27 Nisan 2007 Cuma

Benim burayla ilgili durumlar


Hobi olsun diye başlamıştım çünkü herhangi bir iş dışı hareketim yoktu. Aynı maket yapmak gibi falan. İlk başlarda öğrendim. Kendi başıma sayılırdım. Sonra -ilk haline göre- popülerleşti. İnsanlar okur oldu. E bu iş karşılıklı, ben de onları okur oldum. Şimdi geldiğimiz noktayı inceliyorum. Her gün takip etmeye çalıştığım kırk civarı blog var. Otuz kadar arkadaş var listede. Bu kırklar ile otuzların kartezyeni elli falan ediyor. Bu iş böyle olmaz, yetemem diye, çok uzun süre önce takip listesini iki kademeye ayırmıştım. Az güncellenenler ve çok güncellenenler diye, ama elim gitmeden duramıyor, hepinize bakmadan duramıyorum. Ha bunun da getirilerini gördüm, kapanmışların açıldıklarını da pek yakaladım. Bazen bir tavaf toplam on  dakika sürüyor çünkü kimse kendisininki ile ilgilenmemiş, bir yenilik olmamış oluyor. Benim de işim arka arkaya sekmeleri kapatmaktan ibaret oluyor. Bu çok sıkıcı ve moral bozucu bir durum(Demiş miydim, benim moralim pek pamuk ipliği iskeletlidir) Bazen ise bir sayfadaki bir yazı beş gün bekliyor okuyup yorumlamam için. Okumalıyım ve yorumu esirgemeyip değerini vermeliyim diye düşündüğüm için. Bakın bu da bünyede gerginlik yaratan bir durum(Evet buluttan sıkıntı kapan bir bünyem var, ki nemlenmeyeyim diye pirinç taneleri de konamaz benim içime). Ayrıca kapanan ya da güncellenmeyen siteleri gördükçe ben de kararıyorum(Bunu da diyeyim ki suçluluk duyun). Yani özetle işin kötü yanlarını görür oldum hep yaptığım gibi. Ha bu uğraşıya bakarsanız, getirileri yok değil. Bura ora ya da şura sayesinde birçok muhabbet kapım oldu, gerçek, arkadaşlar edindim.  Başta hayırlısı diyerek devamlılık arzeden fikir yazıları yazabilecek miyiz içerikli kaygı, şimdi bir sosyal sorumluluk haline geldi. "Gidip gezmeliyim, ayıp olur ile gelip güncellemeliyim, okur kaçar" haline döndü. Evet öyle oldu harbiden. Buraya geldiğini bildiğim, yenilik isteyen okurlar, eğer aradıklarını bulamazlarsa giderler tahminim var. Nedense bunun olmasından korkmaktayım. Tiraj, okunma, yorumlanma, beğenilme kaygım, isteğim var aynı zamanda. Ha tabi bu şahsi pophpohlanma taleplerimi farkettikçe de kendime kızıyorum. Bu içimdeki tilkileri birbirine çarptırdıkça da şişiyorum. Tekrar diyeyim, canım isterse, konu denkgelirse, içime oturan birşey olursa yazmak derdindeyim, burası günlük değil. Canım blog, bugün kıçım kaşındı yazamıyorum. Yazdıklarımı yedekliyorum mesela. Hepsini. Eğer birgün kıçımın kaşınması içime dert olan birşey olursa onu da yazarım ama şu anki derdim bu yazının içeriğidir arkadaşlar. Not olarak şunu da diyeyim, bu yazı köprüden önceki son çıkıştır.


23 Nisan 2007 Pazartesi

Günlük Niyetine


Bugün mesai yok idi. Her tatil günü yaptığım, evde mayışıp camış gibi yatmak eylemsizliği yerine bugün bir değişiklik yapayım dedim. Çıkıp biraz yürüdüm. Bu kararı vermemde tabi son birkaç yazıda ( bu ve şu ) gündem olan göbek çapımın da etkisi büyüktür.
Konulu yürüme olsun diye düşündüm ve geçmiş zamanda yaptığım bir bisiklet gezisine nazire olsun, hem de deney olsun diye aynı güzergahı yürüyeyim dedim. Hem baktım yürüyebiliyor muyum diye, hem merak ettim ne kadar sürecek diye, hem boş bir zaman tutmasın, işe yarasın, uzun olsun diye(diye diye diye) şu alttaki yolu teptim.



