27 Ekim 2007 Cumartesi

Telkariden mozayik pastaya


Gel okuyucu gel. Biliyorum çok ihmal ettim seni, özür dilerim. Ama savsaklamadım bak, sadece ihmal ettim, mazur gör. Ne diye geldin dersen, haklısın laf demekte... Ama sanki benim yeni kıymıklarım oluştu, onu paylaşsam okur musun. Gerçi yine olmamışından, yani ham meyve getirdim. Bakma kusuruma. Buyur...

Telkari biliyorsun değil mi, şurada hem bilgi var, hem de orası benim bu yazıma vesile olan yazıdır.
İnsan telkaridir desem delirdin demezsin di mi bana.
Buradan sonra tüm yazının başına kocaman bir "sanırım" koydum say.
İnsan hayatı boyunca ezilir, incelir, bükülür katlanır, şekilden şekile girer. İnsan telkari ise, hayat da zaten sağlam bir haddedir. Herkes sizi bir tarafa çekiştiriyor sanıyorsunuz ya, inceltiyorlar sizi. Bilinçli ya da bilinçsiz, amaçlı ya da plansız da olsa, herşey cebinize koyulan bilyedir gün sonunda. (Ben başaltı bile vuramazdım, kanaatkar olacaksın değil mi, ortalara şavullayacaksın) Yani kızıyoruz ya üstüme üstüme geliyor herşey ve herkes diye ya, tamam kızalım, kızgınlık bir enerji boşalımı düzeyinde ise kızalım ve rahatlayalım. Ama herşeyden üstümüze bulaşan ufak simleri de kendimize katalım yani. İnceldikçe ama gerçekten inceldikçe, ezildikçe kötü mü oluyor yani. Ya birşey soracağım, incelikler yüzünden diye bir şarkı var mıydı. Ya da herhangi bir şarkının sözlerinde geçiyor muydu bu cümle. Hadi, ben bakmayayım, yazının sihri kaçacak, sen bakıversene.
Hayat bizi inceltiyor, keskinleştiriyor, dürüyor, büküyor ve katlıyor olabilir ama kendisine renk katalım diye, diğer inceler ile bir olalım diye. Kaynaşalım da birlikte başka bir bütün oluşturalım, güzel duralım diye öyle yapıyor bizi. Renk oluyoruz.
Hem hiç eline çimento, torbanın içindeki çimento ama, toz halinde, aldın mı. Böyle iki parmağın arasında bir fiskeyi ovaladın mı. Farkettin mi ne kadar ince. Evet inceciktir. Peki ya suya, bildiğin, hani şu günlerde Ankara'da pek aranan suya kaygan değildir, kabadır diyebilir misin. Denmez, nimet hem. He betona kafa atınca ne olduğunu da ben biliyorum. Acıyor ve şişiyor diyebilirim mesela. İki iyi kankadır çimento ile su. Yumurta ile bisküvi ve çikolata felan demeyeceğim, sen zaten yazdın o paragrafı bensiz.
İncecik insanların şekiller, simgeler oluşturup, birbirleri ile bütün olması, hemhal olması, insanlığı oluşturması belki bu yazının konusu, bilmiyorum.
Bu yazıdaki mozayik o gıcık politik söylemdeki mozayik değil, pasta bu. Bir daha eve gidersem annemden isteyeceğim pasta. Hadi lenn diyeceksen bak bi dinle. O incecik şekil insanlarının biraraya gelebilmesi için gereken bir iskelet lazımmış, üstte verdiğim bağda da anlatıyor. O iskelet ne dersen, ipuçları şu eski yazıda, buyur.


Toparlayamadığımı biliyorum, olsa da kodum, olmasa da...



