27 Kasım 2007 Salı

Acemi işi Un Helvası ve Yokluk


Ah çağlar, ah çağlar... Sana bardakla, kaşıkla yapma, gramla yapma demedik mi. Ruhunla yap demedik mi. Ah çocuğum, vah çocuğum... millete verir talkımı kendi sokar çuvaldızı. Al işte. Yersin böyle dört kişilik helvayı.


Çağlar'ın içi sıkılmaktadır. Çoğumuza olduğu gibi herşeyin kötüsünü gördüğü bir gecededir.
Abur-cuburu yoktur, keyfi yoktur, çikolatası yoktur, keyfi yoktur, tatlısı yoktur, keyfi yoktur.
Yani nereye baksa boşluk görmektedir. Telkinler ve destekler de fayda etmez. Heyhat... mutfak kaderi ağlarını örmektedir. Tüm bu yokluklar unlarından yeniden doğacak helvanın ayak sesleridir aslında. Gerçek olmayan bu karamsarlıktan yine kendi başına çıkması gerektiğini bilen çağlar titer/silkinir ve kendine gelir,
- Dünyanın bütün unlarını getirin bana!!!

Neyse, çaktırmadan bu ve şu tariflere bakar. şu olanı sallamaz, bu olanı da dörde bölerek tek kişiliğe indirgeyeceği bir yokluk çözümünü tasarlar.
B.o.k tasarlar.
Her tasarının hayata geçtiğini nerde gördünüz a dostlar. Tabii ki evdeki hesap ocak başına uymaz. Planlananın iki katı un ile manalı kıvama ulaşılır.



Nispet yaparcasına, kalıba bile dökülerek okuyucunun (görsel) beğenisine sunulur helva. Kıvama inanamayacaklar için de kenara dağınık konur. (En üste bak çocuum)

Neyse;

Yarım su bardağı şekeri üstünü iki parmak aşacak kadar su ile kaynat. Çeyrek su bardağı sıvı yağı kızdır, Dört tepeleme çorba kaşığı unu azar azar yağa ekleyerek kavur, kıvamlandır. Rengine kendin karar ver koçum. Bana ne bakıyosun, narı var esmeri var, sarısı var di mi. Ben sana soruyo muyum kılodya, nayomi felan, lütfen. Sonra kaynamış şerbeti de azar azar ekleyerek karıştır. Belki başka tariflerde "topaklandırma" diye birşey duymuşsundur. Bak ben sana birşey söyleyeyim. Orada şekil olarak topaklanmamaktan bahsedilmiyor. Aslında sadece iyi karışsın, yağla buluşmamış un, unla karışmamış şeker kalmasın denmek isteniyor. Yoksa helva helva oldu mu tabii ki parça parça dağınık felan olacak, tırsma. Hem bi de koluna kuvvet he. İyi karıştırcan. Hani baştan bil de, ay elim şeyoldu, vay tırnağım kırıldı, ah kolum tutuldu anlamam ben. Karıştırcan.
Tarif bitti aslında, bu kadar.

Notlar:
1- Annem, oğlum sıcak sıcak yeme, midene oturur dedi. Yarım metre yanımdaki birinci fotonun kokusu burnumda iken yazıyorum şu yazıyı. Siz düşünün artık nerem şişti.
2- Yok, yok. Duramadım tabi, tadına baktım.
3- İtiraf: "Anneeaaa, immdaaakkkk. Bu, sıvı kaldı" diye aradım çalışmanın ortasında. Cevap belli. Malzemesi un, şeker, yağ olan bir yiyeceğie ne eklenir... Un tabi :) Sağolsunlar. Tamam, ben hallederim dedim, kapattım.
4- Harbi ben de inanamadım tadının bu kadar şahane olacağına. Takdir edersiniz ki ilk deneyim...
5- Un helvası ile üzdüklerim varsa, özür buradan.


25 Kasım 2007 Pazar

Beklenti



Artık, yazı sayısı artık. O nedenle yazıların arasında aradım beklenti kelimesini. Arkasında pek benim istediğim mantık olmasa da şu yazının yorumlarında geçmiş. Bakın bi isterseniz. Siz tabii ki eğer o yazıya tıklarsanız aradığınız yazıyı bulamayacaksınız. Tahminen beklentiniz karşılanmayacak orada. Neyse, şair burada tecavüz-ü arif yaptı sair deyin, geçelim.

