28 Mayıs 2007 Pazartesi

Kişi kendini bilmeli


Bugün akşam evde yemek yiyesim gelmedi, yakındaki bir alışveriş merkezinin yemek katına gittim. Aklımda oradaki dükkanlardan birindeki "kıtırcık" dedikleri bir yiyecek vardı. Bildiğin kuşbaşılı pide işte. Ama pidesi az incece. Kıtır kıtır. Bir porsiyon istedim. Elime bi dikdörtgen kutu verdiler, bu ötünce gel dediler. İyi dedim, aldım oyuncağımı, geçtim bi masaya. Ama daha ilk dakikada pek de eğlenceli bir oyuncak olmadığı anlaşıldı. Tek eğlencesi birkaç dakika sonra çalacak olması idi. Bu kutu meşgale olamayınca kendime başka işler edindim. Etrafımı inceledim. İncelerken doğrudan fikrim geldi: Hani topluca durulan bir mekandayız ya, bu hafta da bizi patlattılar ya, paranoya yaptım. Nerede terörist olabilir, nasıl bir risk üretiyor olabilir diye inceledim. Önce sahipsiz paket/poşet arandım, yoktu. Sonra saldırgan arandım gözlerimle. Hemen profilini çıkardım, 20-35 yaşlarında, erkek ya da kadın farketmez, tek başına. Uzun uzun baktım tüm yüzlere. Yoktu. İki erkek olanlar, iki kadın olanlar, bir erkek bir kadın olanlar, kalabalık gruplar. Aradığım yoktu evet, rahatladım.

Benimle aynı paranoyaya sahip başka gözlerin değebileceği tek bir şüpheli vardı aslında mekanda.


27 Mayıs 2007 Pazar

Gecikmiş bir sobe cevabı

Madem önceki yazı bir başarısızlık örneği, bu seriden gidelim ve gecikilmesi ile de -birazdan okuyacağınız üzre- cevaplanma şekli ile de başka bir başarısızlık örneği ekleyelim bir tane daha.

Beni Farmau ve Neşe sobelemişlerdi. Farmau 27.04.2007 tarihinde bu yazısı ile, ve Neşe de 01.05.2007 tarihinde şu yazısı ile.

A) Farmau birkaç sorunun cevabını istiyor:

1.Daha önce yaşadığım üç şehir



        Antalya ve Ankara. üçüncü yok.


2. Tatil için gittiğiniz, gördüğünüz, önerdiğiniz 3 yer

        Önerdiğim bir yer yok aslında. Çok tatil yapan biri değilim. Hannover çok mekanik, Paris çok yabancı, Göcek zaten bozuluyor, Şarköy'ü zaten anlayamamıştım, Çeşme pek sıcak. Anlayacağınız armutun sapı, üzümün çöpü işte...

3.Görmek istediğim 3 yer

        Biryer göresim yok, haz sahibi olan biri olmadığıma karar verdim.


4.Şu andaki mesleğiniz...

        Mühendis diplomalı ameleyim. Zaten kim okulda öğrendiklerinden para kazanıyor ki.


5.Dünyaya yeniden gelseydiniz, hangi mesleği yapmak isterdiniz?

        Bilmem, babama sorardım herhalde. Zira ilk denemeyi de onunla sonuçlandırmıştık.


6.Asla yapamazdım dediğiniz meslek

        Tercihleri yaparken tıp okumam dediğimi hatırlıyorum. Şimdi gördüm ki, yap deseler, onu da yaparmışım.


7.Yaşam felsefenizi oluşturan sözlerden biri?

        Bilmiyorum. Bilsem, bu kadar Direkler yazısı yazmazdım.


8.Bir kitaptan alınma, cok sevdiğiniz bir cümle veya paragraf veya bölüm…

        Kitap okurken pek işaretlemem. Her okuduğumu da unutuyorum. Sanki tüm kitabı gizli tek bir kelime ya da cümleyi bulmak için okur gibi okuyorum. Zaten bulduysam da farkedemiyorum.


9.Çok sevdiğim bir şiirden parça...

