30 Ekim 2006 Pazartesi

Olasılık Emmisi


Nedenselliği incelediğimiz bir başka Direkler yazımız fasülye başlıklı idi. Orada kevserbanu'dan gelen bir yorum aslında bu konudan da önce beynimizi kaşıyan olasılık konusunu hatırlattı.

Gelen soru nedensellik zorunlu bir ilke midir? sorusuydu.

Cevap:
Bilemeyiz. Olabilir de olmayabilir de. Hayatta herşey olasıdır. Nedensellik de ilk patlatıldığında herşeyi çözen bir denklem olarak tanıtılmıştır tahminen. Ama sonra didiklendikçe onun da kaypak yanları ortaya çıkmıştır. Bu yanlar iyice çoğalınca ve tahammül edilemez hale gelince yerine geçecek yeni bir ilke ortaya atılmıştır. Buna bilimsel çalışma metodu diyebiliriz. Zaten teknoloji felsefesi disiplininden anladığım basit bir şey bilimin temellerinin çamurda olduğu idi. Bu genelleme nedensellik ilkesi için yapılmış bir yargı değil, genel bir genelleme.

E durum böyleyken bugün ak olanın yarın bok olmaması için hiç bir sebep yok. Dolayısıyla insan da hayatta herşey mümkün, herşey olası diyerek kendi pozisyonunu/pozisyon çeşitliliğini ona göre belirlemeli.

Burada karşı tez ya da düzeltici olarak not edilmesi gereken konu ise; bu fikirle kararlar almaktan imtina etmek, elini eteğini işlerden çekmek, sorumluluğu başkalarına bırakmak ve gerekçe olarak da oynak dünyayı gösterip bir de delikanlı olsaydı yuvarlak olmazdı demek bir kaçıştır. Bu kaçışı en azından kendimize itiraf ederek uyum sağlama yetimizi geliştirmeye başlamalıyız.

Olası dünyanın olası sonuçlarına hazırlanıyor gibi yapmakla uğraşıyor, yaşar gibi yaparak vaktimizi dolduruyoruz.


29 Ekim 2006 Pazar

HABER: Döndüm, Ankara'dayım.


1.
Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun.

2.
10 kadar sinek ısırığı getirdim yanımda. Ne istediniz ki küçücük serçe parmağımdan üç kez ısırarak. (Küçük mü, ufal da cebime gir)

3.
Acentadan falan, bir şekilde uğurlanıyorum ama hiç karşılanmadım sanırım şu ana kadar. Bunu bu saatte hiç yorumlamayayım.


28 Ekim 2006 Cumartesi

Sorulu sobelenme

Yine sobelendik. Bu sefer de Nur ( nurunsepetindekiler ) beni sobelemiş.
Bu daha kolay bir oyun ama. Aşağıdaki soruları cevaplıyoruz. Buyrun:

1-Benim hakkımda en çok merak ettiğin şey?


Gökhan Özen'i neden bu kadar çok seviyorsun. Sizin yaşıtlar neden bu adamı bu kadar seviyorlar.

2-Sence ben kime benziyorum?


Daha siteni yeterince ayrıntılı inceleyemedim ama sanırım; senden daha büyük ablalarına benziyorsun. Çokça da annene benziyorsundur.

3-Kısaca blogla uğraşmandaki amacın nedir?

  • İz bırakmak derdindeyim.
  • Yeterince biriktirdim sanırım, artık paylaşmak derdindeyim.
  • Yazma alışkanlığı edinmeye çalışıyorum.
  • Yeni bir meşgale, stres atma yöntemi bulmaya çalışıyorum.
4-C-Box kutusunun blogdaki amacı nedir?


Yazılar ve yorumlar yeterince hızlı haberleşme araçları değiller. Paylaşım için iyiler ama bir de hızlı haberleşme, konuşma ihtiyacı var insanların. Cee-boks kutuları bu derdimize derman oluyor.

5-Blogda yorum yazmanın amacı nedir?


Yazara okudum seni demeye çlışıyorum. Bazen de okudukların hakkında kafamda soru işaretleri ya da farklı fikirler beliriyor, onu yazarak sormak/paylaşmak için en iyi yol yorum.

6-Bloglarda yazışan kişiler neden tanışmak isterler?


Bir iletişim ortamı burası. Aslında yazılarla tanışıyoruz. Soru eğer yüzyüze gelmekten bahsediyorsa, o iletişimin biraz daha ilerletilmesi, daha doğrudan yollar kullanmak. Daha çok zaman geçirmek.

-------------------

Hızlıca bitti valla bu sobelenme. Ama blogcu sağolsun ilk cevaplarımı uçurdu. Umarım bu sefer yazdıklarımda birşey atlamamışımdır. Şimdi zor kısım. Bene kimseyi sobeleyemeyeceğim. Başak'ı daha yeni sobeledik. Hem o sobelenme dönüp kendisini yeniden bulmuş :) Sobelenmekten hoşlanmayanlar var, hoşlanıp hoşlanmadığını bilmediklerim var. Bilemedim. Aslında beni okuduğunu bildiğim 2-3 hanım blogcu var aklımda ama yok isim zikredemeyeceğim. Gönüllü ebe olmak isteyenler buyursun.
Saygılar.

Evin kattıkları - 3 ve 4


3.
Orjinal ECA contaları artık o kadar da yumuşak değil. Belli bir gerekçesi vardır illa ki ama, contanın eskidiğini sertleşmesinden, ezilmesinden anlamaya çalışmak hata oluyor. Musluğun su damlatmasında önemli bir etken de bataryanın, contanın oturduğu ağzının yapısının bozulmuş olması olabilir. Eğer o metal kısımda yarılma, çizilme, bozulma olursa ve contanın esnekliği bu bozulmayı kapatacak kadar olmazsa conta değiştirilmesi de çözüm olmaktan çıkıyor. Bu durumda ilk akla gelecek şey, tüm bataryayı değiştirme zorunluluğu olsa da, aslında bir basit çözüm daha var. İlk bakışta bir bahçe musluğuna benzeyen, bataryaya göbekmiş gibi monte edilen, ucunda da elmas bir bıçak/ağız bulunan bir aparat var. Bu aparatı bataryaya vidaladıktan sonra musluk başı gibi olan kafasını kullanarak o yapısı bozulmuş metal kısmı bir anlamda traşlıyorsunuz ve su kaçıran yapısal bozukluğu gideriyorsunuz. 3-5 milyonluk bir alet bu. Alternatifi olan 70-80 milyonluk batarya değişimi düşünülünce denenebilecek, araştırılabilecek bir çözüm.

4.
"Oğlum canının çektiği birşey varsa söyle alalım, canının çektiği birşey varsa söyle yapalım" sorularına cevap veremediğimi görüyorum. Çok duyarsızlaştım, talepsizleştim, isteksizleştim. Bakalım sonumuz ne olacak. Bütün hafta bi bulgur pilavından başka birşey isteyemedim. Canım pek birşey çekmiyor gerçekten.


27 Ekim 2006 Cuma

Evin kattıkları - 2


Müzik.

Virgil Donati, Terry Bozzio, Bobby Jarzombek, Dave Weckl gibi insanları tanımama vesile oldu yine Çağdaş(kardeş). Bu kişiler progressive rock davulcuları, caz davulcuları gibi sınıflandırılabilir sanırım. Ama anlatmak yerine youtube ya da video.google dan bi aratıp davulun arkasında neler yaptıklarını incelemek ve biat etmek lazım. Ben bu hafta bunu gördüm. Birçok başka isim daha var doğal olarak, ama sadece bir seçki bunlar. Amma donati'yi kendime yakın hissettim.

http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=virgil+donati

http://www.virgildonati.com/
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=dave+lombardo

http://bobbyjarzombek.com
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=bobby+jarzombek
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=dave+weckl

http://www.daveweckl.com

Mike Portnoy'u saymadım evet. Yine hızlı karar verip çabuk uyuz olma davranışım çalıştı bu adam üzerinde.


Evin kattıkları - 1


Ekşi tarhana / Eşki tarhana ve tatlı tarhana.

Tatlı tarhana yarma(kalın çekilmiş, kaba buğday) ayran ve yoğurt ile az pişirilir. Sonra kurutulur.
Çorba haline getirilirken, yeşil biber ile birlikte yapılır. Basittir, tadı hoştur.

Ekşi tarhana: Yabani eriklerin çekirdekleri ayıklanır. Kaynatılır, sulanır, çekirdek ve kabuk çıkarıldıktan sonra yarma dökülüp tekrar kaynatılır. Tekerlek şeklinde kurutulur, saklanır. Çorba(aslında yemek) haline getirilirken, içine -özellikle- kemikli boyun eti, yeşil fasulye, karnı kara börülce, çokça sarmısak, yeşil biber ve yöresel olarak şeker pancarı eklenerek uzun süre pişirilir. Geç pişer.


Yöre: Antalya, Akseki. Hatta eski adı Gödene, yeni adı Menteşbey olan köy. Ama bunlar tüm yörede var.


23 Ekim 2006 Pazartesi

Zamana, Musibete ve Etme Bulmaya Methiye


Geldim, gördüm, yazıyorum.
Bazı tespitlerim oldu memlekette. Olurunu olmazını sordum soruşturdum. Lafı lafa kattım, laftan laf çıkardım. Süzdüm, ayıkladım, kemiğinden sıyırdım. Çıkanı sevdim. Olmayanı olur gördüm,
Keyiflendim.
Sebebi nedenden buldum. Neden oldu dertlendim, cevaplandım. Cevabı aldım, bi daha sordum. Taşı kaldırdım böceği gördüm. Beceği takip ettim, ağını buldum. Ağına baktım, söylenmemiş, takılmış laf gördüm. Anlattırdım, sonra yormadım, sormadım, yorumladım,
Hüzünlendim.
İyi biten iyidir diye bir lafı var ecnebi bir memleketin. Ona da kalaylı bir küfür ettim, içimden. Geçti ama deldi de geçti dedirtmez inşallah bu zaman, dedim şimdi yine, içimden.
Ama içim kıyıldı dinlediklerimden. Edilen binbir nasihat bir boka yaramaz ama yaramazın içini kıymaya yeter bir musibet, öğrendim.

