31 Ocak 2007 Çarşamba

Rapor

dükkanı yeni yerine taşıyoz, stop.
işçiyim ben işçi kalacam, giy dediler tulumları, stop.
ulen ben bu iç duvarları alçıdan yapanın..., stop.
yapısal kablolama yaparken etiketleme yapmayanın da ..., stop.
günde üç öğün süpürüyoz, yeni inşaat temizliği ne zormuş, stop.
geceleri de iş yapıyoz, ne zaman uyuyom bilmiyorum, stop.
yazıları, yorumları toplayacam, stopsöz. ( atasöz gibi )
yönetim paneli tarafı yeni aklıma geldi, arkadaş dürtenleri ekledim, gecikme için kusuruma bakmasınlar, istop.

bekleyin gelecem anacım.



24 Ocak 2007 Çarşamba

Kaçan ile duran ve anlatamamak



bi kaçan vardır bi duran. bi seğirten vardır, bi inat eden.
bi maymun iştahlı vardır, bi görev adamı.
bi kendine akıllı diyen vardır, bi yerini bilen..

*

ne kadar uğraşırsan uğraş, bazen kendini ifade edemezsin.



Not: Aslında bu konuları uzun uzun yazmam lazımdı.


Giden ile kalan ve anlaşılmak



bi giden vardır bi kalan. bi çekip giden vardır, bi bakakalan.
bi açılabilen vardır, bi kıyıda enine yüzen.
bi cesur vardır, bi kendine mantıklı diyen..

*

ne kadar anlatırsan anlat, karşıdakinin anladığı kadarsın.



Not: Aslında bu konuları uzun uzun yazmam lazımdı.


21 Ocak 2007 Pazar

Gangster Cenneti

Asıl incinen kendimiziz. Bunu neden göremiyoruz.


17 Ocak 2007 Çarşamba

Yoğun istek üzerine, çorba


An itibariyle evde mayışmış bir halde kıçımı yayıyorum. Neden yayıyorum, çünkü yorgunum. Akılsız başım bu yaygın organ dahil heryerimi yordu. Ama şöyle genişçe bi açıyla bakarsak da pek faydalı oldu, kapılar açtı. Nasıl mı, anlatayım efendim...

Bir müşterideydim tüm gün. Önümüzdeki günlerde de orada olacağım için ağır çantamı hafifleteyim, sadece dizüstü bilgisayarı alayım, yani daha küçük bir çantaya geçeyim dedim. Tabi bunu deyince iyi halt etmiş oldum. Evin anahtarları sanki önemsiz bir şeylermiş gibi eski çantada kaldılar ( E hanım kısmısı, nasıl oluyor da sorunsuz atlatabiliyorsunuz çanta değişimlerinizi. ) Beyinsiz ben, bunu gideceğim yere vardıktan sonra anlayınca önce anahtarlarıma ulaşıp ulaşamayacağım kaygısına düştüm. Birkaç telefonla o düştüğüm yerden çıktım ama aynı yolu geri döndüm. E dönmüş ve anahtarlarıma ulaşmışken bi kere daha dönüp gerisingeri(nasıl bölecez bu kelimeyi. ya da böyle bir kelime yok mu) gitmeyeyim diye güzergah değiştirdim ve evet Güveç'e zıpladım :)

Yolu da tatlandırmak için Cem'i aradım, buldum, geldi.

İki kişi olarak şunların kanına girdik: Orman kebap, yoğurtlu bakla, börülceli pırasa

Üç yemek de ortadaydı, iki kişi üçünden de yedik diye görün fotoğrafı. Yine hepsi kraldı. Baklanın taneleri de kafam kadardı. İnanmayacaksınız ama bunları yedikten sonra doyduk. Zira Erol abi bu dediklerimden önce bize başka ilginç birşey tattırdı. Bir adı yok bu tattığımız şeyin. Biz ona şimdilik Muğla işi pestil diyelim... Açıklaması ise şöyle: Patlıcan ve ayva(armut muydu yoksa) sadece pekmez ile kaynatılıyor. İçinde başkaca birşey yok. Malzeme tabağa indiğinde meyveler parçalanmış oluyor. Yanında, üstünde de pekmezin şurubu. Buna katık olarak üstüne tahin kodunuz mu, ooovvff. İşte biz iki gözü dönmüş cani, ekmeği banıverdik. Yemekten önce tatlı yemiş olduk sizin anlayacağınız. Ama bu hareket bizde yemeği yemekten kesilme değil, sadece üstte saydığım üç tabakla doyma sonucu doğurdu.