Çizim gugıl ört uydu görüntüsü üzerine yine aynı alet ile yapılan mezura(yumuşak cetvel) ölçümüdür. Ölçüm sonucuna göre  11.5 kilometre kadarmış bu yolun tamamı(Geçen yazıda 15 demişim, neden farklı oldu ki acaba). Saat 1110'da evden(çizimde en güneydeki nokta) çıkmışım, 1330 gibi dönmüşüm. İkibuçuk saatte bu kadar yol. Bir insanın yürüme hızı nedir ki acep. Kendimce bakarsak tempolu yürüdüm, elimi kolumu sallayarak gezmedim yani. Aşırı dik yokuşlar dışında hep aynı hızda yürüdüm gibime geldi. Ama bilmiyorum. Şimdi şu eski yazıya baktım, bisikletle de yaklaşık aynı hızda dönmüşüm, nedir ki bu şimdi.

Not: Bu yolda, Ataşehir-Yaşamkent'ten aşağı Eskişehir yoluna inerken ve Eskişehir yolu hattında aşırı fazla rüzgar aldım, bunalttı, üşüttü.

Eve dönerken bi büfeden bi ekmek aldım, kendime ekmek almaktan dönen adam süsü verdim, çaktırmadım kimseye. Sonra hakettiğim kahvaltıyı 14 civarında falan yedim.(1 yumurta sahanda, tereyağı, reçel, iki çeşit peynir(biri krem, biri üstüne kekik, pul biber ve zeytinyağı eklenmiş tulum))

Neyse, sonra çamaşır, ütü(3 gömlek bi pantol), çamaşır.


Bakalım akşam canım sinemaya gitmek isteyecek mi... Bunu da yaparsam kendimi aşmış olacağım. Bu kadar heyecan bu bünyeye çok, yatak. Şimdi ek: Gittim gittim. pars kiraz miraz dedik. geldik.

Not: Yazının sınıfını Bisikletle koydum, konuda geçiyor diye :)

22 Nisan 2007 Pazar

İşe Bak


Cidden,
işe, bak.
ne yemişsin, ne içmişsin, gör.

11:30 Güveç'e giriş, 3 kişi
  • sahanda 3 yumurtalı menemen
  • 1 özel kavurmalı sac böreği
  • 1 ıspanaklı sac böreği
  • söğüş domates, salatalık, biber, maydonoz
  • cevizli tulum peyniri
  • zeytin
  • tereyağı
  • bal
  • ısıtılmış bazlama ve ekmek ve çay
15:00 Güveç'ten çıkış


20 Nisan 2007 Cuma

Tanımak, tanışmak Anlamak, algılamak


Tanımak neden iyi birşey oluyormuş ki. Tanımak iyidir sanrısına kapılınca insan, tanımaya çalışıyor. Hani yani tanıması gerekmese, doğal akışta yabancı kalacak olsa bile didikliyor. Denge bozuluyor yine. Çünkü müdahale edilmemiş akışta gelişecek olan iletişim çapa ile açılmış arkta akmaya zorlanıyor. E didiklersen de kurt, böcek ne varsa ortaya çıkıyor.
Anlamak demek insanın, gördüklerini kendi algı pencerelerine oturtması demek. Anladığımızı sandığımız şey aslında karşımızdakini kendi kutularımıza sığacak şekilde tepiklediğimiz bir çalışma demek. (accomodation, assimilation)

İnsan insanı anlayamaz.

Anlamaya çalıştıkça (ve aslında bunda başarısız oldukça) karşısındakini kalıplara sokar. Böylelikle işin olduğuna inandırır kendisini. Ama yaptığı karşısındakini başka birşey haline getirmektir. He belki tadını kaçırmaktır. Anlamak ile kabullenmek(olduğu gibi kabul etmek) düşman kardeşler midir.

İnsanlar birbirlerini ne kadar tanırlar.
Eğer tanıyıp tanımadıklarını sorgularlarsa hangi sihri bozarlar.
Anlamak, incelemek, didiklemek fani dünya silahları değil midir.
Yabancı kalıp, farklı durmak neden kötü olsun.


Hem, açtığınız arkı bayır aşağı açtığınıza emin misiniz.