Etme bulma dünyası gelişen teknolojiyle hızlı döner oldu. Artık bu dünya bu lafın edildiği zamandan çok daha hızlı dönüyor, eden de bulacağını aklı başında iken buluyor. İlginçtir, eden ettiğini ederken nasıl düşünmemişse, bulacağını bulduktan sonra da düşünmüyor pek. Demek ki dünya dönerken kafalar da zamanı ve bilgeliği sıfırlamak için tersine dönebiliyor.
'Keser döner sap döner, gün olur hesap döner' lafı da buraya nasıl da cuk oturuyor.


21 Ekim 2006 Cumartesi

HABER: Geldim, Antalya'dayım.

İyi bayramlar.


19 Ekim 2006 Perşembe

Yeni bir oyun vesilesi ile sobelendik


Dilay fly ile birlik olmuş yeni bir oyun icat etmişler. Sonra da ikinci nesil olarak bizi sobelemişler.

Bu oyunda sobeleyen size üç kelime veriyor ve bu kelimelerden bir hikaye yazmanızı istiyor. Budur durum. Sobelenen ben için pek bir gerginlik üreten bir hal oldu bu. Altından kalkamadım açıkçası. Kelimeler oyuncak ayı, acenta ve kilim idi. Bakalım neler çıkacak:


****************************************************************

Hikayemizin fantastik dünyasında herkes ve herşey rolleri değişmişler. İnsanlar en aşağılık ve zavallı konumlara düşmüşler. İnsanların klasik dünyada eziyet ettikleri her bir şey de üste çıkmışlar. Kediler başbakan olmuş gerçekten, sandalyeler de plajlarda güneşlenir olmuşlar aylarca. İnsan dışı her bir mahluk o kadar geniş bir vahaya yayılmış o kadar yayılmış ki, altta kalıp oyuncak olan insancıklar -hala fikirleri akıllarının içinde olduğu için- dünya bunlara yetmeyecek sanmışlar.
Ama şaşırtıcı bir şekilde o kadar kaynak, o kadar güzellik, o kadar keyif öyle bir dağılmış ki insan dışı tüm mahlukların arasında gören şaşkınlıktan gerisin geri tepetaklak düşmüş. Ortam sanki kalemle kağıtla çizilmiş, pergelle, gönyeyle ölçülmüş gibi hakça dağıtılmış mutluluktan geçilmiyormuş.
Bu ortam öyle bir ortammış ki tartışma, kavga bile olmuyormuş. Buna artık evlerin banyolarını ovan fırçaların yerine geçmiş olan insanla aynı evlerin salonlarını saçları ile süpüren insan bir anlam veremeyip, aslında olması gereken doğru durumun olmuş olmasına şaşırıp işlerinden arta kalan zamanlarında ardiyedeki yerlerinde tartışır olmuşlar. Yani bu halleri ile bile didişirmişler. Süpürge insan diğerine;
"Ben herşey tepetaklak olmadan önce iki güzel kızın annesiydim, kızlarım daha kreş yaşlarında iken bile kavga ederlerdi, aldığım barbi bebekleri, ken ile barbi'nin evleri, oyuncak ayıları, çiçekli yastıkları, ve bunun gibi birçok başka oyuncaklarını hiçbir zaman paylaşamazlardı, o bebekler hiç elleri kolları sağlam durmazdı. Nasıl oluyor da şimdi bize efendilik eden soda şişesi patronumuz ile ütü masası hanımımız hiç tartışmıyorlar. Bebekleri olan  çay bardağı ile çay kaşığı hiç kavga etmiyorlar. Şaştım kaldım"
deyiverince fırça insan olduğu yerde şöyle bir silkelenip üzerinde kalan son sabunlu suyu da atmış ve cevap vermiş;
"Ah kardeş anlayamıyorum ben de. Eski hayatımda bir turizm pazarlama firmasında çalışıyordum. O güzelim otelleri acentelerimize dağıtmak, onları koordine etmekti benim görevim. Biz ki o tatilleri satın alan kullanıcılarla hiç muhatap olmazken bile ne kavgalar olurdu firmalar arasında. Kaldı ki kısıtlı parasıyla ve zamanıyla en iyi tatili yapmaya çalışan insanlar birbirlerini yermiş duyduğumuza göre. Ama şimdi baksana ne kadar şen şimdi dünya. Biz bilememişiz bu güzelliklerin değerini. Birbirimizle didişmekten görememişiz etrafımızın güzelliklerini, müstahak bize bu yeni hal, değil mi. Çekeceğiz şimdi"
Bizim süpürge ile fırça böyle dertleşirken evin kahyası kilim yuvarlanarak ardiyenin kapısını açmış ve lütfen arkadaşlar demiş, biraz sessiz olalım:
"Çay bardağı ile çay kaşığı keyifle şıkırdayamıyor sizin hışırtınızdan"



****************************************************************

Bu kadar çıktı efendim. Sunalım beğeninize.

Şimdi bu sefer oyunu durdurmayacağım, devam ettireceğim.
Kelimeler: Süt, naylon ve krizantem
Bloglarının konseptine/kavramlarına ters olması kaygısına rağmen sobelemek istediklerim(eğer kabul ederlerse): hbasak ve zuleyla
Züleyla kendi görür buradan sanırım, Başak'ta ce-e-box var, oraya not bırakayım...

Saygılar.

Hah Özlem Özdil


An itibariyle Özlem Özdil trt4'de programda konuk. Programın adı Katre'dir :)
Ben bu kızı pek seviyorum. İlginç bir havası var. Çekici bir soğuk, sinirli bir çalış tekniği ve çatık kaşlar. İşine saygılı bir duruş...
Birşeyler söyler ve ben yetişebilirsem yazacağım bu yazıya devam olarak.

Ayrıca içimde kalmış alakasız not: İki önceki yazı umduğum ilgiyi görmedi. Mutsuzum ( Düdük, sana kaç yıldır umma, umarsan ezilirsin dedik, dinletemedik. Git Direkler'e yaz da unutma bi daha )


Uzakların Türküsü - Dursun Özdil(Özlem'in babası)

Karanlık bir akşamüstü
hüzünlü gezer olmuşum
Gözüm dalar uzaklara
Bir hayal rüya olmuşum (?)

Şehir yanar deniz susar
Fabrikalar zehir kusar
Bize benzemez buralar
Kendime diyar bulmuşum (?)

Başımda savulan insan
Gündeme gelir bu isyan
Özdilim yıpranmış bu can
Bir hayli ziyan olmuşum

Not: kızın ağzının içine girdim, yine de anlayamadım son satırları hep...

*****

Gözlerin Eladır Yar - Sinan aygül (?)

Gözlerin eladır yar
Hicrin bir yaradır yar
Derdimin dermanıdır yar
....

Gözlerini süzme yar
yüreğimi üzme yar
senden başka kimim var
benden tez tez küsme yar (?)

Taze bahar gülümsen
yar benim sevgilimsen
serhat kalksın göre y (?)
başımın tacısın sen

---Çok hızlı, dağıldım.---

Köpek ve Güç, Nereye götürecek bizi bakalım


Havlayan köpek ısırmaz diye bir deyiş var bizde. Isıran köpeklerin ise vukuatları öncesi havlayıp havlamadıklarını bilmiyorum. Ama emin olduğum birşey var ise o ısırmadan havlayanlar korktukları için başımızı ağrıtmaktalar.
Köpeklerden çıkıp dünyayı kurtaramayacağımı biliyorum ama böyle başladık bakalım bir ödeve daha.

Toplamda zayıf olan, elinde her ne varsa onunla, üstünlük sağlamaya çalışıyor. Ya da belki üstünlük sağlamaya değil de sadece kendini korumaya çalışıyor. Ama öyle bir bağlamda, bulunduğu ortama etki ediyor ki(havlıyor) aynı bağlamın edilgeni kendi algı çerçevesinde altını pisletiyor(insan).
Ayrıca o insan bu gerekçe ile(korku yine) o köpeğe karşı hazırlıklı olarak koşuya çıkıyor bir sonraki sefer. Hatta köpek ısırmayacağı halde kafasına sopayı yiyor ve kin besliyor o iki ayağı üzerinde duranlara.
Yani insan ahmedi mehmed, köpek de köteği köfte sanıyor.

Yani tamamen yanlış anlaşmalar(iletişim kazaları) sebebi ile yeni güç dengeleri kurulmaya çalışılıyor.
Yani güç sahibi olma ihtiyacının gerekçesi gerçek değilmiş, o ortaya çıkıyor.
Yani güç sahibi olma talebi, kendi kendini büyüten bir kartopu gibi, çarkları döndürüyor gerçek olmayan ihtiyaçların üzerine kurularak.
Yani bu talep kendi dünyasını yaratıyor, kalanları içine çekiyor.
Hani dünyayı kurtarmayacaktın Çağlar derseniz, kurtaramadım, tespit ettim diyeyim.



Peki o köpekler korktuğumuzu hissederlerse saldırıyorlar, bu ne demek...


Not: Yazıları biraz gezmiş birisi iletişim, güç ve benzeri farklı kısımlarda ele alınmış konuların birbirlerine yaklaşmaya başladığını farketmişlerdir. Büyük denklemi yazmak için biraz daha ilerledik gibi.

18 Ekim 2006 Çarşamba

Kelebek etkisi ya da bulanık beyinli Çağlar bugün ne iş işlemiş


Çocuklar için; noktaları birleştirin, bakalım ne resim çıkacak ortaya resimlerini hatırlar mısınız. Hatta sonra boyanırdı da içleri, güzel olurdu.