Sonra geçen pazar beceremediğimiz kahvaltı buluşması için yeniden sözleştik. Pazar 1130, yutacaz ne bulursak :)

Sonra Cem'i bıraktım evine. Dönüşte pek bi ilginç sis vakası yaşadım. Dikmen'in "bi daha çıkarsam öp beni" yerlerinde rakı gibi sisin içinde sürdüm arabayı. Sonra kepekli'de açıldı önüm. İncek bulvarından gideyim çayyoluna dedim. Önce iyiydi yol ama deminki rakı yoğurt oldu çıktı önüme. Öyle yoğundu ki sis, döneceğim kavşağı kaçırıyordum nerede ise. İşin komiği bu işi 50 metre içinde etti doğa.

Neyse böyle işte. Yoğun istek aldık, çorbadan bi yazı sayın bunu. Kapılar mı? ardına geçince bakarız.


Not: Yağmur, Bulut ve Güneş. Ne güzel erkek isimleridir be.



12 Ocak 2007 Cuma

Aidiyet, Kader ve Köksüzler


Uyarı: Bu yazı, yalnız yaşamak isimli yazı ile birlikte okunursa daha bi ilginç olabilir.



Aidiyet kavramını bir yerlere tutunmak olarak algılıyorum. Bir yere ait olmak diyorum hep, kendi kendime anlatırken. Birine ya da birilerine ait olmak ya da bir fikrin korumasında bulunmak demiyorum hiç. Yani anlaşılan, ben aidiyet kavramını toprakla, yaşadığımız yerle, bizi yaşatan yerle ilişkilendiriyorum. Bu demeye çalıştığım şeye yer derken, içine ne kadar kültür katıyorum, bilmiyorum. Ama onsuz tadı olmadığını da farkediyorum.

Ait olduğumuz yeri seçebiliyor gibi görünüyoruz değil mi. İlahi bir denkgeliş Tanpınar'ın coğrafya'nın kader olduğunu söylediğini  gösterdi bana. İnadına diyorum ki, yeni insan yine inadına,  buna inat ediyor ve değiştiriyor işte ait olduğu yeri.
Nah değiştiriyor. Sadece öyle yaptığını, pek bir özgür olduğunu, birey olduğunu -kendinden çok, etrafına- göstermek için debeleniyor işte o zavallı yeni insan. Sonucunda da, istediğini yapmış olmak yerine aslında kendi bacağına sıkmış bir maymun oluveriyor ortada acıdan zıplayarak.

İnsan nereye giderse gitsin evini, etrafını, yerini içinde götürür. Kültürünün nüvesi içine işlemiştir insanın. O nüvedir ki en küçük ve en konforlu evidir kişinin. O ev işte içinden çıkılabilen bir ev değildir. Sırtımızda değilse de, göğüs kafesimizle kafatasımızın içine paylaştırılmıştır bu ev.

Coğrafyanın, taşıdığı birçok başka şeylerle birlikte bu evin harcı olduğunu da düşündüm şimdi. Dolayısıyla da sağlam kalması gereken önemli şeylerimizin temel tanımlayıcısı olan ait olduğumuz yerleri değiştirirsek, bozarsak, karıştırırsak köksüzleşiriz işte. Kafası koparılmış tavuk gibi dolanırız ortada.

Bunun çözümü için, kökümüzün nerelerde tanımlandığını hep hatırlamak, gittiğimiz yeni köylerin yeni adetlerini hemen yutmak yerine sindirip sindiremeyeceğimize bakmak faydalı hareketlerden olacaktır. En azından kökümüzün adresini unutmayalım.