Olasılık tanrıları diyoruz, az mı çok mu diyoruz, hep aslında bir dengeden bahsediyoruz. Entropinin önüne bent koymaya çalışıyor gibi hissediyorum kendimi denge denge diye mızmızlandıkça ama, sanki başka da bir çözüm yok gibi görünüyor, zira istekleri serbest bırakırsak onlara karşılıklarını verecek kadar hırslı olamayacağız diye kaygılanıyorum. O karşılanmamış istekler beni korkutuyor. Peki neden bu kaygıya karşı isteklerin profillerini düşük tutma çözümüme saldırılıyor. (burada sinirlenmeye başladım, zaten bu konuyu da başka bir yazıda anlatmıştım, geçip devam edelim)

İsteklerimizi daha içimizdeyken zaptedemediğimiz ortada iken, hangi cüretle dışımızda, karşımızda istek üretiriz ki. Yani beklenti üretiriz. Bunu yapmak şu şekilde en ucuzundan, ayıp değil mi. (Beklenti satın alanların beynine tecavüz edeyim, o iyice omurgasızlık)
Beklenti oluşturduğumuzda karşıda bir tatminsizlik haline neden olma ihtimalimiz belirir. Bunu bilinçli yaptı isek, tatmin de edeceğizdir. Konu sadece zaman meselesidir. Ama eğer konu bizim denetimimiz dışında ise ne olacak. Korku işte bu noktada. Lan ben senin dudağını ısırdığını farkettim sadece, başka bir olayım yoktu dediğimizde biz sıyrıldığımızı sansak da oradaki beklenti yanardağı patlak mıydı, değil miydi bilemeyeceğimiz, patlarsa nereye püsküreceğini de tahayyül edemeyeceğimiz için ayp etmiş olmaz mıyız.

Beklenti oluşturmamak = Ot gibi yaşamak
Fazla beklenti oluşturmak = Utanmaz arlanmaz adam
Beklentiyi oluşturmak ama karşılamamak = Öküz
Beklentiyi oluşturmak ve karşılamak = Hem hayalci hep pazarlıkçı


23 Kasım 2007 Cuma

Sinirli Tartışmalar


- Nerede yine bu kız
- Kim abi
- İlham perisi. bitmemiş miydi bunun yıllık izni. yine başına dişine kıçına birşeyler mi oldu.
- ...
- Zaten iki elimizle bi şeyimizi doğrultamıyoruz, bi de eksikler olunca hiç olmuyor. Herkes işini yapsa ya kardeşim. Sonra atıl kaynak, artı değer, eksik adam, aşırı yüklü çalışma... artık ne dersen, düşünüp durmak gerekiyor. Sonra iki işi birden yapınca da kalite düşüyor. Olmuyor ki. Sakız çiğnerken mesela...
- ... telefona bakmamak lazım di  mi abi.
- Evet o da var. Merdiven var hem. Toplantı var. Var oğlu var. Saygısızlık sonuçta. Sakız çiğnemek biliyosun, bazı kültürlerde dünyanın en eski mesleklerinden birinin alamet-i farikası olarak nitelendirilmektedir. Tamam, sonuçta şık durmayan bir yakıştırma ama milletin beyni torba değil ki büzesin mınagoyiim.
Açıkçası sakız çiğnerken bir çok şey yasak. Toplantı, merdiven, telefon yasak.
Ama dudağını ve yanağını ısırmak serbest, istediğin kadar hem.
- ...
- Biri yüzüne bakarak dudağını ya da yanağını ısırdığını farkediyor ise onun sana aşık olduğunu düşünmene gerek yok. Bu çok hızlı bir çıkarım olur. Hem sürat felakettir. Sadece iyi bir gözlemci ile karşı karşıya olduğunu düşünmen yeter. Belki biraz da seni tanıyor olabilir, o kadar. Tamam mı.
- Tamam abi.


17 Kasım 2007 Cumartesi

İstek üzerine en kemiksiz tarafından, Karadeniz


Önnot: Dikkat, dikkat!!! Parça tesirli, ağır yazıdır. Sadece okursanız tamam ama, aralardaki vidyoları tıklar da dinlerseniz, sorumluluk kabul etmiyoruz. Ha bu hale rağmen niye yaptın böyle birşey derseniz de, istek ağır yerden geldi, hakkı da varmış, karşılamamak olmazdı, ondan yazdık.
Önnot2: Yakın bi arkadaşla birlikte hazırladık bu yazıyı, ona da buradan en bolundan teşekkürler. Onda fikir, bende amelelik.