Bir mıh bir nal,
bir nal bir at,
bir at bir yiğit,
bir yiğit bir devlet

diye bizim kültürümüzde anlatılan olguyu ecnebi, kelebek etkisi diye teori yapmış. Bugün fransıza uyuz oluyoruz, alınmış pejoyu yakmak yerine alma kararlarımızı yerli malına doğru yöneltmeye çalışsak mümkün olduğunca, iyi olur kanaatindeyim. Fikirde de yerli malı kullanmak diye bir yerli malı fikir atayım ortaya. Diyeyim ki kaos teorisini örneklerken börtü böcek yerine atlı, yiğitli, devletli örneklemimizi kullanalım. -Bakın bu paragraf mis gibi tartışılabilir, fikrin ulusu olur mu diye...Dikkat,  biliyorsunuz karşılıklı tartışma istemiyorum yorumlarda, buyrun herkes kendinisininkini koysun yorumlara, bilelim, öğrenelim. Nedir bu böyle saçma girizgah diyenleri aşağı alalım;

Gündelik hayatta da olmadık noktalar olmadık başka noktalarla birleşiyor, ilginç bir resim çıkıyor ortaya. Sürekli gidiyorum dediğim bir lokanta var demiştim ve daha önce bahsetmiştim Boğaz kısmında Yörükhan Güveç'ten. Bugün oradaydık yine şirketten insanlarla, üstümüze 3 paket tanıdık geldi, komik oldu. Tanıdığın tanıdığı vardı, oradan onu buradan bunu topladık, bilgilendik. Avrupa'nın birleşip tepemize binmesinden girdik, Irak'ı Suriye'ye kattık Van Gölü'nden çıktık helikopter'e takılı havadan havaya roketle. Arada da Ümitköy'ün ve Çayyolu'nun en ünlü ve ruhsatsız mekanları hakkında malumat sahibi olduk takviye olarak.
Neyse, beyin çorbasını uzatmayayım derken aklıma içtiğim çatalhöyük çorbası, yediğim sebze güveç, gavurdağı salatası, sarma, frik/frig/firik ?? pilavı ve güllaç geldi. Düşünürken yine doydum bakın. Ağzı sulanmış olup da bizim bu mekana gitmek isteyenler için aşağıda ufak bir resim var. Resmin sol üstü Çetin emeç ile Türkocağı'nın kesiştiği kavşak. Dolayısı ile resmin üst tarafında boydan boya olan cadde Çetin emeç. Sağ taraftan yani Kızılay yönünden gelecekler Aşağı öveçler 4'ten girecekler ve o beyaz çizgiyi pazar yerinin karşısındaki mekana kadar takip edecekler. Sol taraftan yani Konya yolu tarafından gelmek isteyenler de Çetin emece çıkıp ikinci bat-çık'tan önce 6. caddeye girerlerse ve yine beyaz çizgiyi takip ederlerse iyi olacaktır. 2. bat-çık'ı da kullanıp sonrasında 6. caddeye girenlere oha ya da Çağlar diyebilirsiniz. Ha bir de "kardeşim el kadar foto koymuşsun, birşey anlamadık biz, yön duygumuz da pek bir zayıf" diyenler olabileceğini düşünerek mekanın koordinatlarını vereyim ki ne kadar uzgörülü bir insan evladı olduğum bilinsin:
39 derece 53 dakka 25,97 N; 32 derece 49 dakka 31,40 E  (Valla doğrusu nasıl yazılıyor bilmediğim için böyle yazdım. O damak mutluluğu için bunu kendiniz çözeceksiniz)

Arkadaş anladık da niye bu kadar çekiştiriyorsun bu Güveç restorantını diye düşünenler için ise; senelerdir orada yediğimi, sadece yemek için değil sohbet için de oraya gidebildiğimi, kendimi mekana ait hissedebildiğimi ya da mekanı kendime ait hissedebildiğimi, geçen sene kolumu kırdığımda bana bakmaya gelen anne-babanın beni buranın sahiplerine emanet ettiklerini söyleyebilirim ya da size ne kardeşim, uyuz oluyorsanız okumayın da diyebilirim. Budur:



Günün özetini tersten yazdığımın farkındayım fakat öyle başladık bir kere. Öyleyse şirketten Güveç'e gelirken arabada dinlediğimiz müzik ve o anda yaptığım çıkarımdan da bahsedeyim. Arabayı bizim Ömer gün içinde kısa bir iş için almıştı, radyoda Radyo Ostim ayarlamış. İsmi tam doğru yazmamış olabilirim ama önemli olan bu kanalın tarzının Ankara havası olması, dur aslında kibarca yazmaya gerek yok doğrudan Sincan tarafından Turgut, Namık vb. isimli arkadaşlarımızın belli bir tarzdaki türkümsülerinin bu kanalın ana kan damarı olduğunu doğru anlamış bulunduk. Mis gibi de eğlendik. Ne dedi şair türküde: "8x4 getir kokamıyoom, gelin de kör olsun duramıyooom" Bu kadar özgün bir türkü idi işte. Biz ise akşam trafiğinde her sürücünün bu ve benzeri kanalları dinlemesi ve sinirlerini asfalta gömmesi gerektiğinde karar kıldık. Eskişehir yolunda arabanın içinde haydi eller havaya yapanlar da bizdik yani. Hande müzik dinlemek için araç sürmüş bugün, biz de böyle bir nazireyi bilmeden yapmışız. Böyle işte.

Günün başından buraya kadar olanını unuttum sanırım. Yetsin bu kadarı
Saygılar.

Not: Güne dair birşeyler yazmak kolay. Ama sobelenme ödevimin olduğunun, iletişim konusuna devam etmem gerektiğinin, Taslak'da söylediğim ve eksik kalan konuların kaldığının, okumam gereken siteler olduğunun farkındayım. Ama onlar daha fazla konsantrasyon ve enerji istiyor, doğruya doğru. Tamam, tamam sallanmam.
Not2: Şöyle ilginç bir noktaları birleştirme vukuatı da olmuş: Birileri Güveç'i başka birilerine anlatmış ama tarif edememiş bir sebepten, sonra o başka birileri webden(web değil o google) aramış, hasbel kader(böyle mi yazılıyor bu) biz çıkmışız, laf dönmüş dolaşmış mekanın sahiplerinden bize geri gelmiş. Eğlenceli. Demem o ki bir blog nasıl, nerelerden, hangi ince tellerle nerelere bağlanıyor...

16 Ekim 2006 Pazartesi

796K

Sanki başka hiç işim yokmuş gibi, sanki yarınki derste yerin dibine geçmeyecekmişim gibi oturdum, burada şu ana kadar yazdığım yazıları yedekleme derdine düştüm. Yanlış hatırlamıyorsam daha önce bu yönetim penceresinde Blog Yedekle diye bir işlev vardı, kaybolmuş ya da ben bulamadım. Çözüm olarak oturdum, yazıların kalıcı bağlarını (sayılardan oluşanlar) topladım, bilgisayara indirdim toptan. Sonra ne yapmışım bi baktım:

ibook-g4:~/cbarsiv/cbozel/cblog/16102006 cb$ du -hs *
4.0K    komut
796K    www.blogcu.com
4.0K    yaziliste


Yekün üstte. 796K. Kurduğum arşivleme mekanizmasının yapısı gereği bu 796 kilobayt'ın içinde yapılan yorumların yanında, yan menüler, cart curt da var. Yani benim emeğim pek daha azı. Yani birkaç aydır debeleniyorum buralarda. Yani ara toplam herhangi birimizim canı sıkılıp cep telefonuyla çekeceği herhangi bir resmin kapladığı alandan daha az. Yani bitlerin baytların bu boyutta hüzün vereceğini oturup düşünsem, tahminleyemezdim.
796K, peh.





15 Ekim 2006 Pazar

Hahayt süperim.


Kısa gün raporu:
Kalktım, aile ile bibuçuk saat sikaype muhabbeti yaptım. Gökhanla lafladım. Günlükleri gezdim. Çamaşır koydum, dönüyor. Dükkana gidip balıkları yemledim. Arada sinir olduğum, kumandamın televizyona komuta edememesi problemimi de çözeceğimi tahminlediğimden dükkana giderken işbilmez kumandayı yanıma aldım. Şirkette söktüm asiyi. mis gibi temizledim. isopropanol buldum, onunla da sildim. Geldim bi denedim, karar verdim,
Süperim.


14 Ekim 2006 Cumartesi

Gönül yaylarını zın zın ettiren reklamlar


Yine bir deneysel çalışmaya hoşgeldiniz. Geçen gün aklıma, izlediğim reklamlara ne kadar kızdığım, gözüme hep birşeylerin takıldığı, mantık hataları yakalayıp durduğum geldi. Çabuk sinirleniyorum, hatta küfür falan ediyorum bu harika dehalara. Kendi kendimi eleştirmek için bir deney yapayım dedim. Bir reklam paketi yakalayıp başından sonuna tüm reklamları not edip saçma gelen noktaları yazacağım. Bakalım ne kadar düz, ne kadar eğrilermiş.