15 Nisan 2007 Pazar

Havadan sudan, eften püften ya da ordan burdan


Herkese merhaba,
Gördüğünüz üzere yazı ekleyemedim ve yorumları toparlayamadım bir süredir. Gerekçelerim belli ama ben bir kez daha karalayıvereyim şuraya: Burayı günlük olarak kullanmıyorum, -kimse lütfen üzerine alınmasın- bu oldu, şu oldu diye haber havadis noktası değil de yazmak istediğim, içime dert olan, düşünüp düşünüp çözemediğim şeyleri yazıyorum, ve yalan konuşmamak, açık açık demek lazım ki yazabiliyor muyum diye bakıyorum. Konusu gündelik olmayan, yazmalıyım bugün diye bir zorunlulukla sündürülmeyen, içimde halihazırda varolan korları söndürmek için, ya da yepyeni ışıklar görüverdiğimde onları satırların arasına dolgu etmek için, ya da belki sadece -evet, evet- gün içinde önüme çıkıveren tek bir kıymığı (battı ya) suda kaynatıp çorbasından yazı etmek için yazıyorum bu yazıları.

Yazıları pörtletiyorum çoğunlukla, hazırlıklı olmuyor, başka yerlerde yazıp üzerinden binyediyüz kere geçip toparlayıp buraya taşımıyorum, eğer bu yönetim şeysinin teknik sıkıntıları olmazsa. Bu diyorum, zira yazıları çoğunlukla panelden yazı ekle penceresinin içinde yazıyorum, çıkıyorum. Doğru, altım kuru kalıyor, ahaha.

Yani toparlarsak, özünde yazı olsun diye yazıyorum, içerik olarak o kadar da hayati şeyler yazmıyorum. O nedenledir ki de yazılar oluyor sadece burada. Atlayan zıplayan şeyler, süsler, resimler falan çok ön plana çıkmıyor, hatta çıkasıları varsa da höt deniyor şahsım tarafından. Sade yoğurt, sadece sütlü/vanilyalı dondurma gibi oluyor burası. Bu sayede hızlı yükleniyor, yazılar esas odak noktası oluyor falan sanıyorum, seviniyorum. Ama ben -bildiğiniz gibi- çeşit olsun diye değişik şeyler yapmayı seviyorum. Sırf iş olsun diye yeni lezzetler de deniyorum, işimi ince eleyip sık dokumadan da değiştirebiliyorum. Yani zor ayağa kalkıyor ama kalkınca da şöyle iyice bir dolanmadan oturmuyorum. İlla ki de aynı yere oturmuyorum.

Of uzattık, diyeceğim o ki bu yazıda yine farklı şeyler yapacağım. Hem renk olacak, hem uzun süredir yokluğuma cevap olacak, hem de eğer olursa güzel bir kapak olacak. Kapak ne diyorsan, iyi oku okuyucu. Atlarsan bi daha açıklama yok, ona göre. Kaçırma.

Bi kere neler oldu, bizdenbi arkadaş askere gitti, işler yoğunlaştı. Hareket eder oldum. Mesela cuma günü uçtum Trabzona, ordan iki saat de doğuya, şu meşhur sahil yolumuzdan. Size bir şey diyeyim mi, bitmemiş o yol. Otoyol diyenlere de bakmayın, iki geliş, iki gidiş bölünmüş yol işte. Ha o da en iyi yerinde. Bazı şehir geçişleri daha bitmemiş, bitti denilen tüneller ışıklandırılmamış, havalandırılmamış. Şerit, tablela desen hak getire. Ha yolu kısaltmış mı evet. E peki sahilin içine etmiş mi, ona da evet. -Burası propoganda oldu, devam edeyim ben-

Gideceğimiz yere vardık. Akşama kadar işimize başlayamadık. Gerekli altyapı için debelendik, başka başka işler ettik. Ha yapmasak, iş ortada kalacaktı. Oramızı buramızı yırttık ama en azından temel bir noktaya gelip işimizi edip koştura koştura gerisingeri akşam uçağına yetiştik. Bu sayede bazı blogcularımızın efkarlı, heyecanlı ya da kendilerinin içinde ne varsa o duygu ile hep baktıkları kapkara denize, Karadenize öyle doya doya bakamadık. Bakanlarla da görüşemedik.