26 Ekim 2007 Cuma

Karışık ve toparlanamamış


şevk
isim Arapça şev®

1 .     İstek, heves:
       "Bütün gençlik heyecanlarımızın, şevklerimizin, çabalarımızın mesnedi olan ve adına Atatürk ilkeleri dediğimiz inançlar..."- Y. K. Karaosmanoğlu.
2 .     Sevinç, neşe:
       "Çiftlik yine, sabah oluyormuş gibi şevkini kaybetmeyen bir aydınlık içinde..."- R. H. Karay.



heves
isim Arapça heves

1 .     İstek, eğilim, arzu, şevk:
       "Küçüklüğünden beri bütün hevesi bahriyede idi."- H. Taner.
2 .     Gelip geçici istek:
       "Yoksa ona karşı geçici bir heves mi duyuyor."- P. Safa.


inanç -cı
isim

1 .     Bir düşünceye gönülden bağlı bulunma:
       "Otuz yıl boyu, Türk tiyatrosunun, Türk oyunları ile kalkınacağına inancını bir gün yitirmedi."- H. Taner.
2 .     Birine duyulan güven, inanma duygusu.
3 .     İnanılan şey, görüş, öğreti:
       "Kendi getirdikleri inançtan başka her şeye kapalıdır zevkleri."- N. Ataç.
4 .    din b. (***)  Tanrı'ya, bir dine inanma, akide, iman, itikat:
       "Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir."- Anayasa.



güven
isim

1 .     Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat:
       "... Bakanlar Kurulunun güven isteği, bir tam gün geçtikten sonra oylanır."- Anayasa.
2 .     Yüreklilik, cesaret.



gücenmek
(nsz, -e)

    Birinin beklenilmeyen bir davranışı veya sözü karşısında kırgınlık duymak, kırılmak:
       "Kendisine uygulanan bu tavırdan ne darılmıştı ne gücenmişti."- N. Araz.



Not: Tanımlar Tdk sözlüğünden.

19 Ekim 2007 Cuma

Gözlem çerçevesine dair bir karar denemesi

Geçen sene ilk Direkler yazılardan birinde hüküm verebilmek için konuya
ne ayrıntıda bakmalıyız diye sormuşum. Geçen hafta bu konuda bir
ilerleme kaydedildi. Onu açayım burada.


Geçen yazıya bakarsanız soru sadece karar vericinin konuya ne uzaklıkta
olacağına odaklanmıştı. Soruyu böyle sorunca güdük kalıyor ve cevap
netleştirilemiyor. Daha ayrıntılandırmak gerekirse; eğer bir kişi bir
konuda hüküm vermek durumunda ise o konuya dahil biridir. Vereceği
karar konuyu değiştirecektir, sorumluluk sahibidir yani. Yoksa hariçten
gazel okumak zaman doldurmaktan başka bir işe yaramaz. Yani alınacak
karar, konu için kayda değer, anlamlı, değerli, manalı olmak zorunda
iken hangi boyuttan bakılmalıdır. Evet soru bu.

Cevap da var. Konu kendi kendine yuvarlanırken, hüküm; konuyu doğru
yola çevirecek kadar geniş açılı görebilmelidir. Ayrıntıları
göremeyecek kadar da uzak olmamalıdır. Ayrıntılarda boğulacak kadar da
konunun içinde olmamak gerekir. Yani konu hakim tepeden yönetilmelidir.
Cepheden değil, merkez karargahtan da değil.



14 Ekim 2007 Pazar

Kazoz ve dem


 Daha önce hiç gitmemiş olduğum mekanlarda yemek yiyeceksem ve garson bana içecek soruyorsa genelde cevabım KAZOZ olur. Sade diye de eklerim. Adamcağız bakakalır. Çok akıllı olduğunu düşünenleri sıprayt? der. Kazoz derim, KAZOZ. İkinci kez "bu var" dediğinde de iyi getir bari derim. Yok işte adamda Niğde gazozu mesela. Napalm artık.
Bu gazoz severliğim marketlerde alışveriş yaparken de depreşir. Kapağı çevrilerek açılan sade gazoz gördüm mü dayanamam, alırım. Ama tabi bu lütfen saplantıymış gibi algılanmasın. Eğer gerekirse esmer meşrubat, sarı(portakallı ya da mandalinalı) meşrubat ya da kan portakalı(kırmızı) meşrubatları da içerim. Farklı tadlara da açığım yani.
Ara not: Adım Bedri değil.

