31 Ocak 2009 Cumartesi

Çağdaş Ozanlar

Okumadım külliyatı, ve okumadığım için de üzülüyorum kendim için. Ama hissedebiliyorum, çok büyük. Bugünlerde gibi kelimesinin üzerine çok yüklenen ne oldum delisi yazarcıklara kızıyorum. Sırf onlara uyuzluğumu sümküreceğim bir bütün yazı yazmak da istiyordum fakat o gücü bulamıyorum kendimde. Ama eğer bıkbık gibi, vıkvık gibi bırtbırt gibi diyecekseniz, o kadar sündürecekseniz şu gibi kavramını, yapmadan önce bir düşünün derim.
Lütfen, bakın nasıl yakışıklı kullanılabiliyor bu. Adam yüzyıllar önce "yel esip geçmiş gibi", "göz yumup açmış gibi" diyor, ben bugün ömrümü düşünürken içimin tellerinin zınlamasına hakim olamıyorum. Adam "Gök ekini biçmiş gibi" diyor, ben dört kelimeyi okuduğumda kaç mehmet düşünüyorum biçilip gitmiş. Anlatabiliyor muyum bilmiyorum ama nasıl ki şu gibi kavramına, sanki elinde başka hiçbir kelime yokmuşcasına, Türkçenin
yeni gelini gibi sarılanları okuduğumda sinirim tepeme çıkıyor, 'van minit' bile demeden alnının çatını gömçürtmek, dillerini kravat niyetine boğazlarından çıkarmak istiyorum. Evet, o kadar sinirleniyorum. Herhangi bir harekette bulunmuyorum tabii ki. Sadece içim kaynıyor, ama tutuyor, yutuyorum.
Sonra seviniyorum, yine de bu saçmalıkların arasından parlayan cümleleri görebiliyorum. Kul Ahmet'e "yalan dünya" dedirtip onu bir ceketle Ahmet Bey yapabilenleri, "Kimi tatlı peşinde, kiminse tuzu yok" deyiverip de gündelik hayatımızda yaptığımız birçok şey için suçluluk duymamızın sebeplerini anlatıvermiş olanları dinleyebilmiş, okuyabilmiş olmaktan mutluluk duyuyorum. Yine ve hala ve her seferinde hep yürek kabartıp ve aynı zamanda huzur vermiş olmalarından dolayı minnet duyuyorum. Sakinleşiyorum.

Sinir boşalımı da sayabilirsiniz, anma da. Ama bunu da yazasım vardı. Rahatladım.

