21 Haziran 2007 Perşembe

Ruh Kaşıklayan



Çok uzun süredir düzgün yemek yemiyorsun. Aslında açlık ya da tokluk hissini kaybedeli çok oldu. Kapalı sistem misali bir devridaim var ama o anda hangi durumda olduğun anlaşılamıyor. Elektron olsan istatistiksel olarak yerin de tespit edilebilirdi. Ama senin yörüngen bile yok, daha çok bir sarkaç gibisin, bir oraya bir buraya. Sınır değerlerin belli, daha ileri gitmekten korkan bir sarkaçsın. Zaten daha yükseğe itenleri de sen kovalıyorsun.
Annen de baban da abur cubur ile karın doymayacağını söylemişti sana. Dengeli beslenmelisin. Sebze ağırlıklı bir diyetin çok faydalı olacağı, hayatını yola koyacağı çok açık. Ama sebzenin de meşakkatli birşey olduğunu biliyor ve buna eriniyorsun. Pazardan alınacak, evde ayıklanacak, güzelce temizlenecek, iyi saklanacak, dolapta. Özen ve ilgi ister yani. Çok tembel oldun bu konuda. Hayatında vitamin -ya da yeşil renk diyelim- istiyorsan uyman gereken sosyal kurallar belli.
Ama sende ilginç bir atalet var. Fıstığın kabuğunu soymak, fındık kırmak çok daha basit geliyor. Emek veresin yok anlaşılan. O da doyuruyor ama geçici işte. Çerez tutmaz adamı. Hem kısa zamanda alınan haz dorukta da olsa tadı böyle çekici olan herşey zararlıdır. Düşünsene, çerez dediğimiz nerede ise herşey tohum. Tohum da yağ demek. Hem çok yersen midene oturur bunlar.
Neyse...
Bir gün kargodan göndericisi belirsiz bir paket geldi. Yok yok bomba falan değil, şeffaftı paket. Paketin içindeki şeyi de görüyorsun ama benzetemedin birşeye işte. Kargo paketi kendiliğinden açıldı ama içindeki şeyin kabuğu asıl içeridekini göstermemekte kararlı. Zaten kabuk ya da kaplama da pek rengini belli etmiyor.  İçindeki yenir mi acaba.
Tek elde tutulabiliyor gibi ama büyük. Aslında hakkı iki elinle birden sıkıca kavramak. Aylarca, kabuğunu soyup içine bakmaya çekineceksin. O halde iken "acaba yere atsam zıplar, geri gelir mi acaba" diye düşünmek neyin nesi kuzum. Yenecek birşey olduğu belli işte, neden oyuncak topmuş gibi davranırsın ki. Hem ya kırılırsa. Öyle kabuğunun üzerinden hissettiğin kadar yumuşaklık belki sadece yüzeyindedir, içinin dağılmayacağını ne biliyorsun.
Neyse...
Evet, ne kadar uzun süredir berabersiniz değil mi. Hala açmadın kabuğu. Kocaman bir bayram şekeri gibi iki yanından bağlı bir kabuğu yok. Sadece tek yerde fiyonk olmuş paket. Bu kadar süredir acaba bozulur mu, son kullanma tarihi var mıdır diye düşüne düşüne, varsa da geçirdin muhtemelen. İçinden çıkan bir işe yaramazsa çok yazık etmiş olacaksın. Madem o kadar kaygılanıyorsun, açsaydın ya ilk geldiği gün, akıllım. İşte hareket edememek sorunun bu senin. Kafanın içinde kurup duruyorsun ama elini uzatıp tutamıyorsun. Avucunun içinde iken bile kaybediyorsun.
Neyse...
Aa sehpanın üzerinde duruyorken, sen açsam mı acaba diye düşünürken kendi kendine açıldı kabuk. Gerçekten bozuldu da dökülmeye mi başladı acaba diye düşünürken gördün ki bir bozulma emaresi yok. Ama çıkan şey de daha önce yediğin hiçbirşeye benzemiyor. Ürkerek kokladın. çok hoş bir kokusu var ama daha önce kokladığın hiçbirşeye de benzemiyor bu koku. Pek ince ve kibar ama.
Dokundun.
Evet çok yumuşak ve bastırdıkça sertleşiyor. Çok ezmesene, iz kalacak. Elini çekince geri aynı şekli alabiliyor gibi ama koparırsan da parça kopacak gibi de. Hala anlayamadın.
