31 Aralık 2008 Çarşamba

İnsani sorular

Acaba aramızda psikoloji okumuş olan var mıdır. Yoksa eğer, ben biraz sıkacağım izninizle.

Televizyondan öğrendiğim kısıtlı bilgime göre atların mesela eğitiminde, istendik davranış gösterdiklerinde ödül olarak kesme şeker veriliyor. Yunuslara balık, köpeğe sevgi verildiği gibi. Balinalara da balık veriyorlar, sadece biraz daha büyüğünü. Ayrıca yunuslar da sevgi gösterisinden memnun oluyorlarmış gibi bir hissiyatım da var, yok değil. Yani hayvanlarda gelişim sağlamak için, mesela daha düzgün yürümek için, daha hızlı yüzmek için, daha doğru kılavuzluk etmek için ödül veriliyor. Ceza da var biliyorsunuz, rulo yapılmış gazete ile burnuna burnuna vurmak gibi. Yani gelişimin ödül-ceza mekanizmasına dayandırıldığı bir eğitim süreci görüyoruz. Böyle olmadığına dair bilgisi olan varsa paylaşırsa sevinirim, buradaki saçma olması muhtemel hipotezimizi de açık havada çürümeye bırakırız. O vakte kadar, dediğim gibi olduğunu varsayarak devam edeceğim izninizle.

Burada şeker ve balık gibi fiziksel metalar ile sevgi gibi duygusal bir besini karşılaştırmayı hedeflemiyorum. Sadece hedef yanıltıyorum. Dikkatinizi başka yöne çekmeye çalışıyorum.

Asıl diyeceğim şu; insan yavrusu herhangi bir ödül ya da ceza beklentisi olmadan da öğrenme isteği duyuyor. Ödül ve ceza mekanizması işe yaramıyor demiyorum, onlar da kullanılıyor zaten, biliyoruz. Sadece demek istediğim şu ki, onlar olmasa da insan öğrenme, gelişme eğiliminde. İçinde hayatını idame ettirmesi için gereken susuzluk ve açlık gibi ihtiyaçların ötesinde şeyleri karşılama isteği var gömülü olarak. Bu beni çok şaşırtıyor. Yani insan doğrudan yaşamını devam ettirmesi için faydalı olmayan şeyleri öğrenme isteğine sahip. O nedenle kitap okuyoruz örneğin. Kadınları kandırmak, ikna etmek, etkilemek gibi bir ihtiyacın ötesinde -şimdi adını koyamadığım- gerekçelerle bin yıl önce yazılmış şiirler okuyor. "Benim gibi düşünüyor, benim hislerimi anlatabiliyor" demek için belki, kitaplar, roman serileri bitiriyor. Şu gerekçe mesela aradığım sebeplerden çok daha basit.

Neden gelişmek, ilerlemek, büyümek, öğrenmek ister insan. Nasıl bir açlıktır bu doyurulmaya çalışılan.

24 Aralık 2008 Çarşamba

Çamaşırın kirliliği kanıksaması

ya da Donların kardeşliği

Sınıflandırmak, kategorilere ayırmak yani, acaba faydalı birşey midir. Farklılıkları ortaya çıkarmaktan bahsediyorum. Göze sokmaktan. İyi bir davranış mıdır. Getirisi nedir. Sivriltmek, keskinleştirmek işe yarar mı. Giresun ile Ordu'yu fındık bağlamında sınıflandırsak, Kilis ile Gemlik de anca zeytin tadında ayrılsa olmaz mı.

Peki öbür tarafta iki zeytinyağı çeşidini karıştırıp en makbulü diye verseler kızmaz mısınız.

Çamaşırları -başka hiç bir imkan olmadığı için- soğuk su doldurduğunuz beş kiloluk bir yoğurt kovasında yalapşap basaklayarak yıkar gibi yaptığınızda farkındasınızdır aslında sadece pisliği homojenize edip her tarafa eş yaydığınızın. Suya bakarken düşünürsünüz, kötüde ortaklık kurmak herhalde böyle birşey diye.

Ama işte şimdi yazarken farkedersiniz: Kötüde sivriltmek, parmakla gösterip ortaya çıkarmak; iyide de birlik olmak, kaynaşmak hemhal olmaktır doğru olan.
Evet öyledir.

