Hürriyet'in arşiv sayfası çalışmıyor şu anda, gerçi çalışsa da herhalde 30 Ocak 1998 arşivde yoktur zaten. Dolayısı ile hiç üşenmeyip oturup yazmak en iyisi.
Önyargılıyımdır demiştim, hayatın parçalarının birbirlerine çok ince tellerle bağlandığına inanıyorum galiba. O bağların oluşturduğu ağın tamamını da algılayamadığımdan, -anca görebildiğim kadarını/ilk hissimi- sabit tutarım genelde. Butterfly'ın bir yazısında Serdar Turgut adının geçtiğini görünce aklıma geldi aşağıdaki yazı. Kesip dosyalamıştım. Bu makale benim tellerimin bağlandığı makaledir adam hakkında. Takip etmiyorum, okumuyorum artık ama kendisi hakkında fikrim değişmez sanıyorum. Buyrun:
Ek: Hürriyet'in günahını almışız. Kaynağından okumak isteyenler için;
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1998/01/30/26606.aspPandora Dolaşıyor*Aslında yaşam son derece trajik.
Birey olarak insanın mücadelesi de mümkün olduğunca trajediyi kendisinden uzak tutmaya yöneliktir.
Birçok kez bunu başaramasak da, gündelik yaşamın trajedisi gelip bizi vursa da yine de insanoğlu trajediyi kendisinden uzak tutma mücadelesini çoğunlukla kazanır.
Bu yolda elindeki en önemli güç de beynidir.
İnsan beyni bence çeşitli kutulardan oluşuyor. Biz bu kutuların hangisini açacağımız kararını son derece bencil olarak veriyoruz.
Beynimizdeki bazı kutuları hayatımız boyunca kapalı tutuyoruz.
Belki, sadece ölmemize saniyeler kala, 'hayatı film gibi gözlerinin önünden geçti' denen o an, kapalı kutuların tek tek açıldığı andır, kimbilir.
O kapalı kutularda unutmak istediğimiz, aklımıza katiyen getirmemeye çalıştığımız trajedileri, dramları, kötülükleri, acıları tutarız.
Bazı kutuları ise onlar kapanmaya gayret etse de, kapatmayız.
Yaşayabilmemiz, kendimizce dik kalabilmemiz için gereklidir o kutuların içindekiler.
Oralarda coşkularımız vardır. Suni keyif yaratma gücümüz oradadır.
Hayatın gerçeklerinden kaçış mekanizmaları da açık olan, olması gereken kutulardadır.
İnsanın ruh sağlığını dengede tutan, ikinci gruptaki açık kutuların sayısının birinci gruptakilerden fazla olmasıdır.
Bu yüzden de her insan potansiyel bir ruh hastasıdır. Dengeler bir anda öylesine değişir ve dipsiz bir kuyuya düşebilirsiniz ki, şaşarsınız.
Çünkü çoğu insan için birinci grup ile ikinci grup kutular arasındaki sayı farkı çoktan teke düşmüştür bile.
***
Kafka'nın dediği gibi, insanın temelde 'Yıkılması imkansız bir nüvesi' vardır.
Her insana göre değişir bu nüve.
Beynindeki kutuların hangisinin açık, hangisinin kapalı olduğunu da bu nüve belirler.
Ve yine
Kafka, insanın bu sonuçta yıkılması imkansız nüvesi nedeniyle her insanda bir 'suçluluk kompleksi' olduğunu da söyler.
Haklı
Kafka. Özellikle yıkılmamak için hayat gerçeklerini geri planlara iterek yaşayan beyinlerde suçluluk duygusu fazladır.
***
Aslında benim mizah yazarı olmam ve bunu hala sürdürebilmem bir mucize gibi geliyor bana.
Çünkü benim beynimdeki kutuların sayısı çok fazla, bunu biliyorum.
Trajedileri, dramları koyup gömdüğüm kutuların sayısı da hayli çok.
Üstelik onlar rahat da durmuyorlar.
Kutuları içinde vampir varmışcasına kilitlediğim, üzerine çiviler çaktığım halde içeridekiler çıkmak için sürekli çırpınıp duruyor.
Ben onları bastırmak, sayısal üstünlüklerini azaltmak için beynimde sürekli yeni 'trajediyi unutturucu' kutular açıyorum.
Yıkılmamak için mecburum buna.
Kendim de dahil her şeyle alay etmek de bu yeni kutulara pek uyuyor.
Trajediyi itip, yaşamı mümkün olduğunca güzel kılarak yaşayıp gidiyorum.
Zaman zaman size çaktırmasam da birinci gruptaki kutuların sayısı birden üstünlük kazanıyor. Mücadele ederek onları azaltmayı hala başarıyorum.
***
Ama iki gündür bu direcimi ciddi bir şekilde kaybettim.
Çok ciddi bir psikolojik darbe yediğimin bilincindeyim. Bunu fark edebildiğim için ruhsal dengemin henüz o geri dönüşü zor olan sınırı aşmadığını biliyorum.
Ama zor toparlamaktayım kendimi.
Bu yazıyı da bunun için yazmak zorundayım.
Dün
Ertuğrul Özkök'ün yazısından sonra vazgeçer gibi oldum ama yapamadım, çünkü eğeer yazarsam bunun kafamda sonuna kadar açılmış olan kutuların bazılarını tekrar kapamama yardımcı olacağına inanıyorum.
***
Geçici olarak belki kendimi toparlayacağım ama televizyondaki o görüntüleri unutabilmem mümkün değil.
Gazi astsubayımız psikolog hemşireye
'Elimi tut' diyor.
Ama iki eli de dirsekten kopmuş. Bunu bilmiyor çünkü gözleri de kör olmuş mayın patlayınca.
Gencecik hemşire hanım dirseğinden tutuyor onu.
Komutanı "
Evladım ne istersin" diye sorunca "
gözlerimi" diyor.
Başka bir odadayız. Duvarda futbolcuların resimleri var. Fenerbahçe posteri asılı.
Kamera yana kayıyor. Ve yataktaki gencecik adamın iki bacağı da yok.
***
Orada daha çok böyle görüntü var.
Üç yıl kadar önce bu gençlere sahip çıkılmasını isteyen bir dizi yazı yazmıştım.
O günden bu yana onları ziyarete gideyim diyorum. Ama korkuyorum. Beynimdeki kutuları o ziyaretten sonra ya hiç kapayamazsam diye panikliyorum.
Onları tabii ki hiç unutmuyorum, ama yaşamımı kendi dengelerim içinde sürdürebileceğim darbeyi yemekten de böylece kaçıyorum.
Evet, itifar ediyorum bu temelde korkak bir denge ama durum böyle.
Şimdi yine yeni bir hafta başlayacak. Pazar günü sizi yine gülümsetmeye çalışacağım.
Yazının okunma süresi iki dakikaysa size iki dakikalık kaçışlar yaratmak için didinip duracağım.
Ama haydi gelin hep birlikte birşeyler yapalım. Bu gazi gençleri, denildiği gibi "
Gerçek kahramanları" hiç unutmayalım ve unutturmayalım.
* Serdar Turgut, Renkler, 30 Ocak 1998, Hürriyet