Neyse...
Çok narin gibi görünmekle beraber bütünlüğü yerinde, belli. Ama yenebilecek birşey olduğuna dair inancın tam hala. Bir kere o kokuyu aldın sen. Hem niye illa ısırasın var ki, işte bu haliyle bile çok hoş. Daha ne istiyorsun. Ne doyumsuz birisin be.
Hala ürkekliğini atamadın aslında. Yine aylarca öyle kaldı sehpada. Bir gün aldın tek elinle, ısıracaksın, kararlısın. Ve düşürdün ısırayım derken, beceriksiz. Sana dedik di mi iki elinle tut diye. Yere düştü. Korkarak bakıyorsun yerde dağılacak mı diye.  Geri zıplayacağına hiç ihtimal bile vermiyorsun, yapısı belli. O kadar süre geçir birlikte ve şimdi de düşür, yapılacak iş mi bu ettiğin. Yere çarptı ve sanki bir an orada kalsa mı başka birşey yapsa mı kararsızlığı yaşıyormuş gibi düşündüğün sürecin sonunda inanılmaz bir şekilde geri zıpladı. Evet gözünü bile kırpmamıştın ama şimdi de faltaşı gibi açtın çünkü geri eline zıplamadı, sehpaya kondu. İnanılmaz. Şoktasın. koltuğa yığıldın kaldın. Nasıl düştüğü gibi geri gelmez de başka bir noktaya gider. Hala basit mekanik düşünüyor ve yere çarptığı noktada acaba birşey mi vardı da öyle oldu diye bakınıyorsun. Orada sadece bıraktığı iz var. Evet yıpranmış belli. Bir ıslaklık. Deli demeyecek olsalar gözyaşı olduğunu haykırabilirsin bu ıslaklığın.
Neyse...
Isırma sevdasını bırakmak gerektiği belli. Kaşık. Evet evet kaşık. Tamam yeni plan oluştu ama şimdi değil. Çok korktun. Bu kadar bekleştiniz, sakinlemek için biraz daha beklenebilir herhalde.
Neyse...
Yine günler geçti, hayatın basit döngüselliğinin seni bu konuya yeterince duyarsızlaştırdığı bir akşam tekrar karşına aldın onu. Ne ki bu, kesinlikle bulmalısın, bilmelisin. İçin içini yiyor, sen de onu yemelisin o zaman. Madem öyle işte böyle, kısasa kısas diyorsun yani içinden. Ama olmaz ki böyle. İşte başka bir yanlışın bu senin. Neyle didişiyorsun ki, hem niye didişiyorsun. Yaşam kavgadan ibaret değil. Sal gelsin, rahat bırak. Akacağı gibi aksın. Ama yok, huylu huyundan vazgeçmiyor anlaşılan. O kadar gün sonra bir tatlı kaşığı aldın. Evet o işlemeli ve küt burunlu olanı. Sehpanın üzerinde önüne çektin onu. Kaşık da elinde. Eskiden solaklıktan kalma alışkanlıkla sol elinde kaşık, sağ elinle onu sabit tutuyorsun. Sanki kaçacak, nereye kaçacaksa. Kaçınılmaza doğru ilerliyorsun, bunun bilincinde olmana rağmen yapıyor olmana kendin bile inanamıyorsun, hayretler içinde kıvranırken kaşığı kocaman kürenin en tepesine yakın bir yerden soldan usulca batırmaya başladın. Evet giriyor içine, iki santim kadar batırdın kaşığı, neden ilerliyorsun ki, çek işte geri. Ya da en azından kanırt, parça al. Neden devam ediyorsun.
Yeter artık, yazık.
Ne arıyorsun ki. Aha, yuvarlağın ortasına denkgeldiğini tahmin ettiğin biryerlerde sert çekirdeğe dokundun işte. Ah, için kıyıldı. Kaşığın bombesinden dolayı açılı girdin ve çekirdekimsi şeye dik değil açılı dokundun,  itmeyi bırakmadığın için de kaşık sürttü, sıyırdı çekirdeği. Metal kaşıktan elektrik çarpılmış gibi irkildin sıyırınca, için ezildi hem. Elini çekiverdin ama kaşık orada saplı kaldı. sağ elini de bırakınca sanki o öne doğru eğiliverdi. Gözün seni yanıltıyor mu acaba. Azıcık sönüverdiğine yemin edebilirsin. Rengi de soldu sanki. Hani tadına bakacaktın, ne oldu.
Çok kötüsün.