şov haber sonrası, dizi öncesi 10 dakika kadar bir reklam denkgelmek üzere, önce hızlı not alıyorum alta, sonra düzelteceğim:

aha düzelttim. Buyrun. Değerlendirme en altta.
  1. kokakola mutlu sofra, el çabukluğu işçiler, aile, neşe, millet koladan mu mutlu oluyor birader. iftar vaktiyle herkes kolaya yapışıyor. kolanın sofrada tuzu olcakmış tatlı tadıyla. iftarı sömürüyorlar. Eğer bu küresel düşün, yerel uygula politikası ise gözüme batıyor. Çünkü bu ürün bizim yerel kültürümüze uymuyor ki. kola bana sokak hatırlatıyor. Geleneksel sofra değil.
  2. her eve son sürat internet. telekom, intel, mikrozort işbirliğiyleymiş. bi kere adsl mi son sürat. buna peah demek istiyorum. ayrıca biraz içini bildiğimizden bu eski teknolojinin yığın halde kaktırılması olarak algılıyorum bu projeyi. 
  3. worldkart'ın mor balgamları saltanat kayığında. indirim reklamı bu. kartımızda 50 liralık alışveriş yapacakmışız da şu kadar puan alacakmışız. indirim versene, o puanı ne yapacam ben, ne olacak, harcayacağım. çünkü başka yapabilecek birşey yok. e ben 40 liralık alışveriş yapacaktı isem ve heyecanlandı isem yüzeyselce, 10 lira daha mı harcayacağım. bu sayede de 5 lira daha fazla harcama imkanı kazanacağım. e bu ihtiyaç desteği olmayan talep yaratma değil mi. evet öyle. 
  4. antalya'ya 60 kilometre kalan kent reklamı. bir antalya'lı olarak sanırım o yolun antalya yolu olmadığını söyleyebilirim. ama bu kabul edilebilir. bayramın en büyük hediyesi sevdiklerin gülümsemesi. peki bu da doğru. iyi de kar yağan yer neresi. bu bayramda nereye köpükten kar yağdı. hadi neyse. 
  5. opet buz altında kit. -20 donma noktası. 1 kasımdan itibarenmiş. reklam zaten arkada cem yılmaz, kara şimşek edalı gitt ile abzürt. bunu dışında mantığına diyecek birşey yok.
  6. topuklu kadın. çikolata kadını. ve saçını çok yıkamak istemeyen kadın. ıykarken saçını yıpratmak istemiyormuş. saçını asitle mi yıkıyon. herkes zaten senin bir eski modelini kullanıyor. e noldu.
  7. nescafe 3ü biraradaymış. 3 elemanın(oğlan) reklamı. karışım kelimesini karisim diye yazmışlar. bi kere ürüne kılım. nerde kaldı damak tadı. nerede kaldı kendi ayarımız.
  8. pronto. fiber başlıklı kadın. aman kadın değil toz alıcı işte. kıçında aleti sallıyo. işi bitince atıyon, yıkayıp neden yeniden kullanamıyoruz. çok mu zenginiz o kadar lüks yapacak.
  9. birbirlerini bekleyeneler. neydi bu reklam. ha ülker bayramlar gülmek ister. ülker şeker reklamı.  reklam iyi klasik bayram sömürüsü, o kadar. 
  10. kelebek yemek odası şu kadar liraymış. 
  11. cipso patos otobüsü, gıcık bir müzik. ne kadar saçma elemanlar. herkes dj? 
  12. kelebek oturma grubu bu kadar liraymış.
  13. dr. ötker puding. herkes yiyor. kan şekerleri tavan yapacak. 
  14. gimadaki indirim karagöze söyletilmiş. karagöze ne gimanın indiriminden.
  15. bp ultimate 270 cc performans artışı sağlıyormuş düzenli kullanımda. ne demek yahu 270 cc performans artışı. 3000 cc bi aracım var, düzenli kullandım, yüzde 10 performans, iyi süper. peki 1200 cc bi aracım var, yüzde 22 performans. hade len.
  16. yapıkredi balgamları araba sürüyor. bu yekten saçma zaten. 
  17. opet fullforce 97 oktan benzin. yine fughhfughh yapan gitt.  neyse. 
  18. carrefur davulla reklam. ucuzluk reklamı yapıyor. yapsın herifler. fransız markası ya :)
  19. bp ultimate 270 cc performans artışı ne demek yahu --gene--
  20. ülker ece bambaşkaymış. çukulata. ne başka, fındıkla çukulata işte.
  21. castrol seçkin mühendisleri motor düşmanlarına karşı savaşıyormuş. yağı koyuyon araba çalışıyor soğukta. yağı koyuyon tır güçleniyor. yağın ötesindeymiş. nerede peki. olur mu böyle şey birader. bak yine kendi bacağına sıkıyor adam. sen bi alt model yağı da hala satmıyo musun.
  22. pidenin içinde çokokrem. pidenin içine yağ ve bal felan sürülür. çokkremin ne işi var. gerçi bu ağız tadına bakar değil mi. 
  23. vw golf uzaktan sevmişiz. golf sevgimize karşılık veriyormuş artık. paramız vardıysa alırdık, uzaktan bakıyordu isek gücümüz yetmiyomuştur da almamışızdır. şimdi kredi ile, ıvırla zıvırla aldırırsan kredi mağduru oluruz. bi milyar maaşlı adam 500'ünü araba kredisine verirse o aile çöker.
  24. dün biz uyurken banka kuralları değiştirmiş. bana sordun mu eşşek sıpası. faiz çıkarsa çıkmıyomuş, inerse iniyomuş. e zaten öyle oluyor. sen yapmasan da piyasa o şekilde çalışıyor. geçecen o zaman reklamı.

Şimdi değerlendirelim. Eğer kaçırmadı isem 24 reklamın 15 tanesi beni delirtmiş. Maviler idare eder, siyahlar normal. %62 gibi birşey ediyor kırmızılar. Adamı Manisa yolcusu eder bu reklamlar birader. Budur benim şahsi değerlendirmem. Çok mu taraflı bakıyorum, bu kadar uzun yazı okuyup fikir belirtecek olan var mı. Öf be yazarken bile yoruldum.


13 Ekim 2006 Cuma

fasülye


3.10.2006'da alakasız bir yazımın altına kendi yaptığım bir yorumda şöyle demişim:
"
aslında hiçbir olgu nondeterministik değildir, sadece biz konu hakkında yeteri kadar bilgiye sahip olamadığımız için kafamızın içinde tanımlayamadığımız için nondeterministik yaftasını yapıştırırız.
"
Bir de, yazabilmek için şu kısa notları almışız:
"
  • determinizm ve gündelik yansıması yazısı ( züleyla birşey demese de bekliyordur)
  • insan anlamadığı şeylere nasıl yaklaşır, ne yapar, nasıl davranır, yabancıya karşı duyulan korku, yoksayma... (ne çıkacak bundan, bir üstteki ile mi birleşir, evet)
"
Sonra da Direkler sınıfına girebilecek şekilde yazı haline getirme ödevi edinmişiz.Kolay olmadığı ortaya çıkınca da kaçmışız biraz. Şimdi bu iş için tekrar çemleyeceğim kollarımı.

Burada akademik birşeylerden bahsetmiyorum ama bu konu öyle bir konu ki evetliğini ve hayırlığını bir yaratan varlığına/yokluğuna kadar götürüyor ilgililer.

Tanım itibariyle nedensellik ilkesine bağlı ve bir sistemin durumunun eski durumuna ve davranışına bakılarak bilinebileceğini anlatıyor gibi görünmekte gerekircilik ya da determinizm.
İnsan çok zaman(belki de her zaman) öznel değerlendirmeler yapar. [Alakasız korsan bildirge: Tanıklık taraflıdır, adı üstünde bir şeye tanık olursunuz, objektif bir yaklaşımdır diyenin alnını karışlarım] Bu öznel değerlendirmelerin dayandığı altyapı da yine insanın kendi birikimleridir. Dolayısı ile bir yargıya varılırken, o sonucun hangi ön koşullar altında gerçekleştiğinin açıklaması, sadece açıklayanın altyapısının yorumlayabildiği kadar temiz olur. Kişi 3 kilo birikim ile bir olguyu açıklar ve sonuç olarak 100 der, bu bir sonuçtur. Aynı kişi 5 kilo birikim(algı yetisi/olgunun eskisine dair anlayış) ile 90 sonucuna da varabilir. Bu noktada ulaşmaya çalıştığımız değerlendirme "bilgi birikimi, tarihe dair bilinç gibi altyapılar yargılarımızın değişmesine sebeptir" şeklinde.
Peki dünya bu şekilde dönüyorsa ve biz birbirimizle sürekli olarak kendi anladığımız kadar ilişki kuruyorsak, bu çok aksak bir dönüş değil midir. Öyledir ama bu naif bir çakırkeyifliktir.
Asıl korkunç olan, yargı için kullandığımız altyapılarımızın bu üstte kısaca anlatmaya çalıştığımız soruna sahip olduğunun farkında olmamaktır. Bu sorun ortada iken o kararlara aşırı güven duyup yargılarımızı kesinleştirmek, yargılamanın karşıdaki anlamıyla: yargılamak, ulaşılan hastalıklı sonuçları taşa yazılmış sanmak, sonuca ulaşmak için aceleci olmak pek de hakça davranuşlar olmayacaktır.
Ama etrafınızdaki dünya bu şekilde ve siz o hatalı davranışları bile bile yapmayarak marjinalleşiyor ve uyumsuzlaşıyor olabilirsiniz, üzülmeyin. O çabuk kararların hepsi belki korkudan, belki korunma güdüsünden, belki de üste çıkma(güce selam ederim) derdinden alınan kararlardır.

İnsan evladı, bilmediğinden korkuyor, tabi bu korkular öğrenilen korkulardır diyen de çıkacaktır elbet ama ben şimdilik korkuyor olmamız sonucuna baktım. Anlamaya çalışıp özümsemek, daha doğru olduğuna inanabileceğimiz(hiç tam kesin olamaz ya hani) kararlar almak, kısıtlı kaynak memleketinde koşuşturma içindeki insan için de öyle kolayca uygulanabilecek yöntemler değildir, bunu yadsımamak ve saygı duymak gerekir kanaatindeyim. Nereye kadar peki, - "bana dokunduğu yere kadar". O noktada fikri çatışma ortaya çıkar ve sonuçlanmasını beklemek abestir.

Aksak bir yazı olmuş olabilir, bilmiyorum ama bu kadar cümleye dökebildim. Okuyana, okumayana saygı duyarım.







Not: Okudum koçum ben de biraz, sakin ol. Zaten bi milyon adam yazmış. Yeni birşey söylemiyorum, sadece bendeki yansımalarını ortaya dökmeye çalışıyorum. Bir günlükte, gündelik yazı olarak, hadi diyip dünyayı tersine çevirecek değildik ya. Eğer yukarıda bilim ya da felsefe yapmışım gibi algılandı ise, o çakralarınıza bir ölçü kaslı, gürbüz, baca temizleyicisi öneriyorum. Öptüm.


