27 Aralık 2007 Perşembe

Anlayana


insanı insandan ayırıyorlar
o sizden bu bizden kayırıyorlar
dört kitap ne diyor anlamıyorlar
ortalık karıştı düzen bozuldu

yetiş ya muhammed yetiş ya ali

yolumuz düştü hacı bektaşa
kaderde olan gelirmiş başa
can düşman olmuş kardaş kardaşa
yetiş ya muhammed yetiş ya ali

anaya babaya saygı kalmamış
insanlık elinden nasib almamış
herşeyi var ama gözü doymamış
biçare insanlar nefsine uymuş

yetiş ya muhammed yetiş ya ali

yolumuz düştü hacı bektaşa
kaderde olan gelirmiş başa
can düşman olmuş kardaş kardaşa
yetiş ya muhammed yetiş ya ali

öyle bir dünya ki kıran kırana
düşenin sırtından vuran vurana
akşolsun gerçekten bir dost bulana
insanlık yaralı can pazarında

yetiş ya muhammed yetiş ya ali

yolumuz düştü hacı bektaşa
kaderde olan gelirmiş başa
can düşman olmuş kardaş kardaşa
yetiş ya muhammed yetiş ya ali

Not: Trt1


Mızıkçı


Bayram tatilinde baba evine otobüsle gittim. Genelde gece katettiğim yolu bu sefer -uygun bilet bulamadığım için- gün içinde harcamak durumunda kaldım. Hava açık, yol aydınlık, uyku da kayıp olduğu için ve dahi merak da tavanda olduğu için az biraz etrafımla ilgileneyim, belki bloa yazı yakalayacak yem bulurum dedim. Çok geçmedi; görüleceği görmez, görülmezi keser pörtlek göz gördü, duyulacağı duymaz, duyulmayacağı armoniklerine ayırır kepçe kulak duydu. Buyrun:

Şehirlerarası otobüslerin ön camları yekparedir. Şöför de biz de aynı camın arkasından gittiğimiz yöne bakarız. Ben de baktım. Ama yönümü değil de kocaman bir kamyonun yine kendi sikletindeki kasasını gördüm. Şöför arkadaşımız tahminen onu da değil, anca -belki- kamyonun plakasını görebileceği bir açıda ve dahi kamyona yaklaşık bir metre mesafede takip eder halde idi. O halden sollamaya çıktı, uzadı uzadı.. sol (yani karşı, yani aslında gelen araçların kullandığı) şeridinde bir süre kamyonu ve önündeki konvoyu solladı. Birkaç ilerisinde kendisinden önce sollamaya başlamış başka bir kamyon vardı. Sevgili şöförümüz kendi sollama sürecini kesintiye uğratıyor olduğu için sanırım yaklaşık on hertz sıklıkta sellektör yaparak ilgili kamyonun kenara çekilmesi talebini kibarca iletti. Tabii otobüste kimse uyumuyor, izleyici artık sadece ben değil, çoğunluk oluyor o anda. Otobüsten uğultular yükseldi:
"Çekilse ya"
"Cık cık cık"
"Ne biçim kamyoncular var"
"Kim ehliyet veriyor bunlara"

Şimdi efendim, o bizim şöförün yaptığı çok yakın mesafeden sola geçişe "tampondan örümcek ağı temizlemek" sıfatı veriliyor olduğunu bilecek kadar racon ve şu mizansendeki hataları düzgünce sayabilecek kadar trafik bilir birisiyim. Görüyorum ki bizim adam kel tepesinden yumurta topuk paçalarına kadar hatalı. E hal böyle iken nedir bu benim yol arkadaşlarımdaki kraldan çok kralcılık vaziyeti. Mal mısınız birader. Hadi malsınız diyelim, mal mal otlasanıza kenarda, ne karışıyorsunuz. Mal bile mallığını biliyor di mi. Yani neden hep sen, seninkiler, senin yanındakiler, seninle birlikte olanlar, senin işine yarayanlar doğru ve en doğru ve hep doğru ve sabi sübyan, sütten çıkmış ak kaşık ve ayın ondördü de, karşıdaki -her kim ise- hep kötü.
Ulan yok mu herkesin götü.
Sen gökten Burak'ın sırtında mı indin, keyif için buralarda geziyosun da hem doğru ve hem doğruyu görensin. Hiç mi dönüp kendine bakmazsın.
Biz neden böyleyiz, neden hemen yansıtırız. Aslında yansıyan apaçık kendi hatamızken, "o yaptı" diye parmağımızı utanmazca karşımızdakine doğrulturuz.