Altta bir fotoğraf var. Hem çağrışımlı hediye, hem bilmece. İlgili enstantene sizce hangi romandan hatırda kalan nasıl bir çağrışımdır. Cevaplar birkaç yorum sonra.
Bura not: Bu soruya zaten cevap verebileceğini bildiğim iki ya da üç kişi var. Onlar sussun lütfen. :)




10 Ekim 2007 Çarşamba

Bir uyumsuzluk hali

Bu nasıl bir yazı olacak hiç bilmiyorum. Nereden çıktı şimdi bu ki de
demeyin. Ben de bilemiyorum. Geldiği gibi yazacağım ve karmakarışık ve
kısa ve uzun ve anlaşılmaz olacak muhtemelen.



Birşeyler hakkında karar verebilmek için o şeylerin illa ki
yaşanmasının gerekmediğini düşünürüm ben. Yani önümüzde yollar vardır,
o yoldan gidince ayağımıza diken batacak mı düşüncesi bende daha hiç o
yola girmeden oluşur, batacak hissi ağır basarsa hiç girmemeyi
düşünürüm. Bazılarınız belki şimdi bu noktada kaçak oynamak, tırsaklık
gibi kavramları içinden geçirecektir. Zira bunlar bana yapılan yoğun
tenkitlerdendir. Ama ben burada açmaya çalıştığımın birazcık daha
farklı birşey olduğunda sabitim. Anlatayım. Mesela çok basit başka bir
örnek var hayatımda. Yurtdışı. Hani şöyle bir silkinsek, gözümüzü
karartsak, hadi desek bir şekilde kapağı avropaya ya da cıncık gibi
yeni dünyaya atacağımız bir altın bileziğimiz var kolumuzda, babamız
sağolsun. Hani kendimi şişirmek için demiyorum. Bana özel birşey de
değildir herhalde. Yerimde başka bir insan evladı olsaydı, onun da
benim gibi geçeceği basit yaşam evreleri sonucunda bir noktadayı işte.
O noktadan da canımız istese atlayıvereceğimiz canti memleketler
kucaklarını açmış bizi bekliyorlar. (Ha onların kucaklarını hangi
amaçla açtıkları, huoop kucağa oturtup oturtmayacakları ayrı mevzu)
Yapan arkadaşlar da var iki özgeçmiş nikelajlısından, iki uzaktan
mülakat, birkaç da tanıdık... tamam. Bu anlattığım noktadan bir ileriye
atlamamanın birçok nedeni olabilir. Ben bir taneciğinden bahsetmek
istiyorum. Nasıl desem bilmiyorum ama, eğer gidersem ben oralarda
mutsuz olacağımı biliyorum. Nasıl demeyin; biliyorum işte,
hissediyorum. Dahası var mı birader, içim almıyor işte böyle bir
olasılığı. Yani salt mantık silsilesi ile defteri önümüze alıp
getirileri, götürüleri, iyi yanları, kötü yanları listelesek, ölçüp
biçsek tartsak bir sonuç bulacağız ya. Ben onların hiçbirini yapmadan,
sadece diyorum ki kötü olacak işte. Diken batacak ayağıma. O kadar.
Unutmayın mantık çerçevesinde değerlendirmelerin de öznel yanları
vardır, onu yadsımıyorum.



Derdim yurtdışına gidip gitmemek de değil ha. O sadece bir örnek ve o konuda kararım da belli.



Ben burada sanırım karar verme süreçlerinden bahsediyorum. Evet öyle
yapıyorum. Arkadaş bi ben varım şu dünyada bana ait olan. Ki onun da
mülkiyetinin koşulsuz bende olduğu da garanti değil. Hadi biz ona
icracı müdürlük diyelim. Madem müdür benim ve kararlar almam gerekiyor,
neden kararlarımı nasıl aldığım sorgulanıyor ki. İstersem bin yıl
düşünür onlarca anket yapar, onları bilim kurullarında tartışır,
kamuoyuna sunar, referandum yapar ve bir karara varırım, istersem de bu
böyle olacak kardeşim, kaynak da aha üstüne oturduğum yer derim.
Diyemez miyim. Bence diyebilirim. Ben bence bunu diyebiliyorsam, size
ne oluyor kardeşim, yani size soran mı var. Yok. O zaman niye tenkit
ediliyorum.