12 Ekim 2006 Perşembe

Bu nedir?



Dün akşam yemeğini Gökhan ve Cem ile dışarıda yedik. Sonrasında da hemen eve dönmedim. Feyza Gökhan'sız bir ziyarete gitmiş olduğu için bizim adamla bekar bekar dolandık. (İyi de sen zaten evli değilsin ki oğlum diyenlere kem küm diye cevap verebiliyorum sadece) En son bulunduğumuz nokta Gökhan'ların işyeri idi ve sanki hiç başka işimiz yokmuş gibi inderneytte bulog'larımıza baktık. Sanki bizim dışarıda olduğumuz bilinmiş gibi altından girilip üstünden çıkılmış sitenin :))
Normalde evde makina başında nöbet tutuyoruz, gelen giden var mı, acep biri birşeyler yazar mı diye gözünün içine bakıyoruz aletin de, bi gün kaçamak yapınca bu kadar ilgi gösterildiğini görünce şaşırdık. Acaba böyle ilgisiz yapsak da şöyle gözucuyla omuz üstünden geri mi baksak ki.
Şu aşağıdaki benim zavallı posta kutumun akşam eve vardığım zamanki görüntüsü, Bravo demek istiyorum. :))
Züleyla?  tamam dağıtmışsın ama sevdim yani, enerji dolu bir altüst etme çalışması gördüm. Sevdim. Herkese toptan teşekkür, şimdi yazıları bir dolanıp  yazı başına bir adet toplu cevap  yorumu yazmayı planlıyorum.




Akşam dışarıda ne yaptık peki:
Adamlarla buluşup Güveç'te yemek* yedik, muhabbet ve Gökhan'ın sağlık durumu değerlendirmesi yaptık. Sonra Cem'le ayrıldık. Gökhan'la oturduk ottü'de kahve içtik. Ben bir değişiklik yapıp kız kahvesi** içtim.
Sonra benim eski, Gökhan ve Feyza'nın hala olan dükkanlarımıza gittik. Muhabbete devam. Orada blogcu'nın şablon mekanizmasını didikledik. Saçma bir yuvarlak delik(liste belirteci) ile bir saat uğraşıp çözüme ulaşamadık. O ne ki diyenlere Gökhan'ın bloonda sağda Son yapılan Yorumlar kısmının altındaki girdilerin sadece ilkinin başında bir yuvarlak olup da diğerlerinde olmamasıdır diye cevap vereceğim. Aman sakın ul, li vb. demeyin vururuz. Blogcu'nun SonYorumlar adlı değişkeninde hata vardır, o kadar.
Sonra eve geldim. Posta kutusu yukarıdaki durumda idi, ama blogcu yoktu, (ana sayfa var ama bloglar yok) vurdum yattım. Şimdi geldim işte. Çok iş var, çok.

* Masada bulunanlar: Çatalhöyük ve sebzeli mercimek çorbaları, kapama, niğde tava, keşli erişte, armut hoşafı, karışık ot kavurma, ar-ge faaliyeti olarak karpuz kabuğu tatlısı deneyi, bol çay.
** Kız kahvesi: Aromalı filtre kahvelerin delikanlı olanlarından değil süslü olanlarından. Mesela delikanlı olanlara örnek arabiata iken, süslü olanlara örnek karamelli :)  Tanımlar bana aittir, saldırılabilir.

..
Şu anda yağmur usul usul temizlik yapıyor.
Erkin Koray'ın Yağmur diye bir parçası vardır, Akrebin Gözleri adlı çalışması ile birlikte bence birer başyapıttırlar.


11 Ekim 2006 Çarşamba

Ankara - İzmit - İstanbul - Edirne - Ankara


*Ziyaret
*Mazot
*170-180

Bir ziyaret için bir vakit, işyerinden 3 kişi, bir arabada toplandık, Ankara'dan yola çıktık. Yanlış hatırlamıyorsam saat başlayan günün 03 ya da 04'ü idi. Sabahın köründe İzmit'te idik. Bir müşteri ziyareti yaptık(yoksa uğramadık mı acaba, unutuyorum galiba). 11:00 gibi tekrar yola koyulduk. Öğlen İstanbul'da idik. 3 numarayı orada bir müşteri ile ilgilenmesi için bıraktık.
2 kişi olarak Edirne'ye devam ettik. İstanbul-Edirne arası -yanlış hatırlamıyorsam- 235 kilometre ve yolda(otoyolda) bir adet bile mazot ikmali yapacak istasyon yok. Yolun son 100-50 kilometresinde  mazot ışığı yandı. Adım adım olmak üzere; 90'a düştük, klima, elektrik vb. kapattık. Camları kapattık, uygun noktalarda boşa düşerek devam ettik. Gördüğümüz en az 5 çıkıştan çıkıp da meskun mahalde benzinlik aramadık. Her çıkış iki kişi arasında münakaşa nedeni oldu. Ben pimpirikli(yetişemeyiz, hemen alalım), diğer kişi(yeter daha, devam edelim) taraftarı olarak devam ettik. En sonunda bir yerden çıkıp aldık. Hatırlamıyorum hangi noktadan çıktığımızı. Sonunda Edirne'ye vardık ama saat saçma bir 15:00 olmuştu ve randevu 13:00 olduğu için geç kalmıştık. Neyse, ziyaretimizi yaptık, bir saat sonra tekrar yola çıktık. Mazotu doldurduğumuz için -bir anlamda- bitirmek derdine düştük. Topuk döşemede, İstanbul'a kadar gittik. Bu, yaklaşık 170-180'e denkgeliyor (niyeyse). Doğal olarak İstanbul çıkışında yine ikmal gerekti. İstanbul'da bıraktığımız adamın kalıp işine devam edeceği öğrenildi ve dolayısı ile devam ettik. Yolda akşam yemeği dahil olmak üzere gece saat 22:30'da evdeydim.

Toplam yaklaşık 1200 km yol.
Ankara-İstanbul'un yarısını,
Edirne-Ankara'nın yarısını kullandım.


Islak


Hiç olmadık zamanlarda, hiç olmadık şeyler gözlerimi ıslatır oldu yine.
Ne yapmak lazım, tatil çabuk gelse iyi olacak galiba. Antalya'ya eve gitsem, ruhum dinlense.

10 Ekim 2006 Salı

Yazılacaklar - Taslak.



  • Kişisel tanıtım/tanıyor muyum yazısı [ Nasıl birşey olacağına karar veremedim ama başladım, taslak olarak kayıtlı ]
  • Kaybetme dinamikleri, korku kayıp mıdır, kaybetme, yitme...  ve  güç ilişkisi (karışık bu)
    [ Bu da yazıldı iyi kötü - Üstte ]
  • İletişim sınıfına ilgi gösterilecek, kevserbanu'nun bugünkü yazısından ilham... (dil)
    [ Banu'nun yazısına kısa yorum yazıldı, herhalde onaylar, görülür.]
  • 04:00-22:30 arası Ankara-İstanbul-Edirne-Ankara yazısı yazılacak (dilay'dan ilham) [Yazıldı - Üstte]
  • determinizm ve gündelik yansıması yazısı ( züleyla birşey demese de bekliyordur)
  • insan anlamadığı şeylere nasıl yaklaşır, ne yapar, nasıl davranır, yabancıya karşı duyulan korku, yoksayma... (ne çıkacak bundan, bir üstteki ile mi birleşir, evet) 
    [Bu son iki tanesi için de bir yazı yazıldı - O da üstte ]

hımm. iş çokmuş. ben bunları ne kadar vakitte yazabilirim ki acaba.

Bu anda neler oldu:
  • Butterfly da böyle önceden yazı reklamı yapmış.
  • Gökhan'ı skype'da bir dürttüm ki sormayın, gaza geldi birşeyler yazmaya başladı
    [ Yazdı, Yordum bile ]
  • züleyla geldiysen ses ver.
  • trt1'de de tv8'de de türküler var. sakin ol çağlar, yazma, dinle yeter.


an itibari ile trt4



ammaan ammaan
dün gece yar hanesinde yastığım bir taş idi x2
altım çamur üstüm yağmur yine gönlüm hoş idi
aman aman amaaan amaaan amaaannn
ben yandım seni bilmem

göç güç oldii göçler yollara dizildii
uyku geldi ela gözler süzüldii oyyooyyy süzüldi
üç gün oldiii elim yardan üzüldii oyooyyy üzüldii

ağam nerdeeen aşam yolun yaylanın oyoyyy yaylanın anamm yaylanınn

ammmaaan ammaaan bir dane kadar uzun olsa kenarı yol olur
buna bayram günü derler
dostla düşman bir olur
aman amana maanan amaan aman
ben yandım seni bilmemm.

****
aradaki güzeldi ama hızlıydı yazamadım
****

yavru yavru huma? kuşu yükseklerden seslenir
ol yar koynunda bir çift suna beslenir beslenir
yavru yavru sen ağlama kirpiklerin ıslanır
ol ben ağlim ? ki deli gönül uslanır
ol ben ağlim ? ki .... deli gönül uslanır

yavru yavru sen bağ ol ki ben bahçede gül olim
ol .... yanim yanim kül olim kül olim
yavru yavru sen efendim ben kapında kul olim
ol ..... budak .... kul olur
ol ..... gülüm eğlen bu da kul olur kul olur.. ???


****

kavurma koydum tasa ağam yar paşam yar
doldurdum basa basa di gel gel
benim yarim çok güzel ağam yar paşam yar
azıcık boydan kısa digel gel
haydi haydi hopla gel digel gel fistanını topla gel di gel gel.
... ah kaçırdım (dilay alacağın olsun  :)
bugün ayın onudur ağam yar paşam yar yüküm buğday unurdur di gel gel
evliye gönül verme ağam yar paşam yar eve gider unutur di gel gel.
haydi haydi hopla gel gi del gel fistanını topla gel di gel gel.



not: yine anladığım gibi yazdım, düzeltmeleri beklerim.