Zamanda daha geri gidersek, hediye olarak yeni bir telefon aldık. Eski yazılarda demiştim, günün teknolojilerini kullanmıyorum, temkinli yaklaşıyorum, ekonomik ömür kavramını gerçek tutmaya çalışıyorum diye, hatta bunu görsel malzeme içermeyen yazılara gerekçe diye yazmıştım sanırım. O durum artık değişti millet. Yani aslında değişmedi de, elimdeki eski telefon ekonomik ömrünü yitireli yıl olmuştu, en sonunda altını(şarj) tutma yetisini de yitirdi. Güzel bir zaman denkgeldi, özel telefon yenilendi arkasında bir kamera ile.




Eski telefona bir selam olsun üst fotomuz.
İşte şu alttaki telefonla oynaşıyorum yeni bir meşgale olarak. Ivır zıvır, cart curt çekiyorum. Bu yazı da buradan sonra bir kolaj olacak, bir enstelasyon(hahayyt) olacak şu ana kadar seçilenlerden/çekilenlerden/seçilenlerden.


Ha mesela şu, bir taşla iki kuş olsun, yeni tel ve bir önceki yazıya konu olan kazak, e tabi başına o felaket gelmeden önce.



Gece pek geç vakitte işten çıkıp eve gidiyorum. Bunu yine bol bol yazamamama sebep niyetine alın, giderken yolum şöyle alttaki gibi birşey, ha ev dükkandan 3 kilometre uzakta, 3 dakikada gidiyorum, o ayrı.



Ha bu arada, yazmıyorum diye gitmiyorum, yemiyorum sanılmasın, Güvece gidiyorum tabii. Yediğim haltlardan birkaç örnek de alttadır.


çatalhöyük müydü bu.
kabak çiçeği dolma(bulursanız kaçırmayın derim)
kapama,  mantar kavurma, elma hoşafı, gavurdağı salata
kapamanın üstte yeşil durduğuna bakmayın, renk oyunu olmuş o, asıl böyle.
bu da Cem'in yediği yuvalama idi herhal.
yine bir ar-ge çalışması, ıspanak çorba
niğde tava


Hepsini bir günde/anda yemedik tabii, o kadar da değil arkadaş. Suyunu çıkaracam ya yazının, çektiklerimin hepsini birden koydum. 3 farklı güne dair notlardır bu üsttekiler.

Ulen o kadar yiyosun, biraz da evde et şu işi diyenler için hemen alta alalım sizi.



Kibar bir şeberme olacak, yine fotoğraf makinesi gibi davranılan telefonun benden çektikleri ve şirket reklamı altta bununan pozda efem.



Bakın çok amaçlı bir poz daha, hem bolca yazdığım berber Muharrem abinin neticesi, hem tel reklamı hem de optik oyunlarla bezenmiş şebek ben. Böyle anlattığıma bakmayın, çektim oldu işte.




Daha bir önceki yazılarda dert ettiğim ve sonuç itibariyle Antalya'ya karşı ödev olarak yaptığım fikri mülkiyet haklarına aykırı davranışın vesikası da şu oluyor. --Alakasız--Aa baktım da, kepçe de varmış bu üstteki fotoda.



Haber niyetine yazayım, daha önce de yazdığım Ümitköy/Çayyolu/Opet arkası Tadım Pizza farklılıklarına bir yenisini ekledi(ne komik oluyor değil mi haberci dili, salla) Müziğin yanına şiir dinletisi gecesi de yapmaya başladılar. Dün akşam ilki idi bu gecelerin, mekan sahipleri çok ısrar etmişler, kıramadık, bu da orada tıkındıklarımızın resmidir. Şiir okuyan Filiz isimli şair hanımı da çektim ama çok karanlıktı, anlaşılmıyor.



Şimdi sonuç olarak, halim vaktim yerindedir, keyfim de gıcır. Başımın kalabalık olma gerekçelerini, gelcem yorumlayacam deyip de ifa edemediğim görevleri biliyorum, ama blogları takip etmiyor da değilim, gelecem. Elim değdiğince, zamanım olduğunca ziyaret ediyorum. Bi abime bi yamuk olmuş gibi hissettim geçen gezerken, acımam dalarım, ona göre mesela. (ayar)

Yazmayanlara ufak ufak uyuz oluyorum, demeden geçmem, ona göre.

Yazmayan, bırakan çok olsa da, hala takip edilmesi çok zor, geniş bir blog ödevi var, yetişemiyorum, kendime de uyuz oluyorum, ona göre.