9 Ocak 2007 Salı

Blues söyleyen bacaksız kızlar


Bir önceki yazı ve yorumlardan da görüleceği üzere 3-4 gündür insan sayılmazdım. Bir adet ders alıyorum yüksek lisans derdine. O bir adet dersin de tüm dönem boyunca verilen 4-5 tane ödevinin(şemsiye) hiçbirini yapmadım. Olmayan ödevleri de teslim etmemiş oldum böylece. Bir de kitap okumam gerekiyordu, onu da okumadım. Sonra da bu cumartesi 1330 civarında eve gelip bu işlerin hepsini yapmaya karar verdim, başına oturdum. Hoca gecikmiş teslimat kabul eder mi diye düşünmedim. Motivasyonum o değildi. Dün ve bugün işe gitmedim. Bitirdim. Bugünlerin kaydı aşağıdadır. Aynı zamanda bu yazı klasik bir bugünümün de kaydıdır:

# bu bitirdiğimiz cumartesi öğlen işten çıktım eve geldim..
# pazar akşam 1900-1940 arası dışarı çıktım sadece. o da evde yiyecek birşey kalmadığı için, alışveriş.
# geri eve döndüm hemen.
# pazartesi izin aldım, işe gitmedim.
# pazartesiyi salıya bağlayan gece 0427 de uyudum. salı sabah 0800 de uyandım.
# salı yani bugün sabah da izin aldım, işe gitmedim.
# bu cumartesi-salı sürecinde, kaliteyi bir kenara koyarak, kitap okumak dahil olmak üzere tüm bu ödevleri(süresi geçmiş olanlar dahil) yaptım.
# bugün öğlen 1215 gibi evden güneşe çıktım... dükkana gittim.
# ödevlerin çıktılarını aldım.
# öğlen yemeğini dükkanda yedim.
# okula gittim.
# bir portfolyo'ya(lafı bildiğimden değil ha, yakışıklı duruyor diye yazdım) benzetilmiş bir şekilde tüm ödevleri verdim hocaya.
# ha tabi okula gitme sebebimiz ödevleri teslim etmekten çok, bugün bu dersin aynı zamanda final sınavı olması idi(yuh çağlar, birşey değilmiş gibi anlatıyosun ya). sınava girdim. yaptım, çıktım.
# dükkanı aradım. ben gelmiyom işe, işe yaramam dedim.

Sarı*:  Kurtuluş'tan  Dikimevi'ne  giderken saat 1600 gibi,  birden her yer sarı oldu. Arabanın içi, tüm dikiz aynaları, önümdeki arabanın arka camı, iç çebeci'nin tüm binaları... hepsi sarı oldu.  Ne sıcak bi sarıydı.  Sarı sıcak.  

# olur dediler, gitmedim. insanlığımı hatırlamak için cebeciye gittim, berber muharrem abiye... traş oldum. muhabbet ettim.

Muharrem abi 50li yıllarda dinlediklerini anlattı, yazdığı bir şiiri okudu. alıp buraya getirmedim o şiiri. iyi ettim, saf kaldı şiir. Zeki Müren'den "sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç" dinledik. Tekrar biat ettik adamın hiç çıtlamayan, çatallanmayan sesine. Bülent'e laf ettik. Müzeyyen ve Safiye'ye selam ettik.
Sonra Muharrem abi ile Osman isimli bir arkadaşı politika dalaşmasına tutuştular. Sözle sadece. Tabi bize bu kavuklu ile pişekar atışması gibi geldi(atışan onlar değil miydi ki... olmadı hacivat ile karagöz sayın siz)

# kendime geldim. kafam dağıldı.
# murat kafayı iyi inceltti. çok iyi oldu, bi kilo zayıfladım.
# sonra akşam oldu, Güveç'e gittim. arkadaşlardan bir iki topladım. 4 kişi olduk, akşam yemeği yedik, geyik yaptık.