9 Ekim 2006 Pazartesi

Beynimin İçi


Sözlükte Haramiler'in Mavi Duvar'ını gördüm. Yaş itibariyle bu şarkının kendi yaşam anından daha eskiyim, gençlik dinlerken ortak olmuştuk vaktimiz geçmesine rağmen.

Sonra beynim bana oyunlar oynamaya başladı. Beni etkileyen yabancı bir şarkı vardı, hem de yeniydi dedi içim. Adı gelmedi bir türlü aklıma. Tamam takımın ( aman takım değil grup işte ), grubun adını hatırlayayım bari dedim, o da peşinden koştuğum halde saklandı kıvrımların arasına. Sonra yüzleri belli olmayan birkaç genç oğlan söylemeye başladılar şarkıyı, ama çok uzaktan geliyordu ses. Çözemiyordum kelimeleri.

Parçayı radyoda istek yaptığımı, çalmadıklarını hatırladım.

Solistin ilginç bir tarzda söylediğini, mekanik bir ses halinde olduğunu hatırladım.

Hala gelmiyor(du) şarkının ya da grubun ismi aklıma. Aradıkça derinlere kaçtığını hissediyorum. Takılıp delirmek işten değil...
Sakin... gelirse buraya yazayım.



Sıfat Olan Blogcular



Hepimizin yaptığı gibi bazı blogcuları arkadaş olsalar da olmasalar da takip ediyorum. Bu takip sırasında genelde ben url'leri
www.blogcu.com/<kullanıcıadı>
şeklinde yazmak yerine inadına(ki blogcu otomatik ilk hale çeviriyor)
<kullanıcıadı>.blogcu.com
şeklinde kullanıyorum.

Bu kullanımda da bazen komik durumlar oluşuyor. Örneğin;

kiytirik.blogcu.com
gergin.blogcu.com

her adreslerini yazdığımda, beni gülümseten blogcular.
gergin blogcuyla kıytırık blogcu :)


8 Ekim 2006 Pazar

Schumacher'e Güzelleme



Böyle bir yazıyı f1 2006 sezonu Çin yarışından sonra, yani Schumacher ile Alonso'nun 116'şar puanda eşitlendiklerinden sonra yazmaya karar vermiş idim. Şimdi yazma isteği oluştu. An itibarı ile bu sezonun sondan ikinci yarışı olan Japonya yarışı devam etmekte ve Schumacher 1. sırada götürdüğü yarıştan teknik bir arıza nedeni ile ayrılmak zorunda kaldı. Yarışı bitirse idi muhtemelen birinci bitirecekti ve bu sezonun da şampiyonu olacaktı.

Formula1 izleyiciliğinde yeni sayılırım. Sanırım 98-99 sezonundan beri izliyorum. Dolayısı ile diğer efsaneler hakkında pek az bilgim var. Arşiv de takip edemedim ama izler olduğum tüm bu son 7 sene, bu adam ile dolu idi. Hakkinen'in de yeri başkadır bende. Neden geçmiş zaman kullandığımı konuya uzak okuyucu için aktarayım: Schumacher birkaç yarış önce bu sezon sonu itibariyle formula1'i bırakacağını ilan etti.

Kendisinin geçmişi de o kadar temiz değil, çok parlak ama temiz değil. Parlaklığı nerede ise bu sporda? kırılabilecek tüm rekorları kırmış olmasından geliyor biraz. Hiç ayrıntı anlatacak değilim, birçok yerde kayıt var ama bu adamın işine olan saygısı, soğukkanlılığı, profesyonelliği diğer tüm sıkıntılı değişkenlerin üzerinde yer kaplıyor benim için. Dolayısı ile bu adamın olduğu yarışları izlemekten keyif alıyordum.

Kişisel f1 tarihimde bir dönem kapanıyor. Schumacher artık olmayacak. Yeni bir sezon başlayacak ve ben izleyip izlemeyeceğime karar vermeye çalışacağım. Raikonnen ya da bir başkası beni bağlayacak mı tekrar, göreceğiz.

Ferrari ve Schumi'yi selamlıyorum.


7 Ekim 2006 Cumartesi

Bugünün Dökümü



Bugün cumartesi olduğu için yarım gün mesaimiz oluyor. Dolayısı ile 0800-1300 arasını dükkanda geçirdim. Vatana millete faydalı oldum.
Sonrasında zıpladım, eski mahalleye Cebeci'ye gittim. Zıpladım dedi isem inanmayın, öğle vakti trafik biraz yoğun idi ve uzun sürdü. Hedefim Berber Muharrem abi idi. Sanırım 98'den beri kafamı orada incelttiriyorum. Muharrem abi 932 model bir berber. Kendi beyanatına göre ne bakanlar, ne milletvekilleri traş etmiş. apo, Deniz, Mahir, Yusuf, Hüseyin hepsi elinden geçmiş. Akıllı ve lider ve aynı zamanda sessiz olan Mahir'miş. Fakülte orada ya.
Muharrem abi ya da yanındaki Murat, artık kim denkgelirse oturuyorum kesiyorlar. İkisinden de pek keyif alıyorum. 74 yaşına rağmen Muharrem abi ile sohbet pek bir keyifli. Her seferinde "avanak otu" ikram ediyor, ben de teşekkür edip her seferinde almıyorum doğal olarak( sigara gibi kötü bir alışkanlığım yok der, ilgililere selam ederim :P ) . O da, ben almayınca, "çok iyi yapıyorsun, bunu anca avanaklar içer" deyip yakıyor bir tane parlement.
Bugün Murat kesti beni. Naturel ense, yanlar ve arka sıfırdan iki numaraya izsiz. Tepe üç numara. Yine kısa alabros/alabrus/subay traşı oldu anlayacağınız. Sakaldı, ipti, kıldı, tüydü derken yıkama ve mesajımızı (ne mesajı olm masaj o masaj) da sahiplendikten sonra teşekkür ettik, görüşemezsek diye şimdiden bayramlaşıp çıktık. Seviyorum ben bu Cebeci'ye berber için gelme işini. Arabayı içcebeci'ye parketmiş olduğum için keyifli keyifli yokuş tırmandım. Bu arada 3 arkadaş numarası çevirdim, hepsine teker teker bravo ki hiçbiri açmadı. Kimse beni sevmiyormuş o zaman dedim(karamsarım ya) devam ettim.
Dükkana döndüm.
Motorsiklet ehliyeti bu seneden sonra sıkıntılı bir süreç halini alacakmış bilgisini aldığımız için bir motor ehliyeti kursu ayarlaması çalışması yaptık (bu tür cümlelere hayvanca sıfat tamlaması deniyor)
Yolda günün kalanını bisiklet günü ilan etmiştim kafamın içinde, bu nedenle kostüm değiştirdim dükkanda: Bisikletçi taytı, uzun kollu parlak üst, havlu çorap, spor ayakkabı, eldiven, kask.

Atladım Kron'a aşağıdaki rotayı gezdim. Aşırı yavaş, sadece ter atmak için. Google Earth yaklaşık 10Km dedi(9.94) . Tabi bu görüntü düz bir görüntü. Hiç öyle durduğuna bakmayın. yatayda ve dikeyde yapılan iş sıfır olmasına rağmen(başladığım ve bitirdiğim yer aynı) benim için korkunç yükseklik değişimleri geçtim. Bu güzergah 1625'den 1745'e kadar sürdü. yuvarlak hesap bi saat onbeş dakka.


Sonra arabaya atladım, eve koşturdum. Arada kısa alışveriş yapıp eve geldim. Çay koydum, suyun altına atladım ve 1828'de soframın başında hazırdım. (ulen isviçre malı mıyım yahu, bu nasıl dakiklik) Ha arada aç karnına tartıya çıktım 75 çıktı. Herhalde gerçek sayılmaz bu değer. Sonuçta su kaybı olmuştur bayaa bi. Neyse çok önemli değil, bakarız bi ara.



Matematik hayatın her yanında çalışır mı?

Bisikletle dolanırken boş boş önüme bakmadım, etrafıma da baktım. Bakınız bir enstantane:
Yaklaşık 40 yaşlarında, belli ki belli bir yaşam kalitesine sahip(kendi arabası, lüks semt, alışveriş vb.) sinirden yüzü kıpkırmızı olmuş bir baba, yaklaşık 4 yaşlarında, ağlayan oğul'u bağırarak ve döverek arabanın arka kapısından içeri sokuyordu. Herhalde çocuk alışveriş merkezinde birşeyler istemişti, baba da eve geç kalmanın verdiği sıkıntı ile, işinin verdiği sıkıntı ile belki, çocuğunu tatlı dil ile ikna edememişti gitmeye.
Peki gerekçe ne olursa olsun o babanın attığı tokatların onda biri bile fazla değil miydi kendi oğluna.
Hiçkimsenin hakkını hiçkimseye teslim edebilecek durumda değilim, kimseyi yargılayabilecek soğukkanlılığım da yok bu durumda. Sadece inanılmaz bir korku ürpertisi dolandı sırtımda. Yokuş değil ama bu görüntü beni ciddi terletti.


Not: Bu yazı Direkler'e giremiyor, Genel için de çok özel. Dolayısıyla Bisikletle'de.