Şunu yapsana bak sınıftan bu bunu yapmış. Yapmayacam len, keyfimin kahyası mısın.

Bunu böyle etsene öbüt şirket böyle konuşmuş. Etmeyecem, ben anca tuvalete ederim, yersen.

Onu öyle yapıp, ordan bunu çıkarıp, bunu buraya sokup, çıkanı sıyırıp
kayırsana. Kayırmayacağım ve seni de bunun sebebini açıklayacak kadar
adam yerine koymuyorum, defol.



Bırakın kardeşim beni, gerçekten bunalıyorum. İşemeyecem; mesanem
patlasın istiyorum belki. Sıçmayacam; bok çuvalı olarak anılmak
istiyorum belki. Konuşmayacam; canım yanıyor belki. Sevişmeyecem;
sonrasını hiç çekemiyorum belki.



Belki ben kendim dahil herşeyden sıkıldım, sıkılmadığım bir hal için de
çalışmalarımda kimseden yardım istemiyorum. Olamaz mı. Yardım
istediğimde çok mu yardım aldım, anamın karnından topluca mı çıktık.
Selam vermek istediğimde aldınız mı selamımı. Bırakın, ben kendim
keserim göbek bağımı. Dolayısıyla da demem o ki, karşımda durma,
arkamdan kaktırma. Gerçekten yanımdaysan omuz ver. Yoksa valla zaten
karar vermek bir o kadar zor, kasılıp çıkardıklarımızı beğenmemezlik
etme. Ben bi başımayım zaten, beğenmiyorsan da ense traşını görelim.
Yoktan bir çıkarınca eşitliğin benim olduğum tarafı hiç mi hiç
etkilenmiyor kardeşim.



Getirin dnr emrini, hemen imzalamak istiyorum. İmzalayayım ki ondan
sonra rahat rahat domates mi yetiştirecem, ne iş işleyecem keyfime
bakayım.



Not: Biliyorum hiç birşeye benzemedi, anlatmak istediklerimi de
anlatamadım ama ne yapalım böyle bu da. Zaten uyarmıştık başta, değil
mi.



7 Ekim 2007 Pazar

Kendini üzümsüz bağcı gibi hissetmek


Efendim hiç başlamadan şu görüntüyü koyalım, zira bunun üzerine konuşacağız bolca. Konsantre olun ve yutun tüm fotoyu. İyice bakın. Hah, ezberlediniz di mi. Hadi başlayalım fotonun altından.


Bu görüntü bizim evin oraların gugıl ört görüntüsü. Üstünü biraz boya kalemleri ile kurcaladım.

Ankara Çayyolu'nda yeni mekanlar açıldı üzerinize afiyet. Ne bileyim; Kıtır, Onbaşılar Kebap, Özsüt, Lagos, Kukla Kebap, Mezzaluna, Wox gibi mekanlar. Şu sarı raptiyeler onlar. Sağolsunlar gelmişler başımız üstüne ve fakat bu mekanlar burayı mesken tuttuklarında buraların müşterileri de gelmekte. Bu müşteriler koca Ankara'da başka yer yokmuş gibi davranır oldular. Hepsi şu siyahla çizilmiş poligonun içine arabalarını doldurur oldular. Bi de işin kötüsü sanki şu görüntüde herhangi bir yerde tabakhane varmış gibi(ki yok) sürmekteler araçlarını. Kardeşim bura bi mahalle, az ötede bi dolu insan evlerinde oturuyor. O yol(görüntüde enlemesine batı-doğu istikametinde uzanan şose) sizin bu mekanlarınıza varmanız için yapılmadı. Daha ileri gidiyor bak. Bina var orda. Çekil geçecem lan, anlasana. Bu bi dert. Yani biz uslu uslu evimize varmaya çalışıyorken eleman(bakın baba parası ile benim adını söyleyemeyeceğim ciplere binen döt laleleri.. diyerek adam kategorize etmemeye çalışıyorum) yolun soluna park etmiş, sağına da etmiş. Biri karşıdan geliyo, park arıyo. Önümdeki casarca ferruginea da sanki otopark içindeymişiz gibi bekliyo mal mal. Hey allahım, sonra küfretmeye günah derler. Neyse bu benim son bir ay içinde bi hoş olmama sebep ilk konu. Diğer paragrafımız bunun bir yan etkisi olacak. Buyrun.