        Bu sorunun cevabı için farmau ile hemfikirim. Aynı cevap kalsın.



         Her daim Murathan Mungan tabiki ve en sevdiğim dizeleri;


Yüreğim cam kırığı

Bütün duygulardan önce

Öğrendim ayrılığı

Saldırgan diyorlar bana

Oysa kırılganım ben

Gözyaşlarım mücevher

Saklıyorum herkesten

Ürküyorlar gözümdeki ateşten

Ürküyorlar dilimdeki zehirden

Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden..

Diyorlar:

Bir yanı sarp bir uçurum,

Bir yanı çılgın dağ doruğu.

Oysa böyle yapmasam ben

Nasıl korurum içimdeki çocuğu?





B) Neşe çocukluğunuza ne öğüt verirdiniz diye soruyor.
        Şuradaki hatalarımı doğru dürüst tespit edemedim daha, ne diyecem herife. Ağzımı açmazdım.


Öf ne karanlık bir yazı oldu. Olsun. Böyle.

H. Çağlar Bilir - 4 gibi ama yarım


H. Çağlar Bilir

H. Çağlar Bilir - 2

H. Çağlar Bilir - 3 ' ümsü


Kronolojik olarak geliyor isek eğer, Antalya yıllarını tamamlamış sayılabiliriz sanırım. Ankara yıllarına başlatan ve çoğumuzun başından geçen olan üniversiteye giriş karmaşası o kadar da çok anlatasım olan bir olay değil. Tahmin edeceğiniz psikolojik yıpranmalar, uykusuz geceler, yarış atı gibi tepişmeler falan işte. Bizim zamanımızda sınav iki aşamalıydı, benim olayım bu iki aşamanın arasında idi. Sıyırdım resmen kafayı. Ama sonuç itibariyle Hacettepe Üniversitesi belli bir süre ile önceden istekli/sınırlı sorumlu/zorunlu ikametgahım oldu. Biz girdiğimizde Bilgisayar Bilimleri Mühendisliği olan bölümümüz biz çıkarken bilimlerini düşürüp mühendislik kaldı. Hadi biz içini dolduramıyorduk tamam da, bilimciliğimizi çekemeyen YÖK sonradan açılan kalantor vakıf üniversitelerinin yazılım bişimişi bölümlerine, softveyir tasarım bıdılarına pek bir kibar davranır görünmekte, ne ayak...

Okul kayıtları Hacettepe merkez kampüste yapılıyordu... Barınma sorunu için seçenekler Beytepe kampüsü içindeki ya da dışındaki yurtlardı. Bir şekilde kapağı kampüs içindeki yurtlara attık.
...

Cık, yazasım yok...


Not: Kızın adı kesinlikle hala gelmedi aklıma. Gelemeyecek de sanırım. Hatırlamaya çalışmayı bıraktım zaten.


26 Mayıs 2007 Cumartesi

Ordan burdan :-).


  • Hakan Öge 3 yıl süren yelkenli ile dünya turunu yarın tamamlıyor. Ben orada olamayacağım ama yarın(pazar) saat 14:00 gibi Antalya'ya girecek inşallah.
  • Cumadan beri büyüklerden birkaç tane özlü söz dinledim, pek beğendim, listeleyelim:
    • Bir tas yoğurt için inek besleme (Berber Muharrem Abi)
    • Eşşeğin büyüğünü ahırda unutmak (")
    • Ne davul ister ne düdük, it gibi oynar bizim güdük (")
    • Ağzının tadını bilse kıçının kenarına bakkal dükkanı açar (eski... babam)
  • Alerji durumları: Atalet'in ce-kutusunda da özetledim ama, yazalım buraya da: Kan testinde IgE 101 çıktı, bu bizim yaş grubu için sınırın hemen üzerinde bir alerjik olma durumu, kriz değil. Solunum fonksiyon testlerine göre astım değilim, normal o da. Doktor Singuleyir(SingulAir) gece kullanım, Telfast gündüz kullanım için verdi. Bir de fısfıs verdi değişik... Ben de feyza'nın önerisi ile Tefal'in şu bebe serisi, buhar üreten cihazlarından aldım. Akşam uyuyabildim. Ama şu anda biraz yavaş yaşıyorum, dikkat azaldı ve odaklanma yavaşladı. Ha bi de; dün akşamüzeri yağmur da yağdı Ankara'ya :)

Not: Nasıl yaptım bilmiyorum ama koskoca Hakan Öge'yi Hakan Öğe diye yazmışım sabah, özür diliyorum, düzelttim. İlaçlar... deyip kaçayım.