Yazıda geçen anahtar insanlar: Yunus Emre, Barış Manço

26 Ocak 2009 Pazartesi

Kriz yönetimi

Daha yirmi yedi yaşındasın. Niye akşam iş çıkışı mutlu saatler diye nitelenir diye düşünmeden birkaç kişi toplandınız ve eğlendiniz. Alkol güzel. Şimdi içmeyeceksin de ne zaman içeceksin ki, değil mi. Yalnız o etin porsiyonu biraz fazla idi sanki. Ama bira iyidir, rahatlatır mideyi. Bira, patates, bira, biraz daha patates, sıkılınca çerez. Ortam güzel. Zaten bu adamların muhabbetinden hoşlandığın için buradasın. E giysiye sinen sigara kokusunu da çekivereceksin, olur o kadar. Bu iş sonrası eğlencelerin artık kaçamak değil de bir ritüele dönüşmesi seni mutlu ediyor. Bu sosyal kişiliğinin oturan tuğlalarından biri. Evet böyle düşünüyor ve bundan keyif alıyorsun. İnsan kendini insanlara, şeylere, yerlere ait hissetmek istiyor.
Gece geç vakitte eve döndüğünde çok yediğini farkettin yatağa yatınca. Şişlik var, uyutmuyor. Acaba dış kapıyı kilitlemiş miydin. Amaan, bu sefer de kilitsiz kalıversin. Zaten sitede yıllardır bir tane bile hırsızlık olayı olmamış ve her yer kamera dolu. Bırak kafanın içindeki konuları artık, uyumalısın. Yarın işe dağılmış halde gitmemek gerek, toplantı var. Bak düşünme diyorum, uyumanı engelliyor bu kafanın içindekiler derken daldın.
Ah, bu ne. Böyle karın ağrısı mı olur. Yutkunamıyorsun, batıyor göğsün. Kolunun üstüne mi yattın yahu. Doğrulamıyorsun, göğsünün üzerine kocaman bir kaya oturmuş gibi, nefes de alamıyorsun. Aahhh, sesin de çıkmıyor. Birşeyler oluyor, bu ne. Gaz falan değil, birşey oluyor, bariz göğsün ağrıyor. Yataktan kalkmaya çalışırken yana düştün ve gece lambasının aydınlığı da gitti gözlerinden. Gözlerin açtığında çok uzun süre olmadığını düşündün, çünkü ağrı devam ediyor hala. Batıyor da. Göğüs kafesin içine göçmüş de kalbine basıyormuş gibi. Evet, kalbine. Aptal, kriz geçiriyorsun. Aklın başına geldi ama vücudun artık sana yetmiyor. Birşeyler yapmaz ve kendini kurtarmazsan öleceksin. Biraz sürünerek, biraz dizlerinin üzerinde duvarlara tutunarak dış kapıya kadar geldin, kolunu tuttun elinin gücü ile bile değil kendi ağırlığınla açıldı, tükeniyorsun. Merdiven boşluğunda ışık olduğunu gördün, sesler geliyor. Dışarıya doğru yıkıldın ve film burada koptu.
...
- Beyefendi, acilen sizi ameliyata almamız gerekiyor, kriz geçirmişsiniz ve aslında hala geçiriyorsunuz. Haber vermemizi istediğiniz kimseniz var mı?
- Yok.
...
Masanın soğukluğunu sırtında hissediyorsun. Maskeden verdikleri uyuşturucu kupkuru. Cevap vermedin sordukları sorulara ve başladılar. Sol kolunu altına aldılar, kalçanın altına sıkıştırdılar elini. İlginç bir uyuşma bu. Farkediyor ama hissetmiyor, duyuyor ama acımıyorsun. Göğsünü bir ıslaklık kapladı tam ortadan, yukarıdan karnına kadar. Hemşire birkaç kez sildi. Doktorun açtığı kesiyi algılıyorsun, gıcırtı gibi geliyor. Testere sesi duyuyorsun. E ama testere ile kesiyorlarsa sonra parça kaybını nasıl çözüyorlar. Komiksin, belki ölür ve bunları düşünmezsin. Bir alet getirdiler. Gözlerin kapalı, görmüyorsun ama vücudundaki gerilme ve karınındaki esnemeyi hissediyorsun. Birkaç kesi daha attılar içeride. Kalbini avuçladığını duyumsadın. Ve artık vücudunu bir makina yönetiyor.
Herşey karardı. Kimse yok.

16 Ocak 2009 Cuma

H. Çağlar Bilir - 7 (Alıntı)

Efendim bu sefer bir değişiklik yapacağım ve -sanırım benim sayılır artık(sekiz yıl olmuş)-, üniversite yıllığımdan beni anlatan birkaç alıntı yapacağım. Özyaşam öyküsünün bu bölümü de böyle olsun. Tabii ki, yanlı makaslayacağım. Hem ilginç olsun diye, hem de sansür niyetine. Bir de tam tam almayayım ki fikri mülkiyet, cart curt. Ha tabi yıllıklar hep yanlı olur, bilerek okuyun.