Mirim, insanları buraya getiren ana yol da resmin sağındaki güney-kuzey istikametindeki asfalt.
Kuzeyden bu mekanlara geliş(mekanlara dediğime bakmayın, bizim ve birçok insanın evlerinin oraya işte) görüntüde sarı işaretli hat.
Geliş eğer güneyden oluyor ise kırmızı hat izleniyor.
Gidiş ise kuzey ya da güney hedef farketmeden beyaz hat ile yapılıyor.

Hemen farketmişsinizdir ilk sıkıntıyı. Görüntüde sağ altta küçük mor poligon, kırmızı ile beyazın kesiştiği kızım yani, ilk dert noktası. Kaza olmasa da trafiği kilitliyor gecenin bir saatinde. (Mekanların çoğu içkili, geç vakte kadar çalışıyor) Bu derdi küçük olarak belirtmemin sebebi yolun yükselti olarak normal, yani düz, eğimsiz olmasından ve bitki vb. olmamasından dolayı herkesin herkesi görüyor olması.Yani burada kaza yapan bakmıyordur, baksa da görmüyordur.

İkinci mor poligon daha büyük dikkat ederseniz. Anlatayım. Burada yol eğimli, yani meyil var. Ayrıca dikkat edilirse bir beyaz bina var orada. Mahalleden çıkarken sağa(güneye) kıvrılırken virajın ilerisi görünmüyor. Ayrıca buraya bu mekanlar için gelenlerin çoğu burayı bilmiyor, girdikleri yolun iki yönlü olduğunun farkında değiller. Ters açılı, ters meyilli ve önü görünmeyen viraja öyle bir giriyorlar ki eğlencelerinden dönerken... karşı şeride geçiyorlar ve karşıdan gelip evine varmaya çalışan amca ile kafa kafaya geliyorlar. Bu akşam gelirken şahit olduğum ve bu yazıyı yazmaya iten kaza da tam bu şekilde bu noktada olmuş. Ya işte böyle sevgili okuyucu. Kendimi kötü de hissettim ha, yani böyle bir problemi öngörmek çok basitti. Ayan beyan ortada yani bu dert. Keşke önceden yazsa idim dedim. Aklımdaydı harbi.

(
- Ülen düdük, sanki tüm memleket seni okuyo da.
- Ama abi, kumsal, denizyıldızı?...
- De hayde get.
- Pardon abi.
)


Not: Mekan Alımcı Park Villaları, Sözde sokak olan ama insanlık tarafından otopark gibi kullanılan caddemiz de Park Caddesi. Artık neye yarayacaksa.
Not2: Görsel destekçimiz gugılört'e teşekkürler.
Not3: Yanlış anlaşılmasın, ben de içerim sıçarım. O ayrı. Çağır taksiyi adam gibi git. Di mi.