24 Mayıs 2007 Perşembe

Yine mor gece ya da sabah


Vaktinde şöyle bir yazı yazmışız. Aynı hal yine tekrar etmekte. Madem öyle, biz de biraz nazire yapalım o yazıya.

Uykumu kaçırdı alerjik bünyem. Hem de nasıl ama... Bu sefer neyin dokunduğunu da bulamadım. Göz, burun, damak kalmadı. İkibuçuk saattir evin içinde deli danalar gibi dolanıyorum. Yatağı salona bile taşıdım, ama yok, bulamadım. Neyse dedik, kabullendik. Blog dolandık biraz, görmüşsünüzdür. Eski yazıda da dolanmışız ama o zaman o kadar ortama girmemişiz ki ce-kutusu notları yazamazmışız.

Toprak kokuyor mu diye balkona çıkayım dedim, karanlığın içinde güvercin korkuttu beni, hemen geri içeri kaçtım. Gerçi benim korktuğum şey onun korkup kaçması idi. Zaten hep bilmediğimizden korkarız, değil mi.

Ayrıca çıksa idim balkona pek de toprak kokmaz idi herhal. Toprak kokusunu alabilmeniz için genelde yağmur gerek. Aslında yağmur yağsa şu bizim alerji illeti biraz sakinler diye umuyorum.


Eski yazının dibinde edebiyat yıkmışız, şimdi burada canım istemedi.  Yalnız, bi yerlerden bir dua aldık herhalde, 0510 itibariyle sakinledim biraz.


20 Mayıs 2007 Pazar

Sabahın ilk işe yarar işinin akla getirdikleri

Aynı seriden bir gidelim bakalım, umarım dokunabiliyoruzdur ulaşmak istediğimiz o ince naif noktalara:

Sabah mutfaktayım.
İzmirliyle Erzincanlıyı çatalla aynı hale soktum.
Üstlerine bizim oraların kekiği ile Şanlıurfamın pulunu ektim.
Onların da üstlerine yine İzmirli ile Balıkesirli meyvenin -sıra ile- sızma ve riviera suyunu gezdirdim.
Bursalı karaları yanlarına koydum, yedi tane.
Çekirdeği kırmızı olan kırmızıyla, çekirdeği beyaz olan yeşil de herhalde bizim oralardandı.
Rizeliyi haşladım, suyunu içtim bunların yanında.

Var ya, bunların tadı böyle değil de, en geniz, boğaz ve mide yakanından olsa bile geçmem, geçtirmem hiçbirinden.
Bunlar benim, hepsi...


19 Mayıs 2007 Cumartesi

Er kişi niyetine, ya da Rüzgar ile yaprak


Nasıl hissediyorsunuz kendinizi,
Rüzgar ile savrulan bir yaprak gibi mi, yoksa o yaprağın güdeni rüzgar gibi mi.
Her iki rolün de kendine has yanı olduğunu, yaprağın o kadar da edilgen değil, rüzgarın da sandığınız kadar patron olmadığını algılayabiliyor musunuz.

-Ne yapsam. Şimdi, şu noktadan itibaren rüzgara düşman mı yazsam. Yok olmaz, yapılmaz, o da bizdendir.-

Hani nasıl deniyordu, "yağmasa da gürler", yani onun da içinde birşeyler var yapamadığı. Havamızı alalım da bir.

Yaprak, kardeşleriyle birlikte, ağaçtandır. Onlarla toplama, çarpma yapınca da orman eder. Safları iyi tutmuş ormana rüzgar işlemez.

Ben kuru bir yaprağım, ne işe yarayacak benim uçuşmalarım, onu bile kendi başıma yapamıyorum deme. Özündeki can bana ne kadar lazım, bir bilsen.
Hadi....