******
Oy benim sevdiceğim, Divane aşık gibi

Oy benum sevdiceğum oy
olur mu böyle keder
of sürmene yaylasi (da)
onbeş doktora bedel

Arakli'dan Yomra'dan oyy
gel gidelum Pazara
ben Pazar'da duramam
Beni Rize'de ara
ben Pazar'da duramam oy
İstanbullarda ara.

Tirabzon buyük şeher oy
doyamadum tadına
uzaktan sevmek olmaz (oy)
gel yakına yakına

divane aşık gibi de dolaşirum yollarda
kız senin sebebune yar senin sebebune
kaldım istanbullarda kaldım istanbul

sar belune belune da karadeniz kuşağı
e kız sen de der misun e kız acep der misun
alsam ha bu uşağu alsam ha bu u

yüksek dağın kuşiyum da selviye konacağum
iste beni anamdan iste beni babamdan
vermezse kaçacağum vermezse kaça

al şalım yeşil şalım da dağlari dolaşalum
sen yağmur ol ben bulut sen yağmur ol ben bulut
Maçka'da buluşalum Maçka'da bulu

http://www.youtube.com/watch?v=rbSSoyVoWBY

*******
Denizde karartı var

Denizde kararti var
bu gelen kayik midur
ben ozledum yarimi
ağlasam ayip midur

oy dumanlar dumanlar
hep dağlari sardunuz
yureğumun derdini
bilseniz ağlardunuz

karardi karadeniz
taşti bu yana taşti
haber verun yarume
gözlerim doldi taşti

gemi mil ilen olur
sevda dil ilen olur
güzeller çok var ama
meyil birine olur

http://www.youtube.com/watch?v=-nE3fKxzsb0

******
Gelevera Deresi

koyverdun gittin benu oy koyverdun gittin beni
allahundan bulasın oy allahundan bulasun
kimse almasun seni kimse almasun seni
yine bana kalasun

sevduğum senun aşkun ciğerlerumi dağlar
hiç mi duşunmedin sen hiç mi duşunmedun sen oyy
sevduğun boyle ağlar sevduğun boyle ağlar

gelevera deresi oy gelevera deresi
iki dağun arasi oy iki dağun arasi
yuzunden silinmesun yuzunden silinmesun oyy
biçağimun yarasi

http://www.youtube.com/watch?v=Gf8QzYw0U9s

******
Karaduman

ha bu akan dereler denizlera dolacak
soylesena güzelum sonumuz ne olacak
ha bu akan dereler denizlere dolacak
ah duman karaduman sardi dört yanumizi
ander kalsın sevdaluk oy alacak canımızi
ah duman karaduman sardi dört yanimizi
ha bu ander sevdaluk da alacak canumizi

dere akar taş ile gözum doldi yaş ile
nerele gideyim ha bu garip baş ile
dere akar taş ile gözum doldi yaş ile
gurbete mi gideyim bu sevdali baş ile
oy gidi karadeniz sardi dört yanimizi
ander kalsin sevdaluk oy alacak canimızi

http://www.youtube.com/watch?v=Ntp4fnHLr84

Not: Biliyorsunuz, türkü konusu karışık. Farklı çeşit, isim, sürüm bulabilirsiniz hepsi için. Biz bunları böyle duyduk, yazdık. Saygılar.

12 Kasım 2007 Pazartesi

Dört kitaptan anlam arayışı




Birinci Kitap
1. Kat: Dünyaya şahit olmanın yolu yolu ise maceranın kendisinden başka birşey değildi. Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya'nın şahidi olmaktı. (sf.91)
2. Kat: ...Müneccimleriniz ya da medrese hocalarınız bir hata yaptıklarında sözgelimi cezaya çarptırılırlar mı? Hata yapmaktan korkmuyorlarsa belki de hatanın cezasından korkuyorlardır...Öyleyse onların doğru düşünmeleri için yeterince şart yok demektir.Çünkü onlar doğru düşünseler de düşünmeseler de nasıl olsa saygı göreceklerini, tehlikeye düşmeyeceklerini bildiklerinden hatadan da korkmazlar. (sf.135)
3. Kat: - "Güçlü olmayı neden bu kadar çok istiyorsun?" - "Elbette herkes gibi, varlığımı sürdürmek için" - "Senin yaptığın bir tür tahnitçilik. Güç ancak ölüleri korur." - "Bu sözler kesinlikle sana ait değil" - "Belki de sahip olduğum hiçbir şey bana ait değil. Zihinsel yeteneklerim de bunun içinde. Oysa sen, tabiatın kuvvetlerine sahip olmayı istiyorsun" (sf.151)