4 Ekim 2007 Perşembe

Eski ikiliden

05:22 Şüküri: peki ben nasıl biriyim. hahamböceğine benziyo muyum mesela.
05:23 Eküri: oheee
  ne diyon olm
  kafka mı oldun
  gregor
 Şüküri: haham böceği değil.. hamam böceği tabi.
  yoksa daha çok başka bi böcek mi mesela.
05:24 kişiliğim bir hamamböceğininkine göre daha mı katlanılmaz mesela.
 Eküri: aaa ne biçim konuşuyon kuzum sen
05:25 Şüküri: peki bir kuzuya göre nasılım. sürü psikolojisinde yerim nedir.
05:26 Eküri: ben sürüleri sevmem dahil olmam o psikolociyi anlamam kiii
  sen nasıl hhissediyorsun kendini
  neresi senin yerin kimsin sen :D
 Şüküri: kuzunun kurt karşısındaki hissiyatı kurdun düşündüklerine dair empati kurarak mı oluşur acaba.
  yoksa fikir çok mu bencildir.
05:27 Eküri: dur düşüniim bunu
 Şüküri: bencil genden sonra bencil fikir yeni bir kitap başlığı olabilir mi. çok satar mı.
 Eküri: kuzusuna bağlı oo
  satar
05:28 ama yazmışlardır ona benzer şeyler
 Şüküri: kuzular büyüdüklerinde koyun olurlar. acaba olgunlukla sürü olanlar gençken anarşist midir.
  tek tabanca mıdırlar.
05:29 Eküri: ne farkeder
  sonuçta oluyolar işte
  gençliğin önemi kalmıyo
05:30 Şüküri: herkes birbirine kuzu atarak selamlaşırken günümüzde, biz yıllar önce kuzu atarak solucan öldürüyorduk. bu ne anlama geliyor olabilir.
 Eküri: nerden çıktı bu
  nerde yazıyo
  kim söylemiş
05:31 Şüküri: ben söyledim. sosyolojik analiz yapıyorum.
 Eküri: sen söylediysen anlamını biliyorsundur
  ne bu
 Şüküri: kişi kendi fikirlerine karşı objektif olabilir mi.
05:32 Eküri: olur da
 Şüküri: yoksa bu cümle bir anlamsızlık yığını mı
 Eküri: kodladığın konuyu anlayabilsem
  anlamsız durmuyolar
05:33 ?
 Şüküri: anlam nedir. kişiden kişiye değişmez mi.
  ben yaptım oldu denilen öbürüne yarım kalmış bu dedirtmez mi.
05:34 Eküri: ayy noluyo yaaaa
  kişiden kişiye değişmeyen anlamlar da vardır
 Şüküri: tamam bokunu çıkardım. artık bu diyalog alınıp yazı haline getirilebilir mi.
05:35 Eküri: he yaz olur



2 Ekim 2007 Salı

İnsanlık tarihi için küçük bir beyin


Yemek yapmam lazım ama bunu yazmadan duramazdım. Biraz önce alışverişte idim bir markette. Market dediğime bakmayın, hasbelkader bulunduğum şehrin sanırım en lüks semtinin en lüks kısmının en yakınına açılan yepyeni, ülke çapında bilindik zincir bir alışveriş mekanındayız.(Sen niye orada idin diye sormayın, kalp kırarım) Hani biraz da ne alacağımı bilmez bir halde girmişim. Baya bayaa deli danalar gibi dolanacağım içeride hissiyatı var. Yani bakın bu bile gerginlik üretiyor bünyede. Tek bildiğim bi şekilli ekmek alayım da, ekmekten ziyafet çekeyim kendime.