17 Mayıs 2007 Perşembe

Bakın, ben size yeni bir memleketi savunma yöntemi söyleyeyim


Bugün muhtalığa gittim seçmen listelerine bakmak için. Biliyorsunuz daha birkaç ay önce adrese dayalı nüfus sayımı yapıldı. Onun sonucu olarak ben artık bu mahallede seçmen olarak görünmeliyim diye düşündüm. Baktım, yokum... Zaten http://www.ysk.gov.tr/ysk/secmenBilgi.jsp adresindeki uygulamadan bakınca da eskiden oy kullandığım yerde görünüyordum. Neden böyle oldu dediğimde muhtarlıktaki görevli şunu dedi: "Zaten o işi ellerine yüzlerine bulaştırdılar, yine bize yıkacaklar gibi görünüyor". Sonuç itibariyle ben bu işte de artniyet ararım arkadaş. Bilginiz olsun, muhtarlığınıza gidip listeleri incelemek, hata varsa seçmen bilgi düzeltme formu doldurup geri teslim etmek için sadece ve sadece 21 Mayıs'a kadar süreniz var. Bakın, bu da aynı iş. Bayrak sallamak gibi birşey, kesinlikle oyunuzu kullanın demek gibi birşey. Hakkımız olan şeyin peşinden koşturmamız gerekiyor evet, ve bunu adamlar doğru dürüst iş yapmadıkları için yapmamız gerekiyor evet... ama yapmazsak ne olduğunu son yıllarda net olarak gördük.
Buyrun, yine... yersek.


10 Mayıs 2007 Perşembe

Değerler sistemi olarak Hukuk'un sündürülmesi


Sosyal hayatı bir sistem olarak gördüğümüzde bu hayatı düzenleyen bazı kurallardan da bahsetmek gerekir. Örfler, adetler, kişiler arası, kurumlar arası ilişkileri düzenleyen hukuk kuralları ve benzerleri bu tür sınır taşlarıdır.
Böyle dedik ama bu naif tanım. Naiflik kendiliğinden üremede yatıyor. Yani örneklerle, olaylarla, yaşanan geçmişe dair öğrenilenlerle şekillenen belirleyici kurallar sağlam, sağlıklı, ortada, hakça kurallar oluyor. Öyle oluyor çünkü bu kaideler zamanın imbiğinden damıtılarak oluşuyor. Zaman bol olunca da insandan bağımsızlaşıyor konu. İdeolojiden, inançtan, fikirden soyutlanıyor. (Acaba burada, zaman adamı doğrultur desek mi)
Peki değneğin diğer ucu ne kadar pis, bi bakalım. Pislik kural koyucu nalıncı keserinin ne kadar kendine yonttuğu ile ilgili. Evet ilgili, çünkü kurallar/kanunlar/yasalar eskiden gelen ama biraz anlam kaymasına uramış olup olmadıkları tartışılabilir olan tanımları gereği kamu vicdanının sesi, insanlığın ortak aklı gibi değerlendiriliyor. Yani bir anlamda taşa kazınıyorlar. Farkediyorsunuz değil mi bunu, yaptığımız zaman kimin öyle yaptığından bağımsız olarak o kurallar sabitleşiveriyor.
Uzun uzun açıklamıyorum diye kızmayın lütfen, konu benim gözümde pek açık.
İşte bu noktada başlık anlamını buluyor. Yasaların oluşturduğu hukuk, -yani hak, hukuk, vicdan'daki hukuk değil- , el kaldırılarak oylanan hukuk yasa koyanın kölesi oluveriyor. Hatta o yasanın yazıcısı canının istediği gibi at koşturmanın yöntemini genele, yasalar vasıtası ile dikte ediyor. Çok uzatıyorum biliyorum ama altın kural, altını olanın kuralı koymasıdır denir ya, ondan bahsediyorum.