İkinci Kitap
1. Kat: "İktidar makinesi" dediği şey, yani onun öz varlığı, sonu gelmez isteklerle büyüdükçe tutkuları da devleşmiş, bu yüzden o, nefret ettiği zaaflarını ortadan kaldırarak benliğindeki son insanca kırıntıları da yok etmişti. Oysa zayıflık denen şey hayat, iktidar ise ölüm değil miydi? O, tabiatın kuvvetlerine hükmetmeye çalışmış, ama aynı kuvvetler onu, yarattığı canavarın içinde kıstırmışlardı. (sf.64)
2. Kat: İşin kötüsü onlar, kendi gerçeklik duygularına gerçeğin ta kendisi diye bakıyorlar, aşina oldukları ve şaşırtıcı bulmadıkları herşeye gerçek diyorlardı. Oysa bu, gerçekdışı olanın tanımının ta kendisiydi. Çünkü Dünya'nın kendisi, bir mucize olarak, düşlerden kat be kat daha şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcıydı. (sf.76)

Üçüncü Kitap
1. Kat: "Ama ben, bugüne kadar kazanmak için oynamadım hiç. Oyunun bana verdiği zevkle yetindim." (sf.17)
2. Kat: Sağır'ın o güne dek gördüğü ve tanıdığı insanların nerede ise tümü, hesap kitap işlerini erkeğe, güzelliği ve onu üretmeyi de kadına yakıştırır, ikincisini aşağılamak bir yana, üstelik onu kirletmeyi ve lekelemeyi de marifet sayarlardı. Belki de güç tutkusunun insanı vardıracağı yegane yer, erkeklik ve onu kullanmanın en kaba yolu olan şiddetti. Gel gör ki şiddetin en yalın biçimi, güzel olan, belki de dişil bir şeyi parçalamak ya da kirletmekti; bu da elbette insanda güçlü olduğu duygusu uyandırırdı. (sf.25)
3. Kat: "Ama ben, dünyayı korku duygusuyla değil, güzellikle tanıyorum. Benim ona baktığım gibi, Dünya da bana bakıyor ve gülümsüyor, ben ona neden gülümsemeyeyim?" (sf.83)
4. Kat: Hakikat, ona erişmek için ödediğimiz bedel olmalıydı ki, onca zaman süren zahmetli yolculuğun ve çektiği bu kadar sıkıntının ardından... (sf.132)
5. Kat: - "Benim dünyada tattığım en büyük lezzet, hayat değil, insanlık!"... - "...Fakat birçok kişi için, insan olmanın zevkini ve keyfini çıkarmak değil, hayatı sürdürmek ve korumak daha önemli görünüyor. Ne pahasına olursa olsun yaşamaya çalışmakla, doğrusu çok büyük bir mutluluğu kaçırıyorlar" (sf.139)
6. Kat: Kasabın kafasında dönen bu hesaplar, bir kadının en etkili süsünün bilinmezlik olduğunu ispatlıyordu. Öyle ki hemen her erkek, bilip görmediği, bu yüzden hayal etmek zorunda kaldığı kadınları kendi pembe hülyalarıyla bir kez süsleyince, onlarla karşılaştıktan sonra bile gerçeği değil, bu süsleri görmeye devam ederdi. (sf.159)
7. Kat:  - "Her insan ancak bilmediği şeyden korkar. Korkusunu yenmek için bilmek ister. Fakat bilmesi için araması gerekir... Eğer insan birşeyi arıyorsa, onu bulmuş ve ona kavuşmuş da değildir. Kavuşamadığı şeye erişmek için can atar. Eh! bu da aşktır işte....Korkudan arayışa, arayıştan ise aşka geçtik... Arayış bitince... korku da aşk da biter." - "İşte o zaman meşk başlar!... Zaten cennet de budur.... ve gülümseyen herkes cennete bakıyor demektir" (sf.204)