Tavuklu düğür/düğürcük/düğürcek çorbası içtim. Kırık bulgur ve lime lime olmuş bol tavuk eti var içinde. Az acılı.
Tepsi mantısı yedim ilk kez. O kadar süredir gidiyorum, ilk kez mantı yedim. Yine yanıltmadılar beni. Takdirle ve mutlulukla karşılıyorum onları. Tepsi mantısı içindeki et sucuk gibi kokuyordu, kraldı. On numaraydı. Cem'le sonra konuştuk, yemediğine hayıflanıyordu, "benim porsiyonun yarısını kim yedi be" demedim çünkü ben de onun salma ve sebze güvecinden otlandım(bu kadar da faydacı bi adamım) Bu mantıya acaba bazı yerlerde "siirt işi" deniyor olabilir miydi. Neyse, yedik gitti. Ortaya zeytinyağlı taze fasulye istedik, onu da tükettik(Neyi tüketmedik ki).  aa gavurdağı salatası vardı. Artık yok. Ayva hoşafı içtim.
Pazar günü muhtemel geniş bir kahvaltı için sözleşir gibi yaptık. Bakalım kimler kimleri satacak.

# döndüm geldim eve.



*: Günbatımı

Başlık için not: Cebeci'den Öveçler'e giderken hoş bir ses dinledim radyoda. Aklımda bir imge(nerden duydun len bu lafı) oluşuverdi. Kızın sesi dumanlı, ortam dumanlı ama hakim renk kırmızı olsundu. Kız sahnede tabureye ilişmiş. Ayakta gibi ama oturuyor gibi de. Ama boyu kısa işte. koyu renk dalgalı saçları var. Neyse işte. bu tür hoş seslerin böyle fotoğrafları varmıştır gibime geldi.


8 Ocak 2007 Pazartesi

Ne oldu sana


- Çağlar nerdesin, ne oldu sana. Sesin soluğun çıkmıyor.
- 54 saattir içerideydim. demin çıktım evden, insan yüzü gördüm iki.


- Ne yapıyorsun ki.
- Bi dönem boyunca giren 4-5 şemsiyeyi iki gecede, açmadan çıkarmaya çalışıyorum.
- Hahayt. yavaş çıkar da saçın başın dağılmasın.
- ımph.


6 Ocak 2007 Cumartesi

Ne oldu bana

Ruhuma ne oldu benim. Bazen bi anda kaybolup gidiyor.
Kurum mu bağladı hisseden yerlerim.
Meme yaptı galiba duygularım, eğelemek lazım.

Kanım da mavi değil halbuki. (Aloo, boşa akıtma demedik mi biz, hişş.)



1 Ocak 2007 Pazartesi

Alerjik ben


Boş boş oturuyorum. Bir işe yarayayım, hem de dandiri de olsa bi yazı olsun, ortamda kendi kendime ettiğim puslu hava biraz aşağı kaçsın dedim. Tabi bunu yapmak için seçtiğim konu birazdan göreceğiniz üzere biraz boktan püsürden olacak, artık kusura bakmayın.

Efendim öyle ulvi bir amacımız yok. Dışarıdan dağlar taşlar gibi, volkanlar çağlayanlar gibi görünen gürbüz ben( tabi evet. hıhı, öyledir kesin. ) alerjik bir bünyeye sahibim efendim. Bu sebepten öğrendiğim, ya da öğrendiğimi sandığım, inandığım zırvalıkları bir yazıya toplayayım dedim. Kesinlikle akademik bir altyapısı olmayan resmiyet içermeyen, dolayısı ile de okununca yapılabilecek hareketlerin tüm sorumluluğu okuyana ait olan bir yazıdır efendim aşağısı.


Öncelikle bu alerji denen hastalık sindirim sistemi... yok dolaşım... yok neydi o, hani vücudu savunan şeyler.. işte onların sisteminin bir hastalığıdır. Vücudunuzda eğer akvuvar abiler tarafından müdahale edilmezse sizi maymuna çevirecek bir pislik olup olmadıığına karar veren bir mekanizma bulunur. Bu sayede hayatta kalırız. O mekanizma işte alerjik bünyelerde biraz dangalakça işler. Öyle adamdan saymayacağınız ıvır zıvırlar için de ikaz üretir bu mekanizma. Tırsaktır yani biraz, sizin anlayacağınız. Bir örnekle açıklayalım. Mesela osuruk kokusu... Yok bu örnekle açıklamayalım, ayıp olacak gibi hissettim. Mesela papatya kokusu (zuhaha, metan gazından sonra pek komik oldu şimdi bu zavallı çiçek) var ortamda. Eğer beğenmiyorsanız bu kokuyu, çiçeği koparır atarsınız ve hatta belki yakarsınız. Ama işi savunma sisteminize bırakırsanız, o çiçeğin kokuya neden olan havada uçuşan ıvır zıvırlarının sanki içinizde nükleer patlamaya neden olacağını sanar ve akciğerlerinizi kapatma kararı verebilir. Aman örnek vermekten sıkıldım. Boşverin, bozuk bir bünye var elimizde işte.

