıtla çizilmiş, pergelle, gönyeyle ölçülmüş gibi hakça dağıtılmış mutluluktan geçilmiyormuş.
Bu ortam öyle bir ortammış ki tartışma, kavga bile olmuyormuş. Buna artık evlerin banyolarını ovan fırçaların yerine geçmiş olan insanla aynı evlerin salonlarını saçları ile süpüren insan bir anlam veremeyip, aslında olması gereken doğru durumun olmuş olmasına şaşırıp işlerinden arta kalan zamanlarında ardiyedeki yerlerinde tartışır olmuşlar. Yani bu halleri ile bile didişirmişler. Süpürge insan diğerine;
"Ben herşey tepetaklak olmadan önce iki güzel kızın annesiydim, kızlarım daha kreş yaşlarında iken bile kavga ederlerdi, aldığım barbi bebekleri, ken ile barbi'nin evleri, oyuncak ayıları, çiçekli yastıkları, ve bunun gibi birçok başka oyuncaklarını hiçbir zaman paylaşamazlardı, o bebekler hiç elleri kolları sağlam durmazdı. Nasıl oluyor da şimdi bize efendilik eden soda şişesi patronumuz ile ütü masası hanımımız hiç tartışmıyorlar. Bebekleri olan  çay bardağı ile çay kaşığı hiç kavga etmiyorlar. Şaştım kaldım"
deyiverince fırça insan olduğu yerde şöyle bir silkelenip üzerinde kalan son sabunlu suyu da atmış ve cevap vermiş;
"Ah kardeş anlayamıyorum ben de. Eski hayatımda bir turizm pazarlama firmasında çalışıyordum. O güzelim otelleri acentelerimize dağıtmak, onları koordine etmekti benim görevim. Biz ki o tatilleri satın alan kullanıcılarla hiç muhatap olmazken bile ne kavgalar olurdu firmalar arasında. Kaldı ki kısıtlı parasıyla ve zamanıyla en iyi tatili yapmaya çalışan insanlar birbirlerini yermiş duyduğumuza göre. Ama şimdi baksana ne kadar şen şimdi dünya. Biz bilememişiz bu güzelliklerin değerini. Birbirimizle didişmekten görememişiz etrafımızın güzelliklerini, müstahak bize bu yeni hal, değil mi. Çekeceğiz şimdi"
Bizim süpürge ile fırça böyle dertleşirken evin kahyası kilim yuvarlanarak ardiyenin kapısını açmış ve lütfen arkadaşlar demiş, biraz sessiz olalım:
"Çay bardağı ile çay kaşığı keyifle şıkırdayamıyor sizin hışırtınızdan"



****************************************************************

Bu kadar çıktı efendim. Sunalım beğeninize.

Şimdi bu sefer oyunu durdurmayacağım, devam ettireceğim.
Kelimeler: Süt, naylon ve krizantem
Bloglarının konseptine/kavramlarına ters olması kaygısına rağmen sobelemek istediklerim(eğer kabul ederlerse): hbasak ve zuleyla
Züleyla kendi görür buradan sanırım, Başak'ta ce-e-box var, oraya not bırakayım...

Saygılar.