Tamam, bizim gibiler gıcıktır, mükemmeliyetçidir, hep yanlışı görür, tatmin olmaz, kronik sinirlidir, güzeli taltif etmez, normal karşılar da, kötüyü hep gösterip doğrulsun ister. Ama tamam bu kadar olun demiyorum da biraz da teraziniz doğru tartsın be birader. Ben buradan memleketin tüm ahvalinin iskeletini bulurum da, sinirlendim yine.
Öf.
Yazmıycam işte, ne haliniz varsa görün.

Not: Şaka len okuyucu, seviyom seni. Gel gitme, yorum yap. Korkma ;)


24 Aralık 2007 Pazartesi

Malum soru

Bilmem okuyunca ne dersiniz. Belki çoğunuz zaten farkındasınız. Belki
de bazılarınız zaten önemsiz görüp, "A benim alık oğlum..." dersiniz,
"Ya ne sandındı." Ama siz her ne derseniz deyiniz, bana benim
meşrebimce birşeyler malum olmuştur, bakalım kelimelere dökebilecek
miyim.



Elimizde birkaç malzeme var ve bir de sorumuz: "Ne olacağım". Malzemeler aklımız, gönlümüz ve belki birikimlerimiz.



Kişi(bu ben oluyorum) ne olacağım sorusunun içinde kaybolup duruyor.
Kaybolmasının sebebi fikirlerini ve duygularını bol biriktirmiş
olmasından kaynaklı, çok dolanması. Yani biriktirdiğimiz herşeyi ne
olacağım sorusuna cevap verebilmek için kullanıyoruz.
Biriktirdiklerimizden ne olacağımızı ayıklamaya çalışıyoruz. Yanlış bu.




Doğrusu ve kolayı şu ki; Ne olacağım sorusuna bir cevap buluvermek ve o
biriktirdiklerimizi bulduğumuz cevaba ulaşmak için araç olarak
kullanabilmek olmalı. "Hadi oradan, asıl dert o soruya cevap vermek ya
işte, dolanmışsın çalının kenarından" dediğinizi duyar gibiyim. Ben bu kadarını bulabildim işte. Ama belki bir ipucu, cevap birazcık
büyük ve de cesur olabilmeli. Uzatasım yok, siz anladınız umarım.



14 Aralık 2007 Cuma

Çok kötü yazı ya da Kestane kavurma ya da Nispet yapar gibi

İşte, kötülüğü ile vaadedilen yazımız pişti, yayında. Çok uzatmayacağım;
Kestaneleri ruhundaki siniri yansıtacak şekilde, ya da fantezilerine göre ÇİZ,
Sıcak suda beklet biraz.
Islak ıslak teflon tavaya koy, az sula. Yak altını, kavur.
Takıl işte. Salona falan git. Üstünü değiştir, yap işste bişeyler.
Gel tavanın yanına. Al, dinlendir, soğut. Ye.




Eh, nispet kime, bellidir herhalde :)

13 Aralık 2007 Perşembe

Aynı serinin üçüncü yazısı ya da Tespih taneleri gibi lambalar




Saat 0439. Otuzdokuz dakika kadar önce kalkmışım. Nedenini bilmem. Bolu dağı tünellerimin soldakisi daha kısa biraz. Nefesyol böyle iken ara yollarda da tıkanıklık ve asfalt kaplamada kistleşme olduğunu tahmin edersiniz. Ondandır herhalde. Neyse, kalktık ya, o önemli.

Benim kaldığım evin konumu ve yapısı gereği eski bir çinko damlı gecekondu yağmur efekti yakaladım yine. (Gecekonduda kalmadım hiç, atıyorum. Hem ayrıca bu demin okuduğun "hayvanlama isim-sıfat tamlaması, ortaya karışık" idi)

Geceli veya yağmurlu önceki iki yazı bu ve şu idi. (Önceki bu, sonraki şu) Ama bu sefer o kadar da ağdalı cümleler kurasım yok. Belki şöyle diyebilirim: Kalktım, ilginçtir dışarıdaki yağmur sol gözüme de yağmış. Okuduklarımı bulanık görme pahasına, gözümü sıkıca kapayıp yanağıma kovalama eylemini gerçekleştirmiyorum. Sanırım yastığa öteleyeceğim.

Aynı efekti aşağıdaki fotoda daha mı iyi yakaladık ne. Bakın, yol ıslak.



Not1: Yorumda "bir sonraki yazı çok kötü olacak, çook" dedik. Ama bu yazı, o yazı değil. An tespiti adına bunu öne aldık.
Not2: Harbi bi virgülcü vardı, ne oldu ona :)

11 Aralık 2007 Salı

Ağırlık

Öyle ince bir şeye (haksızca) yükleniyorsun ki kendi ağırlığınla,
batıyor o sana. Yırtıyor vicdanını. İçine geçiyor. O öyle duruyordu
orada, sen abandın, sen çekeceksin. Karşıdakinin ezikliği ve kibarlığı
ve eli-kolu bağlılığınını camda son anda gördün ama nafile, kırdın bir
kere. İşte kendi kendini ezdin, hem de birini kullandın, onu da ezdin.