4 Ekim 2006 Çarşamba

Serdar Turgut



Hürriyet'in arşiv sayfası çalışmıyor şu anda, gerçi çalışsa da herhalde 30 Ocak 1998 arşivde yoktur zaten. Dolayısı ile hiç üşenmeyip oturup yazmak en iyisi.
Önyargılıyımdır demiştim, hayatın parçalarının birbirlerine çok ince tellerle bağlandığına inanıyorum galiba. O bağların oluşturduğu ağın tamamını da algılayamadığımdan, -anca görebildiğim kadarını/ilk hissimi- sabit tutarım genelde. Butterfly'ın bir yazısında Serdar Turgut adının geçtiğini görünce aklıma geldi aşağıdaki yazı. Kesip dosyalamıştım. Bu makale benim tellerimin bağlandığı makaledir adam hakkında. Takip etmiyorum, okumuyorum artık ama kendisi hakkında fikrim değişmez sanıyorum. Buyrun:

Ek: Hürriyet'in günahını almışız. Kaynağından okumak isteyenler için;
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1998/01/30/26606.asp


Pandora Dolaşıyor*

Aslında yaşam son derece trajik.
Birey olarak insanın mücadelesi de mümkün olduğunca trajediyi kendisinden uzak tutmaya yöneliktir.
Birçok kez bunu başaramasak da, gündelik yaşamın trajedisi gelip bizi vursa da yine de insanoğlu trajediyi kendisinden uzak tutma mücadelesini çoğunlukla kazanır.
Bu yolda elindeki en önemli güç de beynidir.
İnsan beyni bence çeşitli kutulardan oluşuyor. Biz bu kutuların hangisini açacağımız kararını son derece bencil olarak veriyoruz.
Beynimizdeki bazı kutuları hayatımız boyunca kapalı tutuyoruz.
Belki, sadece ölmemize saniyeler kala, 'hayatı film gibi gözlerinin önünden geçti' denen o an, kapalı kutuların tek tek açıldığı andır, kimbilir.
O kapalı kutularda unutmak istediğimiz, aklımıza katiyen getirmemeye çalıştığımız trajedileri,  dramları, kötülükleri, acıları tutarız.
Bazı kutuları ise onlar kapanmaya gayret etse de, kapatmayız.
Yaşayabilmemiz, kendimizce dik kalabilmemiz için gereklidir o kutuların içindekiler.
Oralarda coşkularımız vardır. Suni keyif yaratma gücümüz oradadır.
Hayatın gerçeklerinden kaçış mekanizmaları da açık olan, olması gereken kutulardadır.
İnsanın ruh sağlığını dengede tutan, ikinci gruptaki açık kutuların sayısının birinci gruptakilerden fazla olmasıdır.
Bu yüzden de her insan potansiyel bir ruh hastasıdır. Dengeler bir anda öylesine değişir ve dipsiz bir kuyuya düşebilirsiniz ki, şaşarsınız.
Çünkü çoğu insan için birinci grup ile ikinci grup kutular arasındaki sayı farkı çoktan teke düşmüştür bile.

***

Kafka'nın dediği gibi, insanın temelde 'Yıkılması imkansız bir nüvesi' vardır.
Her insana göre değişir bu nüve.
Beynindeki kutuların hangisinin açık, hangisinin kapalı olduğunu da bu nüve belirler.
Ve yine Kafka, insanın bu sonuçta yıkılması imkansız nüvesi nedeniyle her insanda bir 'suçluluk kompleksi' olduğunu da söyler.
Haklı Kafka. Özellikle yıkılmamak için hayat gerçeklerini geri planlara iterek yaşayan beyinlerde suçluluk duygusu fazladır.

***

Aslında benim mizah yazarı olmam ve bunu hala sürdürebilmem bir mucize gibi geliyor bana.
Çünkü benim beynimdeki kutuların sayısı çok fazla, bunu biliyorum.
Trajedileri, dramları koyup gömdüğüm kutuların sayısı da hayli çok.
Üstelik onlar rahat da durmuyorlar.
Kutuları içinde vampir varmışcasına kilitlediğim, üzerine çiviler çaktığım halde içeridekiler çıkmak için sürekli çırpınıp duruyor.
Ben onları bastırmak, sayısal üstünlüklerini azaltmak için beynimde sürekli yeni 'trajediyi unutturucu' kutular açıyorum.
Yıkılmamak için mecburum buna.
Kendim de dahil her şeyle alay etmek de bu yeni kutulara pek uyuyor.
Trajediyi itip, yaşamı mümkün olduğunca güzel kılarak yaşayıp gidiyorum.
Zaman zaman size çaktırmasam da birinci gruptaki kutuların sayısı birden üstünlük kazanıyor. Mücadele ederek onları azaltmayı hala başarıyorum.

***

Ama iki gündür bu direcimi ciddi bir şekilde kaybettim.
Çok ciddi bir psikolojik darbe yediğimin bilincindeyim. Bunu fark edebildiğim için ruhsal dengemin henüz o geri dönüşü zor olan sınırı aşmadığını biliyorum.
Ama zor toparlamaktayım kendimi.
Bu yazıyı da bunun için yazmak zorundayım.
Dün Ertuğrul Özkök'ün yazısından sonra vazgeçer gibi oldum ama yapamadım, çünkü eğeer yazarsam bunun kafamda sonuna kadar açılmış olan kutuların bazılarını tekrar kapamama yardımcı olacağına inanıyorum.

***

Geçici olarak belki kendimi toparlayacağım ama televizyondaki o görüntüleri unutabilmem mümkün değil.
Gazi astsubayımız psikolog hemşireye 'Elimi tut' diyor.
Ama iki eli de dirsekten kopmuş. Bunu bilmiyor çünkü gözleri de kör olmuş mayın patlayınca.
Gencecik hemşire hanım dirseğinden tutuyor onu.
Komutanı "Evladım ne istersin" diye sorunca "gözlerimi" diyor.
Başka bir odadayız. Duvarda futbolcuların resimleri var. Fenerbahçe posteri asılı.
Kamera yana kayıyor. Ve yataktaki gencecik adamın iki bacağı da yok.

***

Orada daha çok böyle görüntü var.
Üç yıl kadar önce bu gençlere sahip çıkılmasını isteyen bir dizi yazı yazmıştım.
O günden bu yana onları ziyarete gideyim diyorum. Ama korkuyorum. Beynimdeki kutuları o ziyaretten sonra ya hiç kapayamazsam diye panikliyorum.
Onları tabii ki hiç unutmuyorum, ama yaşamımı kendi dengelerim içinde sürdürebileceğim darbeyi yemekten de böylece kaçıyorum.
Evet, itifar ediyorum bu temelde korkak bir denge ama durum böyle.
Şimdi yine yeni bir hafta başlayacak. Pazar günü sizi yine gülümsetmeye çalışacağım.
Yazının okunma süresi iki dakikaysa size iki dakikalık kaçışlar yaratmak için didinip duracağım.
Ama haydi gelin hep birlikte birşeyler yapalım. Bu gazi gençleri, denildiği gibi "Gerçek kahramanları" hiç unutmayalım ve unutturmayalım.

* Serdar Turgut, Renkler, 30 Ocak 1998, Hürriyet


Bugün Hafiyelik



Bugün yine biraz hafiyelik yaptım.

Zaman vardı, geçen ay aşık olmaya karar verdiğim bir hanımefendinin izini sürdüm bugün. Elimden geldiğince kabloların içine daldım, bulabildiklerimi çıkardım, koydum önüme. Didik didik ettim, mümkün olabilir gördüm bu işi. Hesap yaptım, kitap yaptım, bi plan bile yaptım ama uzun sürecek gibiydi hedefe ulaşmam. Yarım saat kadar aşık aşık gezdim. Sonra işler yoğunlaştı, geçti.
Devam et çağlar, gel sen yazı yaz biraz.


Baktım, buraları sahiplenmeye başlamışım. Benimmiş gibi gelmeye başladı. Sanal ortamda bir e-posta adresinden ibarettim belli bir süredir. Olan yerler de bu e-posta adresi gibi geçicileşebilir diye düşünmekteyim.
Aslında bakarsanız, bu web günlüğü işi de benzer bir durumda fakat rahatça taşınılabilir gibi görünüyor, biraz çöreklenebilirm sanırım.
Laf ebeliğini bir yana bırakıp sadede gelirsek; blog işini günlük tutmanın biraz ötesinde, kişisel özel yayın alanı olarak algılıyorum, aranıp tarandığımda kendime ait bir kayıt da doğru düzgün gelmediğine göre biraz kişisel tanıtım yazısı yazar gibi yapacağım yakın bir zamanda. Belki zengin belki ünlü ya da hepsini birden olabilirim hı.


blogcu yok, web var, türküler sağolsun ya da Bir Saz Bir Boğaz



Yine dolanırken kayboldum sözlüğün içinde.
Şelpe falan derken aşağıdaki türkü çıktı karşıma
Erdal Erzincan çalıp söylüyor aşağıdakini,

Dünyada tükenmez murat var imiş

dünyada tükenmez murat var imiş var imiş efendim
ne alanı gördüm ne murat gördüm oy oy
ne alanı gördüm ne murat gördüm sevdiğim oy oy

meşakkatin adın murat koymuşlar koymuşlar ey efendim
dünyada ne lezzet ne bir tad gördüm oy oy
dünyada ne lezzet ne bir tad gördüm sevdiğim oy oy

var mıdır dünyaya gelip de kalan de kalan efendim
varıp baştan başa muradın alam oy oy
varıp baştan başa muradın alam sevdiğim oy oy

muradı muaksudu hepsi yalan de yalan efendim
ölümü dünyada hakikat gördüm oy oy
ölümü dünyada hakikat gördüm sevdiğim oy oy

dönüyor bir dolap çarkı belirsiz belirsiz efendim
çağlayan bir su var arkı belirsiz oy oy
çağlayan bir su var arkı belirsiz sevdiğim oy oy

veysel neler satar narhı belirsiz belirsiz efendim
ne müşteri gördüm ne hesap gördüm oy oy
ne müşteri gördüm ne hesap gördüm sevdiğim oy oy

Sonra Çetin Akdeniz buldum biraz,
Üstüne çalanları bilmeden Naz Barı dinledim
Şimdi Orhan baba bağlaması elinde, anlatıyor..
Hah Neşet Ertaş eski kayıt buldum, bunu yazayım...

Halime Kız

Al yanak allanıyor aman al yanak allanıyor
aman sevdikçe ballanıyor aman sevdikçe ballanıyor
O yar çıkmış karşıma aman o yar çıkmış karşıma
Aman kandili sallanıyor aman..
Aman gel bize bazı bazı aman kız ben seni alırım
Aman baban olsa razı razı aman


Şimdi kalsam oynasam kim yazacak...