Bu yazıyı yazarken farkettim ki bu görsel ekli yazı işi bana uymaz, pek böyle yazı beklemeyin, uzun sürüyor, sevmedim, yani tarz çok da değişmeyecek, ona göre.

Ahayt, konu sıkıntısı mı çekiyorum. Yapmayın. Yazmak için konu aramıyorum ki, konu beni yaz diye üstüme atlarsa, beynimi kaşındırırsa yazıyorum ki.
Çok beklemeyin ama.

Yine bi bu arada daha. gergin abi beni yazmış. Eğer oğlan düşüyor, tutalım diye düşündüysen kaygılanma abi, buradayım. Ayrıca nasıl sevindim belli değil. Dur hatta gidip bi yorum yazayım altına. Ulen ne zor  ve sıkıcı işmiş fotolu yazı. Yapmeycem bi daha.

Yorumlara cevap da vereceğim, onu bekleyin.

İsimsizlere karşı kayıtsız kalma davranışım devam ediyor biliyorsunuz, ama artık tanıdık isimsizler var, onlara da ayıp etmek istemem, şimdiden bir arıza çıkarırsam affeyleyin.

Neyse kolaj bitti, yeterince kalabalık ve zor yüklenen bir yazı olmuştur inşallah bu sefer(dalma kapağı bu oluyor)

9 Nisan 2007 Pazartesi

Kurumuş kırmızı şarap lekesi nasıl çıkarılır


Ya da alternatif başlık: Çağlar'ın leke ile imtihanı
Ya da başka alternatif başlık: Zavallı kazak hiçbir şeyden çekmedi bu heriften çektiği kadar

Pek sevdiğim bir kazağım var. Pamuklu. Ama karışım değil, yüzde yüz pamuk yazanlardan. Ha öyle yazdığı halde ne kadar güvenilir, nasıl güvenilir bilmem. Ama sonuçta severek giydiğim bir kazaktır.

Bu kazağa şarap döküldü. Kurudu da. Sonra bunu çıkarmalıyım dedim. Bu yazı benim elimden kazağın çektikleridir.

inderneytte ararsanız kırmızı şarap lekesi eğer yeni ise beyaz şarap dökün üstüne diyor. Yani leke çıkarmak için alkolik olmalısınız demeye getiriyorlar. Beyaz şarap çalışması yapılamadı. Ben çalışmaya leke kuruduktan sonra başlayabildim. Yani elimizde kuru kırmızı şarap lekesi var. Bunun için de öneriler çeşitli, soda diyen var, oksijenli su diyen var, amonyak diyen de var mıydı yahu... unuttum. Neyse ben soda işine inandım. Öyle başladım. Soda ile ıslatarak leke kabartılacak, hareketlendirilecek. Her ıslatışta da temiz bir bezle emdirilecek, soda ile şarabı alacağız, amaç bu. Bi şişe soda ile bu iş olmadı. Binlerce kez yaptık sayın. En sonunda delirip ıslak lekeyi tahta kaşıkla dövüyordum. O kadar yani.

Baktım soda işi azıcık lekeyi oynatmaktan başka bi işe yaramıyor. Bıraktım, kurusun. Kurudu.

Sonra, marka vereceğim. Koslaoksiekşınmaks'ın kullanım yöntemlerinden biri olan inatçı lekeler için krem yöntemine geçtim iki gün sonra.  Yarım bardak suya bi ölçek toz atıyosunuz, karıştırıp köpürtüyorsunuz. Su ılık olacak diyordu, ben sıcakça yaptım. Korkunç yoğun bir krem oldu. Onu lekeye sürdüm. En fazla yarım saat tutun diyordu. Yarım saat tuttum. Ama sürekli üstüne ek yaparak... Yarım saat sonunda bu tozun uygulama yöntemlerinden bir diğeri olan suya bastırma olayına geçtim. Onda da 4 litre suya iki ölçek tozu atın, eritin, giysiyi bastırın diyor. Aynen öyle yaptım ama tek fark, yine su biraz sıcakça idi. Renkli giysiler için en fazla bir saat tutun diyordu. Öyle yaptım.

Bir saatin sonunda suyun rengini ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Çıkarıp çamaşır makinesine attım direk. Yünlü yıkamada yıkadım. Çıkardım, astım. Dün kurudu.
Leke çıkmış.
Süperim.

Not: Kazak yeni gibi oldu. inanılacak gibi değil. Renkleri canlandı.
Not2: Evet bu hikayedeki kötü karakter şarap işte Atalet...