İnsanın kendine hakim olması gereği böyle birşey. Keskin sirke küpüne de, içene de zarar.



8 Aralık 2007 Cumartesi

Üç sahipsiz yazı


Susuz boğaza bırakılan bir damla, ya soluk borusuna kaçarsa. Yokken varsa ama yanlış yerde olduysa.

Kişi tarafından hep taşınan isim, varlığı bile sorgulanmayan isim... biri tarafından değiştirilirse. Hemen diğer gün yeni isimle devam edilebilir mi.

Seksen yaşında bir bellek, bir gün gelip siliniverirse, sokakta kaybolup, bir başına kalıp... Birilerinin gelip kendisini bulmasını bekler halde iken yardım edilmez mi. Hele ki aranmıyor olduğu korkusu, dayanılabilir bir korku mudur.
--
Neden Allah'ı abimizden çok severiz. Çünkü, birincisi her ne yaparsak yapalım affeder. İkincisi etmeyebilir.
--
Bugün bir kedi gördüm zengin bir mahallede. Yaşına göre besili olduğu belli olan bir kedi idi tekir. Camdan gördüm, sonra aynadan gördüm. Evleri gezdi. Dilendi.
Bugün bir kedi daha gördüm aynı mahallede. Aynı yerde, tekirden biraz geride gördüm. Yaşına göre zayıf kaldığı belli olan bir kedi idi gri. Onu ikinci kez göremedim bile. Beceriksizlik ve çekingenlik vardı üzerinde. Belki zayıflığının sebebi.

Tekir hep yedi, gri hep kaldı sanki. Ama kedi dediğin kendini beslemek için fare tutmalı, dilenmemeli. Niye sadece tekir suçlu dileniyor diye, ya da niye sadece gri suçlu geride kalıyor diye. Besleyenlerin hiç mi suçu yok onları böyle alıştırıyorlar diye.

Not: Belki boğaz ve kedi yerine ülke, isim ve bellek yerine kültür, abi yerine abi koyarak okunabilir. Allah yerine birşey konmaz, şirke girer.


6 Aralık 2007 Perşembe

Nefret Ediyorum

Nefret ediyorum
nefret
nefret
nefreeettt
nefret nefreettt nefreEETT
kahretsin kahretsin, iğrenç iğrenç.

giysilerin, saçın, tenin, terin...
üzerine sinen sigara kokusundan nefret ediyorum.
nefret nefret neffreetttt

sigara içen yakınlarımı ne kadar seviyorsam içtikleri sigaraların kokusunun giysilerimde kalmasından da bir o kadar nefret ediyorum işte.
yıkanan malzeme var, yıkanmayan var.
fısfıslardan da nefret ediyorum kokuyu bastıran.
hepsinden nefret ediyorum işte.

Bu çok saçma, gerçekten çok saçma.
Seviyorsan katlan mekanizması neden hiç bana bana yontmuyor anlamıyorum.
Yonttuğu durum varsa da anlayamıyorum ben.

Hiç de kızdırmaktan, kırmaktan, gücendirmekten korkmuyorum,
açık açık...
Nefret ediyorum işte.
İğrenç bir koku bu, sigaranın kendisinden bile iğrenç.

Çözümüm var, bu çözüme bozulacak arkadaşlarıma da kusura bakmasınlar diyorum buradan açıkça...

Nefret ediyorum.


2 Aralık 2007 Pazar

İyi düşün, iyi olsun; ölüyü göster, hastalığa ikna et


Bir dizi baktım, sahne cezaevinde idi. Kadın karakter yanındakine "seviyordum, öldürdüm" dedi.

İnsanın algısına bağlam bulaşır. Aynı olguyu farklı bağlamlarda farklı algılar. Algısı kayan kişi zaten doğru olguyu değerlendiremeyebilir de. En önemli başlığa/köken sebebe değil de, farklı/tali noktalara odaklanabilir. Bu hastalıklı durum tekrar eder hale gelirse, kişiden kişiye bulaşırsa paradigma kaymasına uğranır. Artık yeni bir doğru/gerçek çerçevesi vardır. bu iyi de kötü de olabilir. Önemli olan hata yapmamak, doğru yapmak, değişim elimizde ise de doğruya doğru yöneltebilmektir.

Hayatımızı da yaşadıklarımız değil, yaşadıklarımıza yüklediğimiz anlam şekillendirir zaten.

Not: Yazdıklarım bilimsel bilgi gibi değil, cahil cesareti gibi algılansın lütfen.