Not1: Başlığı attıktan sonra Gönülçelen(Catcher in the Rye) geldi aklıma. Ama alakası yok. Zaten aklıma sonradan geldi.
Not2: Ekindeki dalga ile beraber yazıldı. Biterken dalga azalmıştı.

20 Haziran 2007 Çarşamba

Hadi bakalım

İlahi denkgelişler mi dersiniz, ilahi adalet mi dersiniz bilmem ama bu sabah kahvaltıda kafama çıkan söz şu idi:
"An beni bir koz ile, isterse içi çürük çıksın"

* Koz: Ceviz


12 Haziran 2007 Salı

Kalma psikolojisi ve karşıtı


Uzun süredir yaşadığım bir sıkıntı bu. Hatta taa lise vakitlerinden beri galiba. Ya da bilmiyorum, belki daha uzun süredir. Gerisinde yatan sebepleri bilmiyorum, çözemedim. Neyse ben hali betimleyeyim, yorumlarda faydası dokunan bulunur, bir umut.

Şurada ve burada iki yazıcık karalamıştım. Onlar aslında derdimi anlatmıyor ama en azından kelime altyapısı...

Neyse efendim,
birileri gittiğinde o gitmeler kendileri için hayırlısı olsa bile, öyle olduğunu ben bilsem bile, genel geçer kurallara göre başkası olsa da gidecek olsa bile... ben bozuluyorum. Hatta onların yerine kendimi koyup karar verecek olsam belki ben de giderim, onu da biliyorum, ama yine de bulutlanıyorum.
Bu paragrafı daha uzatmayacağım, örneklemeyeceğim de. Bu kadar.

Ben de böyle gidenlere bozulduğum gibi gidiyor muyum birilerinden uzağa, ona bakıyorum. İşte o zaman iyice karışıyorum.


Not:
Bozuluyorum+bulutlanıyorum=(Terkedilmiş hissediyorum)



5 Haziran 2007 Salı

Artık ne sayarsanız


Eski dost kulaktan klavyeye serisini unutmuşuz, an itibariyle trtint'te bir türkü programı var. Hatrımıza geldi, bir türkü yakalayalım dedik. Ama o bizi yakalayacakmış, bilemedik. Buyrun, aha bu da bikaç kaya, artık neremize dayarsak.


kırımdan gelirim gelirim
adım da sinandır ey aman
gizlenme nemçelu
halin de haraptır ey
kılıncımın suyu  suyu
kandır da dumandır hey
kırımdan gelirim gelirim
atım da araptır hey aman
gizlenme nemçelu
meydan da burdadır hey

-- "o kadar mutluyum ki aklın durur" dedi arayan bir izleyici --
o bunu derken ben şu linke çarptım:
http://www.hcguzel.net/27_01_2005.htm

o yetmedi belli ki kabartmaya, sonra bu türkü geldi:

bir sandığım vardı sırmadan telden
bir çift yavrum vardı tomurcuk gülden
nasıl ayrılayım gül yüzlü yarden
sene gardaş sene dinle bu sene
gidene gelmeyene öyle bi sene
bir yanım erzincan vermem baybutdi
yıkılsın düşmanin taciyle yurdi
sağolasın anam beni doğurdin
işte böyle böyle hal dedi gönül
ister ağla ister gül dedi gönül

onun çağrışımı ile de buna çarptım:
http://atadan.wordpress.com/tag/agit/

dahasına gerek yok. zira toparlanamayacağız devam edersek.