Alerjik olduğunuzda herşeye alerjik olmazsınız. O hastalığımızın genel adı. "Alerji oldum, toplantıya katılamayacağım" zırvası yemez arkadaşlar. Ota boka, o da bi yerinize kaçarsa alerjik tepki verirsiniz. Aksi durumda bişeycik olmaz. Örnekleriyle açıklayacağım. Birşeye ya da birşeylere alerjik oluruz arkadaşlar. Bu birşeyler pek karışıktır. Muz, kedi, buğday, lateks, akar ve benzeri şeyler örnek olarak verilebilir. Bu alerji üreten nesnelerde öyle kesin bir sınır yoktur ama içine de patron ya da ne bileyim öğretmen girmez işin açıkçası. Çok ilginç şeylere alerji duyabilirsiniz. Mesela en son duyduğum şey sperm alerjisi ki vay bu sendroma yakalanmışların haline.

Neyse genelden biraz özele geçecek olursak benim alerji gündemim kedi, köpek, çimen ve ev tozu akarından oluşuyor.

Burada tekrar bilgi vermek gerekirse alerjenlerin ne olduğuna bağlı olarak mevsimsel alerjiniz olabilir ya da tüm sene boyunca çekebilirsiniz bu derdi. Ondan sonra, bir yanlış algıyı da düzelteyim, bitkiler, polenler ve benzeri şeylerin de alerjik tepki verilen zamanları vardır. Ağaca alerjiniz olmaz, çama ya da çınara alerjiniz olur ve bunların tozlaşma ( bitkilerin azıp sevişmesi olayı ) zamanında çoğunlukla tepki üretirsiniz. Zamanınız bellidir yani aslında.

Kediye olan alerjim ise malesef sadece mart ayını kapsamıyor, hemen düz mantık üretmeyin. Kedi, köpek, ev tozu akarı tüm yıl boyunca çekilen şeyler. Çimen mevsimsel alerji. Çimenin de belli bir tipi vardır herhalde beni bozan ama o kadar paranoyak olmadım hiç. Zaten varolan düzeyim birçok arkadaşım tarafından aşırı olarak nitelendiriliyor.

Bu alerjenler farklı şekilde ulaşabilir sizin bünyenize. Burnunuza, ağzınıza kaçar(solunum yolu), elinize, yüzünüze bulaşır(deri yolu), kıçınıza kaçar( ee oo, neyse geçelim..)

Alerjinin düzeyi var, bunun nasıl belirlendiği var bir de. Endirekt dedikleri kan testi var, bir de deri prick(emin değilim böyle yazıldığından) testi var. Kan testinde kan örneği alıyorlar. Önce mono denilen test yapılıyor. Bu testte genel alerjik tepki düzeyiniz (IgE değeriniz) belli bir değerin üzerinde ise stereo teste tabi tutuluyor kanınız ve şuna buna ve ona maruz kalırsanız iflahınız şaşar diyorlar. İflahınızın şaşma düzeyleri var ama bu çok değişken olabilir çünkü değerlendirme skalası test yapan cihaza falan bağlı. Bırakın doktorunuz değerlendirsin. Ya da değerleri alttaki sınır açıklamaları ile birlikte okuyun, siz de anlarsınız. Mesela bende yapılan testin 0-50, 50-100, gibi aralıkları vardı. Kedi alerjeninin karşısında 343> gibi birşey yazıyordu. Deri testi de işte deliyorlar derinizi, alerjenin bir örneğini o deliğe damlatıyorlar, bekliyorlar ve derinizin verdiği tepkiyi(oluşan kızarıklığın çapı) ölçüyorlar.

