26 Ekim 2008 Pazar

Ruh Çağırma Seansı

Birinci seans:
(Ayağınız alışsın diye)

"Yaşadıklarım dünde kaldı" dememi engelleyen şeylerden biri vücudum. Fiziksel aktivitenin sonuçlarını ilerleyen zamanlarda hatırlatıyor sürekli.
Peki fiziğin yanında ruhta da mı iz kalıyor acaba.

İkinci seans:
(Paralı)

İnsanın neresi acırsa canı orada. Bacağı kırılır orası ağrır, tırnağı kırılır tırnağı ağrır.
Kalbi kırılır, kalbi ağrır.

20 Ekim 2008 Pazartesi

Gözyaşı

İnsanoğlu doğarken belli bir hacimde gözyaşına mı sahiptir acaba. Tüm hayatı boyunca toplamda bu kadar mı harcayabilecektir. (Bu böyle değildir diyor içimdeki gerçekci odun ama o zaman yazı olmaz ya) Eğer boyle ise, acaba erkenden hepsini tüketiverip kurtulmak mı iyidir, yoksa sürekli azar azar akıtmak mı. Bu değerlendirme değil de sanki bir tercihmiş gibi geliverdi şu anda. Niye kurtulmak ve akıtmak gibi -istemeyen- cümleler kurduysak, değil mi. Olsun, biz bir pesimistin gözyaşlarını da dinlemiştik zamanında, böyle devam edelim.
(Bu yazı da bok gibi oldu ya, hadi bakalım. Olsa da olmasa da kodum)

Not: Ayh ayh canım diye saldırmayınız lütfen. Bakınız sınıf olarak Defterden görünmekte. Direkler falan değil. Kaygılanmayınız.

18 Ekim 2008 Cumartesi

Güç ve Adalet

"Güç, adalet uğruna yapılan adaletsizliktir" dedirtmiş Meşa Selimoviç Derviş ve Ölüm'ün 290. sayfasında İshak karakterine.

12 Ekim 2008 Pazar

Kaynak olarak Zaman

Zaman kavramı kısıtlı bir kaynaktan bahsediyor. Hepimizin harcadığı, harcamaktan da genelde mutsuz olduğu bir kaynak. Şöyle düşünce esiverince bakıyoruz ki zaman yerine koyulamayan kısıtlı bir kaynak.
"Yerine koyulamayan zaman kavramı için bir ikame önerisi: Görelilik"  diye bir tez konusu olur mu, olmaz. Anca blog yazısı olur işte. Ben de onu yazıyorum.
Şu anda bildiğim kadarı ile aynı zamanda tekrar yıkanamıyoruz. O nedenle sürekli harcamada olduğumuz kabulü sanırım o kadar da yanlış nitelendirilmez. Ama sanki mutlu olduğumuzda başka, mutsuz olduğumuzda başka hızda dönüyor akrep.

(Şimdi bir tuvalete gittim geldim, daha mutluyum. Bir daha düşünelim)

Mut sahibi olmak ya da olmamak galiba iyi bir anlatıcı olmadı bu yazıda. Kişinin algısı ile ilgili birşeylerden bahsetmek istiyordum ben. Demek istiyorum ki o tükettiğimiz ve yerine koyamadığımız zamanlar için hayıflanıyorsak aslında bir çözüm olarak farklı hissetmeyi, farklı algılamayı denemeliyiz. Aynı sezyumsal zaman dilimini iki farklı kişinin farklı hızda yaşaması fikri beni buraya getiren. O dilimin içine koyduğumuz anlamlardaki(değerlerdeki) farklılık hızını değiştiriyor zamanın. Evet, bitmesini engellemiyor, "hiç yoktan" bir çözüm öneriliyor burada.

"Öeaah" sonucu:
- İçim kıpır kıpır, kendimi çok genç hissediyorum.
- Bi sktr git. Yüzünü ütüle de gel.

Not: Defterden diye bir sınıf açtım, tutarsa. Tutmazsa ona o zaman bakarız.

Tüketilenle özdeşleştirme

Kişinin okuduğu bir metne, izlediği bir görsele ya da bunlar gibi başka bir şeye bağlanması, kendisini o içerikte bulması, özdeşleştirmesi konusu takılmış bir ara kafama. Ki not almışım deftere.
Bu durum kişinin toyluğuna delalet olarak değerlendirilebilir mi acaba diye de düşünmüşüm. Kişilik oturmamışlığı diye yorumlasak çok mu gaddarlık yapmış oluruz.
Yani fotoğrafı önüme koyuyorum, saçma geliverdi bir an:
"Bir kitap okudum hayatım değiştiieağ"
Yani bunu bizim pamuklu gözlük de demiş olsa, bana ters. Ya da hadi laf sokmayalım. Bir kitap var, onbinlerce kişi okuyor, o kitaptaki bir karaktere öykünüyor. (Yani cidden öyle olmaz mı, "evet evet işte bu beni anlatıyor" diye) O zavallı karaktercik hangi birimizi anlatsın koyunum(pardon kuzum). Saçma.