Örneklerim bol, hatırlarsınız sanırım iki üç hafta kadar önce büyük bir futbol kulübümüzün yarım başkanlarından biri çıkıp ekranlarda mızırdamıştı. Markayı bilmeyen, küme düşme korkusunun ürettiği kuyruk acısıyla bulduğuna bağıran bir takım sanır. Sanki kuralları koyan, istemezse koydurmayan en büyükler kendileri değilmiş gibi canım yandı oynamıyorum ben diye rol kesmişlerdi. Hani bi de insanlar inanıyorlar ya bu tek ayak üstündeki palavralara, can ona yanıyor.
Hadi bu sonuçta oyun olan bir alan. Böyyük hökümetimize ne demeli, sanki tüm icraatlar demoktarikmiş gibi, memleketim semalarında pek bi alışık olduğumuz, azıcık kalın kağıttan dürülmüş elektronik rulo canlarını acıtınca yandım anam su getirin deyiverdiler. Aslında konu su konusu değil, cafer sçtı bez getir konusu idi ya, hadi neyse. Demoktarik değilse bile en kralından demokratik halk hareketlerine ise kayıtsız kalmak ne kadar geniş meşreplilikle bağdaşır, düşünmek lazım. Sizinki can da bizimki patlıcan mı birader. Konu kaydı sanmayın, meydanda demokrasi, parti meclisinde ali kıran baş kesenlik artık bize atılacak kayış değildir.
Yemezler demek istiyorum.
Belki sona şu denebilir: Her sistemin ilk kuralı kendini korumasıdır bence. Sistemin kendi kuralları ile sistemi değiştiremezsiniz, tepki verir.
Yerseniz.

Alakasız alaka: Gelmişken, Hüsniyadis kim bilir misiniz, hatta Şeyh Sukuti kimdir, bilir misiniz.

NOT: Konunun Fenerbahçe ile ilgisi yok, biliyorsunuz. Teşekkürler.


3 Mayıs 2007 Perşembe

Olmayan Birini Düşünmek


Biraz önce birşeyler okuyordum, fikir dürttü.
Dürten fikir, olmayan birini hayal edip, kurmaca bir hayat oluşturup onu anlatan bir yazı yazmak gibi birşey.
Nasıl olur acaba, düşüneyim bakayım bir insan evladını dedim. Bir kere bu kişinin cinsiyeti erkek olacaktı. En temel ikinci özelliği de şu ana kadar görerek, okuyarak ya da benzer yollarla ilişki halinde olduğum hiçbir adama benzemeyecekti. Bırakın benzememeyi herhangi bir kişiden hiç bir parçacık bile alıntı olmayacaktı.
İlk dakikanın sonunda kulaklarımdan duman çıkmaya başladı. Kişilik gibi önemli konulara bile gelemeden, daha surat, saç, baş konularında takıldım. Ne hayal etsem birine benziyordu. Olmaz bu, bu fikir arızalı dedim en sonunda.
Ama arızalı fikir bana yazı konusu oldu, hem de sorulu yazı.
Şimdi soru, böyle birşey olabilir mi, yani hayal edilebilir mi tamamen kendine has bir insan. Özellikle karşı cins(ya da hoşlaşılacak cins diyelim) olmayacak. Aşık olacağınız kişiyi anlatın demiyorum yani. O çok olay olur yoksa. Şöyle olsun, böyle olsun, kaşı keman kirpiği yay olsun falan değil aradığım. Hani romancılar karakter kurarlar ya, onun gibi birşey diyorum. Her ne kadar kurmaca dense de illa ki bazı modeller vardır bu karakter oluşturma evresinde diye düşünüyorum. Yani öyle olmalı diye iddiam oluştu kendim yapamayınca.
Ne dersiniz...
Ooh, sorumu da sordum, yazımı da yazmış oldum. Kendime hediye, çilekli dondurmamı kaşıklamaya gidebilirim artık rahatça.


1 Mayıs 2007 Salı

Sek sek


herkes orjinal
herkes değişik
herkes kendine özel
herkes can

her bi can bi tane
biricik

tespihin taneleri tespihken aynı, taneyken tek.
insan biz iken ortak, birey iken tek
ama her cana canan da gerek
hep yek, sadece tavlada şık