Kedi köpek ve çimen için yapılacak pek birşey yok çözüm olarak. Korunma yöntemi sakınma.
Kedisi olan biri ile beraber yaşamayı falan düşünmeyeceksin işte. Gülmeyin, Hacettepe erişkin alerji bölümünü kuran adam söyledi bu cümleyi bana. Ev tozu akarları ise ayrı bir paragrafı hak ediyor bu konuda. Bak, hemen alttaki...

Mayt, mite, ya da ev tozu akarına bir bakalım. Mite bu mahlukların ingilizce adı. Mayt da özenti Türkçeleştirmesi. Akar işte. Bunlar hayvan oğlu hayvanlar.  Yani hayvan bunlar. Ev içi kumaşlarda(yani mobilya konfeksiyonunda) yaşıyorlar genelde. Nedir bu: halı, koltuk, yatak, yatak çarşafı, yorgan, yastık vb. Peki neden burada yaşıyorlar... Çünkü bizim vücudumuzdan kopan döküntüler onların yiyecekleri. Deri döküntülerimiz mesela... Tamam burası biraz yukarıdaki osuruk gibi oldu ama biraz daha iğrençleşmem gerekiyor bilim adına... Bu elemanların bizim tepkimizi çeken(alerjik olduğumuz) kısmı feçesleri(sıçtıkları bokları yani) Kibarca akar tersi diyecektim ama kibar biri değilim ki ben :) Çözüm: Temizlik. Yatak çamaşırlarınızı sık değiştireceksiniz. Yıkarken 50 derecenin üzerinde yıkayacaksınız. Evde halı kilim gibi kumaşımsıları an aza indireceksiniz. Mesela benim yatak odamda yer örtüsü niyetine hiç birşey yoktur. Mobilyalarınız hafif ve mümkünse tekerlekli olacak ki kolay temizlenebilsin arkası, altı. Dolaplarınız kapalı kapaklı olacak ki az toz birikimi olsun. Temizlik için o uzay çağı teknolojili süper aletlere bol para bayılmaya gerek yok. Sık süpürün, silin, yeter. Yani bana yetiyor.

Çoğunlukla benim yaşadığım alerjik durumlar solunum ile ilgili. Verdiğim tepkiler de solunumla ilgili oluyor. Kedi alerjim tetiklendiğinde nefes alamıyorum mesela. Akciğerlerimin normal boyutunun çok ama çok altına indiğini, ya da öyle imiş gibi davrandığını hissediyorum. Nefes alamıyorum, boğuluyorum yani. Buradan geleceğim yer şu: Solunumu güçleştiren, kalitesini bozan herşeyden uzak duracaksınız. Sigara, deodorant, iyi havalandırılmamış ortam, nem, kötü bakıldığından faydasından çok zararı olan havalandırma sistemleri(klima hastalığından klima bakterilerinden bahsetmiyorum, o bambaşka bir konu), kokulu temizlik malzemeleri, falan filan... hep düşman. Tekrar söylüyorum kendi kendime, kızım sen anla: Sigara alerjisi yok evet(belki de vardır, bilmiyorum), ama sigara dumanı soluduğumuz havanın içine sıçıyor, ciğerin(içmeyen ciğer, evet) işini yapmasını zorlaştırıyor iyice.

Tedavi? İlaç kullanıyoruz ama o ilaçlar tedavi için değil. Onlar bizim alerjik tepkilerimizi baskılıyor sadece, yanlış anlaşılmasın. Bilinen tedaviler arasında aşı tedavisi var. Desansibilitasyon(Duyarsızlaştırma) tedavisi bu aşı tedavisi denilen şey. Pek meşakkatli. Uygun olan ya da olmayan durumlar var, önermedikleri için yaptırmadım. Panik atak tedavisine benzer bir tedavi metodu var(ki bu literatürde yer almış bir tedavi değil sanırım daha) neyse...

Kedileri konuşabilirdik daha bolca. Biraz daha özel bir şekilde kendi alerji yaşamımı didikleyebilirdik. Ama yeter sanırım bu kadarlık. Zaten iyice uzamış yazı.