5 Nisan 2007 Perşembe

Şu saatte öylesine bir deneme


biryerlerde birilerinin üzerine gün doğuyor
günü aydınlanıyor
yüzüne güneş açıyor
odasına ışık doluyor
günü kendi kendine karartana kadar iyi gidiyor
ha bu hep oluyor

ah karayolları -ya da belediye-
kapkara yolları
sarı sarı aydınlatıyor
bana
sadece benim
kendi gecemi yaşatmıyor

hayatın çok doğal olan döngüselliği
bazen çok ufak ayrıntılarda kırılıyor
bir anlığına
sonra o çark kendi dengesi için
eziverip geçiyor kırığı
sonra herşey normale dönüyor sanki hiç olmamış gibi

bi de zamanında şöyle birşey yazmıştık


4 Nisan 2007 Çarşamba

Kendime dair ince bir detay

Sayısız kereler kendi kendime şart koşup da her seferinde dilime sahip olamadığım için kızıp yine yemin ettiğim az konuşmak diye bir sıkıntım var. Hep daha az konuşacağım, daha çok susacağım diyor, ama bu sözümü tutamıyorum. 


3 Nisan 2007 Salı

Ahahah yine keşif adamıyım.


Baktım buzdolabındaki laf olsun torba dolsun diye aldığım yoğurtların son kullanma tarihleri gelir olmuş, ben de icat adamı olayım dedim.
(Keşif mi icat mı, adam gibi konuş) 


Bi kaseye yoğurt böldüm,
üstüne de evde bulunan Yenigün marka bergamut kabuğu reçelinin tanelerinden değil suyundan gömdüm.
Bi güzel karıştırdım, bomba bişey oldu.
Yuttum.

Dur bi kase daha yapayım.

Sabah sabah arabada oynattı


Mardin kapısından atlayamadım x 2
Liralarım döküldü toplayamadım x 2
Yare mektup yazdım yollayamadım x 2
...
ışıklarda utandım da koltukta kıvırtmayı kestim. yoksam direksiyon darbuka, korna da zurna olduydu.

1 Nisan 2007 Pazar

En nihayetinde kavuşma - Petöfi


Bugün şu yazıda uzun uzun tartıştığımız kitabı elime alabildim. Bilmeyenler ya da hatırlamayanlar için aklımda bir şiir vardı hatırlayamadığım, onun peşinde idim. Vukuat o. Şiir, kitap, adam bulundu. Bana yardım eden Yağmur'a da buradan teşekkür borcum idi. Sağolsun.
Kitap zamanında evde olup da kaybettiğimiz kitabın aynısı evet. Ve okudukça şiirleri hatırladım sırayla. Benim aklımı kurcalayan şiir aşağıya alacağım ilk şiir. Ama tüm kitabı hızlıca okuyuverince bazı başka şiirleri de buraya almak istedim. Aralarda kısa fikir kırıntılarımla. Buyrun;


Kitabın başında çevirmen Tahsin Saraç'ın "Ozan kardeş Petöfi" başlıklı bir seslenişi var. Tahsin Saraç şu paragrafla bitirmiş yazısını:

"
Ozanlar kardeş olur. Zulme, karanlığa, bilgisizliğe, açlığa, kısacası kişioğlunu mutsuz kılan her kötülüğe karşı direnmede çağlar boyu sürüp gelmiş bir kardeşliktir bu. Ben de, inancının bedelini yurdu uğruna savaş alanında ölerek ödemiş bu saygıdeğer insanı, halkının hem güzel hem gönlü olabilmiş bu büyü ozanı, PETÖFİ kardeşi, tanıyıp sevsinler diye çevirdim Türk okurlarına.
"

Sonra Sandor Fekete (Macar Bilimler Akademisi uzmanlarından)'nin bir sunuş yazısı var.
En sonra şiirler başlıyor üç bölümde. İlk bölüm Özgürlük İçin, buradan şunları aldım:

ÖZGÜRLÜK İÇİN

KÖPEKLERİN TÜRKÜSÜ

Fırtına ortalığı kasıp kavurmakta
Gökyüzü kurşun bulutlarla kaplı
Alabildiğine kar ve yağmur
Kışın ikiz bacıları.

Ama vız gelir tipi bora
Sıcacık ocak başındayız ya
İyi yürekli efendimiz
Yerleştirdi bizi buraya.