Ama bilirsiniz şöyle bi salınılır markette, hani ben onları tanıyamasam bile belki birileri beni tanır da gel beni al derse diye. Klasik sağa döndüm, az ilerde köşede süt ürünleri ve kahvaltılıklar var. Düz git bulursun yani. Kolay. O kısımda buluverdim kendimi. Bakınıyorum, süt alasım var gibi geldi bi an. O arada da bi kalabalık oluşuverdi bu kısımda. Kısım dediğime de bakma ben diyeyim otuzbeş sen de kırk metrekarelik bir alandan bahsediyorum. Böyle heryer teyze doldu. Dur yok teyze demeyelim, hanımefendi doldu. İşte hepsi böyle süslü püslü, bakımlı, sarı hanımlar. Ama hani vardır ya, yılların sonunda o renk oturmuştur saça, hiç yabancı gelmez, anca bakımlı diyebilir bilgisiz erkek. Öyle hanımlar ellili yaşlarında. Gözlük felan da var ha bunlarda, bilinçli tüketici yani. Böyle altı yedi kişi varız ortamda. Bir tanesinin yanında da yirmibeş yaşlarında bir hatun. Dolgu topuk yükseltilmiş taban bot. Hani vardır ya bodurlar giyer çaktırmadan uzamak için. Ondan. Koyu kahve. Uzun krem etek. Pileli, dökümlü. Üstte kaftan yeşili(var mı böyle bir renk, yoksa da ben yaptım oldu) soluk sarı işlemeli ceket. Kahverengi renk, çuvaldan bozma çanta. Ben yapsam daha güzel duracak balyaj röfle karışımı birşey kafada, at kuyruk. Surat da sanırsın limon yalamış demincek. Böyle bir şekil işte. Neyse bu şekil bizim bulunduğumuz o kırk metrekarelik kısma giriş yapmış bize dönük şekilde, insanlık tarihini kökten değiştirecek şu cümleyi haykırdı:
"Ya anneğğ, ben zaten evdeki zeytinleri hiç anlamıyoaruuğm"

Evet, çok düşündüm marketten eve gelene kadar, aynen böyle dedi. Kafamı kaldırdım ve ne yazık ki annesi ile gözgöze geldim ve kaçırdım gözlerimi. Ama hissettiğim şu ki diğer tüm bilinçli tüketiciler de bu nidanın farkında idiler. Midemden büyüyerek yukarı çıkan ve ağzımın içinde zorla duran patlayarak gülme efektini tuttum tuttuuumm tuttuumm, ve... puhahahaaa diye gülmedim arkadaşlar. Erittim ve sinüslerden tüm kafama yayıldı, gözlerim parıl parıl oldu gülümsemekten, ağzım kapalı ama ağız çizgim kulaklarımda bir şekilde fırın tarafına kaçtım. Ekmeği aldım, dolanıp geri geldim. Süt aldım. Meyve sularında hala gülümsüyordum. Yani nasıl gülümseme ama. Orada olsanız canım canım diye şişen yanaklarımı sıkardınız, o kadar.

Ulan karı, o anda kafamda neleri uçuşturdun biliyor musun. Tahir ile Zühre'ye Röfleli ile Zeytin diye nazire yaptırdın bana o vakit. Zeytinin seni anlıyor mu peki dedim içimden. Ya da kafamdan annenin cevaplarını kurdum: "Gel kızım bak, burada halis mulis Türk kültürü, Gemlik zeytini, bunu anlarsın" falan...

Neyse zaten Dimes'in doğal sütü de yokmuş, başka marka almak zorunda kaldım.

Hey allahım, sırf keyfimi yerine getirmek için yarattın da bilmem kaç yıl sonra çıkardın karşıma değil mi bu şekilleri.

Not: Entegral ekmek almışım.. bak bak bak. peh.


Sorun


Varlık ile yokluk arasındaki boşluk,
Dolan ile boşalan arasındaki denge,
Niye.


1 Ekim 2007 Pazartesi

Aha buldum lan

"Yok ondan değil, alışmışım yalnız kalmaya"

Tamam, bundan sonra ne arıza çıkarırsam, bunu diyeceğim sebep olarak. Doğru valla. Dur sayalım. 2000 okul biter. Muratla Sezgin ne zaman giderler. Neyse işte olmuş bi beş altı sene. Aradaki ufak kesintileri saymazsak. Eh yeter.



Arabadan eve, yutüpten klavyeye

the shocking blue - araba radyosu...



before loneliness will break my heart

send me a postcard darling

how can i make you understand

i wanna be your woman



here i'm waiting for a little sign

??waiting till the end of time??



send me a postcard darling

send me a postcard now



i cant taste the lonely night

need someone i can turn to

look out what the? ???

?i want to know your own mind?



please dont let me down

aint no lover like me in town