18 Aralık 2008 Perşembe

Kulaktan klavyeye: Herşey çok güzel olacak

Bu ne biçim hikaye böyle

Hasta mısın nesin bana söyle

Gel gidelim güneylere

Yenilenip dinlenmeye

Deliyim ben aslında

Senin gibisin sevmekle,

Deli

Başarısız olduysan oldun

Yıkma kendini zaten yorgunsun

Ya bu deveyi güdersin

Ya bu diyardan gidersin

Ya vazgeçer unutursun

Ya da yolun açık olsun,

Hadi

Bu felek kimine kavun

Kimine kelek yedirdi

Sevinip de şımarınca

Sana derhal bildirdi,

Hadi

Nerde hani o canım gözler

Hani nerde verdiğin sözler

Boğuldum ben gözyaşına

Elimi tutan el nerde

Sorarım kendi kendime

Elimi tutan el nerde,

Hani


- Abi, böyle bişey var mı, benzin dökülüp adam yakılır mı, ya, yapmayın ya. Abi bak.

- Sen, sen insan değilsin biliyo musun. Sen insan suretinde bi hayvansın.

- Abi bak mevzuyu bilmiyosun, bi konuşma ya.


Not: "Herşey çok güzel olacak" isimli sinema filminin müziklerinden biri.

Şarkının ismi "Bu ne biçim hikaye böyle".

Sami Özer, Mazhar Alanson, Cem Yılmaz söylüyorlar.


17 Aralık 2008 Çarşamba

Şey'in çoğulu olarak Eşya

Dünyada acaba kaç tane lavabo vardır. Kaç çeşittirler Tarzları, şekilleri, duruşları nasıldır. Büyüğü var, genişi, küçüğü, ayaklısı, dolaplısı var. Evye diye isimlendirileni var içinde bulunduğu yapıya bağımlı olarak mesela. Kaç cinse, türe, sınıfa ayrılırlar ki. Bunu düşünüyorum. Bir de musluk düşünüyorum. Acaba o da kaç tanedir dünyada. Tekli, çoklu, aç'lı, kapa'lı musluk. İki suyu birleştiren batarya denileni, boyunlusu, uzayanı, sabiti ile onlar da çeşit çeşit. Yani görüyorsunuz ben aslında katalogda olan çeşitleri bile bilmiyorum, bildiğim çok oldukları.

Ama bildiğim birşey var ki genelde her lavaboya bir musluk düşer dünyamızda. Musluksuz lavabo ya da lavabosuz musluk pek olmaz. Özel amaçlı lavabo ya da musluk değilse. Yani ben şimdi böyle düşündüm. Çok yanlış değildir sanırım. Hem katılmasanız da dinlemem, burası benim. Demem o ki musluk ile lavaboyu birlikte düşünüyorum. Madem bu kadar çeşit çeşit lavabo ve musluk var nasıl oluyor da ben lavabonun önüne geçtiğimde hep güdük ağızlı musluklar denkgeliyor da elimi yıkayabilmek için böyle eğirip büğürüyorum ellerimi, lavabonun sırtına yapışmadan kısa musluğun ucundan çıkan suya ulaşmaya çalışıyorum. Niye yayla gibi lavabonun ortasına kadar uzanacak musluklar takmıyorlar.

Acaba uyumlu musluk ile lavaboların buluşup birleşememesi hayatın trajedilerinden biri midir. Nedendir.

7 Aralık 2008 Pazar

Maket

"Kaptan, o nasıl bir fırtına idi öyle. Bir filika kaybettik, kıç bumbası kırıldı ama denize düşmedi, ana yelken direğinde de hasar var. Şimdi oturup sakin kafa ile düşünüyorum da, bugüne kadar hatırladığım en inanılmaz boran ikibinüç baharındaki idi. Beraberdik di mi diye o zaman da. Dünyamız başımıza yıkılmıştı. Demirlibahçe'den Odtü'ye gidiyorduk ve Talatpaşa sularındayken içinde bulunduğumuz galaksi başka bir galaksiye arkadan bindirmişti de neye uğradığımızı şaşırmıştık. Bugünkü ise onu unutturdu resmen. Öleceğiz sandım. Battık, çıktık. Tekrar battık ve bir el, sanki Tanrının eli, bizi kurtardı bir anda. Çok hasar var ama toparlanırız değil mi.
Sahi, bir filika kaç can eder. Bir filika kaybı kaç canı kaybettirir.
Susayım ve sadece demirleri attırayım şu sehpadaki örtüye, değil mi. Tamam kaptan."