Tamam, bu belirttiğimiz durum aslında yazarın başarısı olarak düşünülmelidir, ona lafımız yok. Biz bokunda boncuk bulan okurla uğraşalım dedik bu sefer. Yeni gelin gibi kitaba sarılacağına hani diyorum biraz daha eleştirel, öğrenici, özümseyici baksa, kendini kendi kendine anlatabilecek kadar bilgilenmeye çalışsa, kendisini başkalarının cümlelerinde aramasa, hatta aslında aradığının bile farkında değilken, buluverdiğini sanmasa. Harbi bak şimdi sinirlendim, cidden saçma bu.

4 Ekim 2008 Cumartesi

Yapmak ve yapmamak

Yapmamayı tercih etmek konusunda düşünüyorum. O kadar yavaşım yani anlayacağınız. Daha yapmamayı tercih etmek doğru mu yanlış mı irdelemesindeyim, olacak şey değil. Bu kadar da olmaz yani. İğrendim resmen bak şimdi yazınca.

Bugün; genele hakim olan düşünce, yapmanın erdemli olduğu yönünde. Çok farklı şekillerde önümüze gelebilir bu yaklaşım. Üretim olarak mesela görebiliriz. Ne pahasına olursa olsun üretim. Ya da hesaplanmış karlılık pahasına üretim diyelim ki çılgın tüketimi sömüren türden bir üretimden bahsettiğimiz de net olsun. Yoksa aptallıkla alakası yok bu yazdığımın. Ya da değişim diye, acayip ifrit olduğum bir kavram var günümüzde. Değişiyor ve gelişiyormuşuz. Önümüze geleni değiştirmek gibi seçici algılıyorum ben bunu. Acep değerlendirilmiş bir değişim kararı var mıdır. Değerlendirme derken değiştirilecek olan konunun eski(anlaşılan o ki beğenilmeyen) hali üzerinde hangi parametrelere göre bir inceleme yapıldı da yerine yenisinin konmasına karar verildi. Mesela kültürümüzün götü mü kocamandı da rejime sokulup eritilmekte. Ya bak aslında örneklerden bağımsız birşeylerden kaşıntı duyduğumu da belirtmek zorundayım. Ciddi ciddi, ilk halinin nesi vardı da harcama yapıyor ve değiştiriyoruz. Hangi ölçütlerle karar verdin buna. Bana sordun mu demiyorum bak, illa ki ben de bilmiyorumdur da, merak ediyorum harbi harbi. Anlamaya çalışıyorum yani seni. Bu vahşi değişim aşkı nereden geliyor. Bir de hareket etme var üretim ve değişim gibi. Dursana. Neden gidiyorsun. Nedir ilk bulunduğun yerdeki sorun. Oradan oraya buradan şuraya, başım dönmekte. Yavaşla bari en azından azıcık. Nereden buluyorsun bu kadar enerjiyi kardeşim. (Enerji dedim hay allah bak yine)

Yapma yapma yapmaa diye bağırsam sen inadına yapacaksın değil mi. Hep böyle oluyor çünkü. Ama ben iknanın psikolojisini de bilmiyorum ki. Çok naifçe istemediğimi doğrudan söyleyen biriyim ben, uzlaşma gibi görünen ama beni beceren tarza hakim değilim malesef. Yapmamanı istiyorsam direk yapmamanı isterim. Ama sen bir bakıyorum beni kucağına oturtmuş yaptım yaptım diye haz naraları atıyorsun. Farkında değilim sanma tüm benliğimle hissediyorum, ama elimi kolumu tamamen bağlamışsın. Bu resmen üretimin tüketiciyi başrolde oylum oylum oynattığı bir pronografik dizi. Sinema değil bak, sürekli her hafta haftalık konusu değişen ama ana teması aynı olan bir dizi bu.

Olmayacağı oldurmaya çalışıyor ya da çözümü olmayan şey problem olarak değerlendirilmemelidir, dünya bu diyorsunuz değil mi sevgili perdeli okuyucu. Hayır. Reddetmiyorum tam olarak, daha erdemlisini arıyorum. Bakınız üretim olmasın diyemeyiz. Hep nirengi noktamız olan doğaya baktığımız zaman değişim, üretim ve ilerleme/taşınma gibi kavramlar yok değiller. Varlar. Ama lütfen dikkat ediniz dönüşüme açık türü uygulanıyor sürekli. Doğadaki mekanizma hep tüm zinciri tasarlamış halde çalıştırıyor motoru. Hiç yarım yamalak çalışan bir mekanizmanın devreye alındığı olmuyor. Üretim hep var, değişim de zaten aslında farklı bir kavram değil de üretimin bir şekli. Taşınma? o iklimle ilgili.

Çıldıracağım.