Halime kız çay aşşa gidiyor
kaşıyının gözü gel gel ediyor
hadi haydı ...
gardaşları yanusıra gidiyor
usul boylarına gurban olayım
sallan da boylarına bakıyım
gerdana liraları takıyım

halimenin çayda buldum izini ? ( giyisini ?) (izini imiş, sağolsun züleyla düzeltti)
aldım yaşmanı öptüm yüzünü
haydı haydı da yüzünü ?
güneş sandım kaşıyınan gözünü
usul boylarına kurban oluyım
sallan da boylarına bakıyım
gerdana liraları takıyım

blogcu cevap vermeye başladı, yetsin bu kadar, daha yazarız.



2 Ekim 2006 Pazartesi

Atlas Dergisi



Hayatımın kişisel dilimlerini en fazla kullanan yazılı içerik Atlas  dergisi.  Beş buçuk senedir aboneyim ve alıp bir kenara sallayamıyorum. Reklamlarının bazıları hariç her satırını okuyorum. Bu nedenle çoğunlukla ayın başında elime aldığım dergi, kitaplığa anca ay sonuna doğru inebiliyor. Bu dergi benim gece başucu dergim.
İçeriğe bakarsak da, Atlas artık coğrafya dergiciliğinin yanında kültür dergiciliği, memleket, insan dergiciliği de yapıyor. Bolca sosyal sorumluluk alıyor. Bundan tabi hoşnut olmayanlar da var anladığım kadarıyla, dikkat edileceği üzere Cemal Gülas da Atlas'ın kurucularındanmış, ve bu değişimden hoşlanmadığı için uzaklaşmış. Adına konuşmamak lazım ama sanki saf coğrafya dergiciliğini geçip, birşeylere taraf olmak takıldıkları şey.
Neyse, ben bu hali sevmekteyim ve rahatsız olana kadar devam edeceğim.

Bu ayın içeriğine kısaca gözatarak biraz da reklam yapalım. Sevenleri, her ay gidip bayiden almak yerine abone olmaya davet de edelim:

Tortum Vadisi - Kusursuz Kıvrımlar
Line Adaları - İnsandan Önce Dünya
Kermanşah - Mucizeler Tekkesi
Samoa Adaları - Okyanustaki Vaha (Hakan Öge 2 yıldır suda. www.hakanoge.com )
Lübnan - Ebedi Yıkım
Ev Teknolojisi - Akıllı Konut
Tiflisten Yuvarlanan Teker (Kars Peyniri)
Amuderya - Mevlananın Doğduğu Coğrafya
vb.

Ek:
(Orta ve ilköğretim için) Dünya Tarih Atlası  (Bu çok güzel olmuş, oturup okumak lazım bunu da)


1 Ekim 2006 Pazar

Simultane Türküler - Eksik


Şu vakit 1.10.2006 20:00 Trt4 Tolga Sağ tek başına çalıp söylüyor...

Ön notlar: nakaratları bu sefer güzel yazamadım.

yüce dağ başının dılo, karı eriyor
gözlerim heryerde dılo, seni arıyor
...
ya ben ağlamayım dılo, kimler ağlasın x 2
şu garip gönlümü dılo, kimler eylesin


yüce dağ başında dılo, yauılan taylar
var mı benim gibi dılo emeği ...
vefasız sevgiliyi kimler neyler
ya ben ağlamayım dılo, kimler ağlasın x 2
şu garip gönlümü dılo, kimler eylesin

*******

mevlam gül diyerek iki göz vermiş, iki göz vermiş
bilmem ağlasam mı ağlamasam mı, ağlamasam mı
dura dura bir sel oldum erenler
bilmem çağlasam mı, çağlamasam mı

yoksulun sırtından doyan doyana, doyan doyana
bunu gören yürek nasıl dayana, nasıl dayana
yiğit muhtaç olmuş kuru soğana,
bilmem söylesem mi, söylemesem mi

mahsuni şerifim dindir acını, dindir acını
bazı acılardan al ilacını, al ilacını
pir sultanlar gibi dar ağacını
bilmem boylasam mı boylamasam mı

*******

şimdi de oynatıyor izleyenleri....

bacacılar yüksek yapar bacayı
şimdiki kızlar kendisi bulur kocayı da karam
ne de güzelsin karam,
altın dişli karam,
sırma saçlı karam
ben sana yandım karam
sen kime yandın karam
hoppan demeye geldim
peynir yemeye geldim
peynir bahane oldu
ben seni görmeye geldim
...
...
---yetişemedim---

evlerine varamadım yandınız
mendilimi ala goydu çallınız da karam
...

yabandan gel kara gözlüm yabandan
güzelim, bir tanem, sevdiğim haydiii

aldım haberini de garip çobandan
sevdiğim, bi danem, yeri
aman yeri yeri
kostak geri yeri.. ?
çapraz geri yeri .. ?
geri yeri yeri .. ?
aman yeri yeri .. ?

kız pınarbaşında testi doldurur
güzelim, bir tanem, sevdiğim, gel gel
testinin kulpuna da şahin kondurur
sevdiğim bi danem geri yeri

*******

hımm, 10. İstanbul Türk Müziği Günleri imiş programın adı, bitti.


Binmeden bisiklet



Görüldüğü üzere Bisikletle sınıfındaki yazı adedimiz gülünç durumda. Bunun sebebi biraz uyuşukluk, biraz hava, biraz takvim.

Suna beni dün bisiklet binmeye götürecekti fakat olmadı, daha sonraya erteledik. Sonra şans, dün için Zafer hoca önerdi bisiklet binmeyi. Tamam dedik fakat önce bisikletlerin elden geçmesi gerekiyordu, evden dükkana götürmüştüm benim Kron'u. Topladım, havaları eksikti tamamladım, hocanınkini de şişirdim, şöyle bir çıktım üstüne benim bisikletin, özlemiş olduğuma kanaat getirdim.
Fakat yine uyuzluğumuz tuttu ve bisiklet binmek yerine şirkette pinponu tercih ettik. Bu kararımızda etkili olan bir sebep de havanın rengi idi. Neyse biraz pinpon oynayıp ter attık ve böylece bir bisiklete binmeden bisiklet ile ilgilenme çalışması da bitmiş oldu.



Cemal Gülas


Bu zamanın adamı değil Cemal Gülas. Farklı bir boyutta/zamanda/hayatta yaşıyor. Hangi zamanın tanığısın diye sorası geliyor insanın. Çok uzatmayacağım, nadide insanlardan:


Web Sitesi: http://www.cemalgulas.com/
Gözünden memleket: http://www.cemalgulas.com/cg.zip
Sözlükte Cemal Gülas - http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=cemal+gulas



Bekar evininin bereketi, ya da verimi



Bu akşam misafir aldım. Evi temizlemişken, ev temizken, biraz görev ifası gibi birşey oldu. Ama nihayeti keyifli.

Evimde misafir ettiğim Çağrı, Gökhan ve Feyza idi önceden. Sonra eve saldırıp paklayınca önce Selin'le Engin'i misafir etmiştim. Aynı temiz pencerede iken de Emre ve Oya, Gökhan ve Feyza ve Zafer isimlerini topladım akşam.
Evde toplam 4 sandalye varken nasıl 6 kişi yemek yer problemini çözdük hep beraber. Pek başarılı olduğumuzu söyleyebilirim. Feyza ile Gökhan biraz erken geldiler, yemekleri beraber yaptık. (Nasıl yalan, hepsini Feyza yaptı işte) Nüfusu tamamlayınca da yemeğimizi yedik. Seğmen marka Karadut ile Yenigün marka Limon kabuğu reçelleri masadaki ilginç renklerdi. Alışverişte Memleketimin markası Yenigün'ü görmek buruk bir mutluluk vermişti bana, duramamış almıştım. İyi olmuş, güzelmiş. Burukluğun sebebi de pahalı satıyor olmaları.
Yemekten sonra çay hazır idi, hemen yuvarladık. Nasıl keyifli idi o çay. Ellerinize sağlık millet.
Yine yemekten sonra bolca muhabbet ettikten sonra, önce pişşinary, sonra da tabu oynadık. Takımlar Gökhan, Emre, Çağlar ile Feyza, Oya, Zafer şeklinde oluşturuldu. pişşinary'de ezdiğimizi belirtmek zorundayım :)  Bu oyundaki en komik anlar şöyle:
1) Emre'nin karides anlatırken kakalak çizmesi ve Gökhan'ın hemen bilmesi. Karşı takım pek eğlendi bununla ama zarı biz attık. Ha daha da komiği benim kakalağın da karidesin de neye benzediğini bilmemem.
2) Oyunda eski çizimlerimize veritabanı diyoruz, pazartesi kelimesi çıktı, ben çiziyordum, bir haftalık takvim çizmeye çalıştım ama erken anlatamadık. İki el sonra perşembe kelimesi çıktı, Emre eski çizimi aldı ve süre başladığı anda kalemi dördüncü kutunun üzerine koydu, doğal olarak ben "perşembe" deyiverdim ki o anda karşı takım da kendi eski çiziminde günlerin atlamasını anlattıkları güneşin dağın tepesinden aşması sekansını 4 kez tekrar etmeye çalışıyordu.  Ağzımdan ilk anda cevap çıkınca Oya, Feyza ve Zafer'in bize dönen yüzlerini görmeliydiniz.
Neyse Tabu'da çok daha korkunç birşey yaptım, Gökhan bize bir kelime anlatırken "erkek kadında görür, beğenir, biraz toplu kadınlara denir, hani göğüslerini görür ve bu kelimeyi deriz" gibi bir şeyler anlattı, ben patlattım: "besili !!!" Millet yarıldı doğal olarak. Sanırım bu kelime belli bir süre peşimi bırakmayacak. Cevap ne olsa beğenirsiniz: "Dolgun". ooff.
Öndeydik, geç olduğunu farkettik, bıraktık.
Yalnız değil de kalabalık yemek iyi birşey, kız Feyza nolcak kalan bu kadar yemek.