Bilgiler güncellenmiş gibi görünüyor. Buyrun, denetleyin.

http://www.ysk.gov.tr/ysk/secmenBilgi.jsp


Not:Uyarısı için Suna'ya teşekkürler.

3 Haziran 2007 Pazar

Bir sınıflandırma denemesi


Etrafımızda birçok fikir var. Bu fikirlerin önderleri ya da bayraktarları oluyor genelde. Onlardan okuduğunuzda bir anda kendinizi o fikirlerin içinde hissedersiniz. Bir tek o fikir doğruymuş gibi gelir, diğer herşey yanlış sanırsınız. "Başka doğru olamaz, inanılmaz, evet işte bu!" dersiniz. Edebi deyişle o yolun yoldaşı, askeri oluverirsiniz hatta.
Ama işte komik olan şey şu ki, eğer bakabilirseniz her fikrin karşıtı, alternatifi, az biraz oynanmışı, değişmişi falanı filanı için de bu üst paragrafta dediklerimiz çalışır.
Fikir derken birçok farklı boyutta kullanıyoruz bu kelimeyi. İdeoloji de diyebilirsiniz, inançlar da, bilimsel teoriler de. Dikkat edilirse inançlar, ideolojiler, teoriler.. yani farklı fikirler çatışır hep.
O fikirlerin önderleri vardır, inançla yazarlar. Kendi çerçevesinde o kadar tutarlıdır ki yazılan yazılar, okuyan mest olur. Okuyan aşık olur, "en büyük fener, başka büyük yok" der hep. Komiktir bu. Bu sloganı atan, hayatın çarkının kurduğu farklı bir feleği yaşasa ve öbür adamı okusa o diğer fikrin bayraktarı olacaktı, haberi yoktur.
Daha komik birşey söyleyeyim, bazı fikir önderleri de bu yanılsama içindedir. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak kendileri de ötekileri, diğerlerini, karşıtları reddederler ya da farketmezler. Bu noktada da fikir yöneticileri devreye girer. Bunlar işleri gereği bu fikir bayraktarcıklarını manüpule(bunun Türkçe'si ne) ederler. Yazan adamları etmeseler bile oluşturdukları dalgayı ederler kendi amaçları için. İşleri budur, yönetmek, yönlendirmek, falan. Zavallı dünya bu senaryocuların çatışmaları arasında zaman buldukça döner kendi çapında.
Fikir adamlarının aşıkları, kurşunları mı? onlar kendi burnu bile olmadığı için başkasının burnunun dikine giden eylemcilerdir. O kadar.
Yalnız adamlar vardır, hem eylemci hem fikir sahibi. Onlara delikanlı denilebilir sanırım. Kelle koltukta sayılırlar.
Fikirleriyle yönetenler vardır, fikrin öneminin farkında olan ve gerekirse eylemci bile olan. Fikirleri bilen, yoğuran, en güzel tatların farklı tatların aynı tencerede birleşmesi ile olduğunu bilen. Onlar çok azdır sırtlarında fikirlerinin etki ettiği tüm güruhun sorumluluğunu yük olarak taşıyan. "Yüz yılda bir gelir" diye rivayet vardır haklarında.



Not1: Lütfen evet, konunun yine Fenerbahçe ile alakası yok, biliyorsunuz.
Not2: Bizde güzel laflar vardır, "Feleğin çemberinden geçmek, çarkına s.çmak, tekerine çomak sokmak" gibi, ya da "Oğlum aklın yok da burnun da mı yok koku almıyor" gibi, güzeldir.
Not3: Nereye koysak bunu. Direkler iyi sanırım.


2 Haziran 2007 Cumartesi

Sonuç gibi durum


O kadar uğraştım üzerime kalmasın diye. Sebebi olmak istemedim. Hep kendimden uzaklaştırdım, kovdum hatta hep. Ama o ve diğeri hep geldiler inadına geri.
Ben kovunca herşey çözülüyor sanıyordum. Bu tek yönlü birşey değilmiş ki. İlla iki tarafın da belli bir dengede olması lazımmış, anladım.
Artık kovamam. Rahatsız etmemeliyim.
Neden mi;
Bugün farkettim, yumurtlamış.