Dördüncü Kitap
1. Kat: İshak Efendi gökyüzünde bazı garip olayların cereyan ettiğini, mesela yıldızların birbirlerinden uzaklaştıklarını söylemiş... Adamın dediğine göre mekan büyümüyor, tam tersi mekan içindeki herşey küçülüyordu. (sf.86)
2. Kat: "Bana güven" dedi. "Senden daha yaşlı ve tecrübeli birine güvenirsen, kendine güvenmeyi de öğrenirsin. Bu kadar sağlamcı olma. Maltalı haberi ulaştırırsa alt tarafı gemiyi batırıp bizi de öldürürler. Sen bu kadar küçük bir şeyden mi korkuyorsun? Gel, otur yanıma!" (sf.145)
3. Kat: "...Tıpkı kadınlarınki gibi, bu hayvanların da bakışları çok şey söyler. Neyse!..." (sf.147)


Birinci Kitap: İhsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası(1995, İstanbul, İletişim)
İkinci Kitap:İhsan Oktay Anar, Kitab-ül Hiyel(1996, İstanbul, İletişim)
Üçüncü Kitap:İhsan Oktay Anar, Efrasiyab'ın Hikayeleri(1998, İstanbul, İletişim)
Dördüncü Kitap: İhsan Oktay Anar, Amat(2005, İstanbul)


10 Kasım 2007 Cumartesi

Kabzımal, Garson ve öküz


Halde, meyve sebze ne ile taşınır. Kasa ile değil mi. Basit soru, basit cevap.
Ama bakın portakal kasası ile şeftali kasası bir olmaz. Bir kasa portakal yirmi otuz kilo gelirken; yirmi, otuz kilo şeftali bi kasada durmaz. Şeftali kasası ince ve ben diyeyim üç, siz deyin beş kiloda tamam olur. Portakal kasasına kavun koyunca da anca üç tane alır. Ya karpuz, onun kasası kamyon kasasıdır. Yani kabzımal diye küfür niyetine kullandığın sıfattaki adam sana karpuzu da, kavunu da, portakalı da, şeftaliyi de hangi usul, adap ve yöntemle getireceğini adı gibi bilir. Hepsi kasa ile gelir ama her kasanın bir inceliği vardır.

İçecek bardaktan içilir, değil mi.
Eğer rakı sonrası cila için değilse, bira için bira bardağı vardır. Rakı için de rakı bardağı. Kimse itiraz etmesin, çay ince belli ile içilir. Yokluk zamanı nostaljisidir, rakı da ince belli ile içilebilir. Hadi şampanya kadehi, şarap kadehi falan diye abartıya kaçmayalım ama, bira bardağına şarap koyanı da adam yerine koymazlar. Yani demem o ki, hepsi bardaktır ama masaya hangi içecek hangi bardakla gelecek, garson bilir.

Kabzımal bi kamyon karpuzu indirirken bi karpuz patlatsa üzülür, garson masaya bir damla içecek damlatmamak için gayret eder.

Peki ya özgürlük, demokrasi, hürriyet, istiklal, istikbal ve dahi bilumum kutsal değer?
Kara kaşlı, kara gözlü bebelerin tepelerine, düzlerine, nehirlerine bu kutsal değerler tankla, topla, tüfekle mi gelir.
Orada sönen kabak çiçeği değil, candır. Dökülen şarap değil, kandır.
Bunu yapana insan denmeyeceği açık, müttefik mi demek lazımdır.


6 Kasım 2007 Salı

Renkler


Siyah...
Sarı kat, olmaz.
Mavi kat, yine olmaz.
Kahverengi kat, hani uzlaşmacı olmak için, yine olmaz.
Mor kat, renk olsun diye, yine olmaz.
Beyaz kat, inadına, beyaza yazık, olmaz.
Gri mi, hiç tat vermez.

Demek ki karışım yanlış. Siyahla başlanmaz.


3 Kasım 2007 Cumartesi

Tat


acı
yumuşak
tuzlu
soğuk
sulu

elastik
sıcak
tuzlu
baharlı

kaygan
acı
baharlı
yağlı
sulu
yapışkan

sıvı
çok sıcak
dumanlı
baharlı

çok baharlı

ağır tatlı
kaygan
acı

tatlı
yapışkan


1 Kasım 2007 Perşembe

Sesi Güzel Adamlar


Mehmet Seske
Yusuf Taşkın
Çağrı Göktepe