Yiyecek kaygımız da yok
Efendiciğimiz doyduğunda
Bize yetecek kadar artık
Kalır her zaman sofrada.

Gerçi arasıra bir kırbaç
Şaklar ensemizde, şaklar
Ama boş ver; demişler ya
"Köpek kemiği çabuk kaynar" (1)

Efendimiz bizi yine kuçular
Geçiverince o öfkesi
Ve güzel tabanlarını yalamak
Sonsuz sevince boğaz bizi.



--------------------
(1) Macar Atasözü

****Benim şiir bu üstteki, ne dersiniz...****

ÖYKÜNMECİLERE

Şiiri engelsiz, düzgün bir yolda
Tıkır tıkır giden bir araba sanma
Bir kartaldır şiir, özgürce kanat açan
O hiç varılamaz yüce doruklara.

Yeteneksiz ahlaksızlar takımı hep pusuda
Bekler durur nereye açılacak yol diye
Ve açıldığında, üşüşür köpekler gibi
Hepsi de önlerine atılan kemiğe.

Al eline kalemi ve yaz gücün varsa
İlerle hiç kimsenin gitmediği bir yolda
Yoksa bırak bütün o saçma zırıltıları
Sarıl, çok daha iyi, örse ya da sabana.

****Bu yukarıdaki de yazıyorum diyenlere bir tokat oluyor gördüğünüz gibi.****

BEAUREPAİRE

Kral, Fransızların gözünde
Onurunu yitirmişti
(Tam 1830 yıllarında
Ve iki hafta önce olduğu gibi).

Öfkeden pancar kesildi Alman
Ve and içti Tanrı adına
Özgürlüğü ayak altına alıp
Kralı kurtaracağına.

Paralı askerlerini aldı getirdi
Longwy önüne; kent teslim oldu
Sonra ilerleyip Verdun'e doğru
Kuşatma için karargah kurdu.

Ödü patlayan Verdun halkı
Sonunda karar aldı :
Bu beladan kurtulsun da tek
Baş eğecek, teslim olacaktı.

Kale komutanı Beaurepaire
Ne diyor ama baksanıza :
"Teslim olmak diye birşey yok
Tehlike pek büyük değil daha".

"Düşman silahlarımızı pek seviyorsa
Buyursun gelsin, ne diyelim
Gelsin ellerimizden kendi alsın
Biz kendimiz vermeyelim."

Korkak duymazlıktan gelir, derler
Dinlemedi onu İl Genel Kurulu
Ve imzalaması için teslimi
Eline kalemi tutuşturdu.

Beaurepaire kalemi attı yere
Ve kararlı, hemen silahını kaptı
Sonra coşkuyla ve korkusuzca
Alınlarına şu sözleri fırlattı:

Böyle bir utanç ve alçalmadan sonra
Siz yaşayabilirsiniz, ben yaşayamam
Düşmana ancak ölümü bırakırım
And içtim buna ben; tamam!

Ve ölümüm örnek olacak
Arkadan gelecek yiğitlere
Andımı tutuyorum; işte son sözüm :
Ölmek, özgürlük içinde.

Sonra dayadı ve ateşledi
Göğsüne elindeki silahı
Ve bu, koparıp aldı yüreğinden
Yaşamanın o gür kaynağını.

****Bu üstteki şiiri belki bugünün insanı okur da, belki, bir ihtimal, birşeyler anlar diye alıntıladım. Şiirde bahsedilen trajedinin kahramanını bi aratsanıza webde, iki satır bilgi bulacaksınız. Yazık.****

Sonra ikinci bölüm Sevgi İçin başlıyor. Şair Özgürlük, Sevi adındaki şiirini sonradan tüm şiirlerinin en önüne almış. Kitapta da aynen aşağıdaki gibi(eğik yazı değil) yer alıyor.

SEVGİ İÇİN

SEVİ VE ÖZGÜRLÜK
EN GEREKLİ İKİ SÖZCÜK
SEVİ UĞRUNA VERİRİM KELLEMİ
ÖZGÜRLÜĞÜM UĞRUNA DA SEVİMİ

Bir de sonra Yurt İçin kısmı var, oradan birşey almadım şimdilik. Aslında daha çok şiir var vuran, ama yeter şimdilik. Şair Sandor Petöfi, çeviren yine bir şair Tahsin Saraç.