  • A.S.: "Bazen kendi kendinize itiraf edemediğiniz bazı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalabilirsiniz. İşte sizi bu gerçeklerle yüzleştirecek yiğit birine ihtiyaç duyulur. Bu işi yapacak kişinin, ki gerçekte elini taşın altına sokan odur, sizin şiddetle reddedebileceğiniz bir gerçeği yüzünüze karşı söylemesi gerekebilir. Ve bunu yaparken sizin tepkinize bağlı olarak pek çok şeyi riske atabilir."
  • Ö.E.: "Birine çok kızmak isteyip de kızamamana, bazen aşırı alçakgönüllülükle maskelenmeye çalışılan megalomanlığına, ..."
  • S.D.: "Gerçekten çok iyi bir dinleyicidir ve gerçekçi yorumlar yapar."
  • U.A.: "Çağlar çok iyi bir dost, ama tadında bırakılması gereken bir insan. Fazla uğraşmaya gelmez onunla, çünkü Çağlar’ın sonu gelmez nedense ... Sizi tanıyor ve her yönünüzle tanıyor. Zaman O ‘nun lehine işliyor hep. O’nun için bir eğlence sanki bu. Kendinizde farketmediğiniz detayları da yakalıyor, yüzünüze vuruyor ve sonra da bilgiç ve tatmin olmuş bir tavırla yüzünüze bakıyor."
  • M.A.: "Haksızlıklara dayanamaz"
  • S.K.: "Haksızlıklıklara dayanamadığına çok kez şahit oldum. Özellikle fizik labratuvarında kopya muamelesinden düşük not aldığın raporu tekrar yazmanı anlayamamıştım o zamanlar. Ayrıca açık sözlü oluşun, kimseye keyif bağışlamayışın hep imrendiğim bir tavrın. "
  • A.S.: "Sürekli devam ettiğin doğruyu arayışını hiç bırakma, eminim bir gün bulacaksın."
  • S.P.: "İşte içi dışı bir nadir insan.  Açık sözlülüğü en belirgin özelliği.  Söylendiğinde acıtan sözlerin söylenmediğinde daha büyük yaralar açtığının farkında."
  • F.T.: "Öğütler verdin, düşünmemi sağladın. Her zaman da haklı çıktın."
  • Ş.M.: " ... ağzı sıkı, dikkafalı, uzlaşmaz, dayanıklı, sır saklayan, ödün vermeyenlerinden biri, ... Sonradan öğrendim, hain Çağlar o acımasız hicivlerini üstüme yönelttiğinde, kızgınlığımın çabucak eriyebilmesini. "

Sekiz sene sonra ilginç bir inceleme oldu bu. O vakit fikir paylaşmış arkadaşlarıma teşekkür etmiştim, şimdi bir de burada gıyaplarında teşekkür edeyim.

11 Ocak 2009 Pazar

Uyaran Enflasyonu

Kafamın içinde bekleyen kısa yazılardan biri daha bu.

Çevreme yetişemediğimi düşünüyorum. Bir şekilde tepki vermem gereken durumların benim istiap haddimi aştıklarını düşünüyorum. İnsanın hayatında hakkınca yetebildiği kaç arkadaşı olmalıdır acaba diye düşünüyorum. Frekans kavramı yerine kullandığım "sıklık" geliyor aklıma. Hiçkimse yokken dahi televizyon, telefon, bilgisayar, gazete arasında kaç saniyelik atlamalar yapılabilir acaba diye düşünüyorum. Yetişemiyorum. E ayıklayamıyorum da. Anadolu lisesinde bir ingilizce dersinde kullandığımız ve bizim rbl dediğimiz ama adı aslında Reading Between The Lines olan bir kitap vardı, aklıma o geliyor. Sonra erişkin insanların aslında çoğunlukla ağızlarından çıkanların dedikleri şeyler olmadığını, sürekli bir alt metnin etrafta gezindiğini hatırlıyor, düşünüyor, algılıyor, hissediyorum, ya da bundan kuşkulanıyorum diyelim birçok insan gibi. Zira ben iletişimci değilim. Bu kaygı nedeniyle kurcalayıp duruyorum. Sürekli kurcalıyorum, kurcalamaktan yorulana kadar kurcalıyorum. Yorulmaktan sıkılana kadar ilerletiyorum. Sonra da bunu sıkılmaya alışana kadar devam ettiriyorum. E tabi bunun üzerine de neden göbeğim büyümekte diye hayıflanıyorum. Bu süreç içinde iken her durduğum durak aslında özel ihtimam gösterilmesi gerekecek kadar önemli, onun da farkındayım. Nasıl ekşisözlükteki her başlık vikipedyadaki her başlık aslında önemli ise, zap yaptığımız hep program aslında önemli ise, her insan da önemli, e ama yetişemiyorum. Dur, birşey yakaladım gri hücrelerin arasında: Eğer hedefi bilmiyorsak yoldaki adımların değerini/önemini hesaplayamayız. 

Neyse devam edelim. Benim iki daha az karışık konum daha var, yazarım yakında.

Öptüüüğm, baayy, xoxo ...    ( Ne o, beğenemedin mi :D )

4 Ocak 2009 Pazar

Nakli yekün

Bugün oturuyorum Güveçte, patronculuk oynuyorum kendi kendime; inanmazsın aklıma fikir geldi. Kaçmalarına izin vermeden yazdım bir köşesine, yine aklımın.

Bizim zamanımızda anadolu lisesi denen yerlerin orta kısımlarında(ortaokulumsu işte) bir yerlerde iken gözlerimin bozulur gibi olduğunu, oturduğum yerden tahtayı göremez, okuyamaz olduğumu, ve dahi bu sorunu kendim dile getiremediğim için ailemin tanıdık öğretmene bilgi verdiklerini, onun da sorumlu öğretmene ricacı olduğunu hatırladım. Sonra bir paranın ukalalaştırdığını şu anda düşündüğüm(zengin piçi dememeye çalışıyorum) bir sınıf arkadaşının itiş-kakışına kendi başıma cevap veremediğimi, bunun da tanık olan bir öğretmen tarafından halledildiğini hatırladım. Yine başka bir öğretmenin -ki sanırım kendisi sonradan müdür muavini olmuş bir kamyon idi- beden eğitimi dersi sırasında, sırada boynumdaki kolyeye takılıp "bunu köyde hayvanlara takıyoruz boyunlarına çıngırak asmak için" gibi birşeyler dediğini ve benim yine kendisine cevap veremediğimi de hatırladım. (Lan ne travmatikmiş gibi geldi şimdi bana da o zamanlar)

İşte bu gibi aklıma gelen şeylerden, benim kendimi ifade edemeyen birisi olduğumu çıkardım.

Hani evi yerleştiriyorum ya(askerden geldim, eve girdim, iş tuttum... yok yanlış oldu; ev tuttum, işe girdim. Ve evi yerleştiriyorum işte) o yerleştirdiğim kolilerin birinde de cd'ler vardı. Kurcaladım, üniversite yıllığımızın elektronik halini buldum. Orada da benim için şu an bana ilginç gelen şeyler yazmışlar o zamanki arkadaşlar. Düşündüm, ben öyle biri miyim acaba diye, bilemedim.

"Hadi bakalım hayırlısı, kendimizi anlatabilir miyiz, süreklilik arzedecek fikir yazıları yazabilir miyiz, deneyeceğiz."

Bu da, bu blogun sağ başında ilk günden beri duran bir cümle. Hepsini birden çorba edecek olursam eğer, ben bu yazılarla neler yapıyorum ya da yapmaya çalışıyorum diye düşündüm. Bir kere kendimi anlatabiliyor muyum sorusundan daha önce ben nasıl birisiyim sorusu var. Cevap veriyorum: Bilmiyorum. E o zaman anlatamam mı. Bilmeden anlatmaya çalışsam kendi kendine ortaya çıkmaz mı. Hani kitabi tanım vermek yerine örneklerle açıklamak gibi. Burası ansiklopedi olmadığına göre, bu yöntem çalışır mı acaba diye size soracağım.

Toplamak gerekirse iki temel soru var. Ben yazdıklarımla kendimi anlatabiliyor muyum, benim anlattığımı sandıklarımın bir değeri var mı, ben ne anlatıyorum (evet, üçmüş)

Katılımcı olmayı kabul ederseniz eğer, sorunun muhatabı sizsiniz sevgili okuyucu. İsimli, isimsiz; buyrun. Merak ediyorum.

Not: Yekün alıyorum, ama sanırım nakletme konusu cevaplarla ilgili olacak.