28 Şubat 2009 Cumartesi

Kısa kes, sayılarla işimiz var

Muharrem abinin ayağı iyileşmiş. Vicdan azabı duymadan traş oldum kendisine. Sakal traşı da oldum. Saçımı da yıkadı. Söylemiştim değil mi, kendisi otuz iki model bir abimizdir. Sanırım yaşı en çok olan arkadaşım kendisi. Şu anda yetmiş yedi yaşında. Hey maşallah diyorum her seferinde içimden, otururken belim ağrıdıkça, kendime hayıflana hayıflana.

Sonracığıma, kafa kağıdına göre otuz altı yaşında olan bir tabure ile tanıştım yine Muharrem abinin orada. Gerçi on bir senedir tanışıyoruz da simaen, resmi olarak bu güne nasipmiş. Muharrem abinin taburenin yaşını tahmini şu şekilde oldu: "Yirmi altı bu dükkandan, on da aşağıdakinden; etti mi otuz altı. Belki daha fazlası da var." Otuz altıda duralım dedik sağlamlaştırmak için ayakkabıcı arkadaşının taktığı takoz ve vidaları incelerken. Ha o ayakkabıcı arkadaşın tabureyi tamiri de herhalde bir on sene kadar önce olmuş.

Altmış dört sene içmiş avanak otunu, geçen sene ben askerde iken bırakmış doktor tavsiyesi ile. Bak tekrar yazıyorum ders olsun diye: Altmış dört sene içmiş ve geçen sene bırakmış, bırakabilmiş. Daha önemlisi mutlu, "İyiyim" diyor.

Yetmiş iki senedir bu mesleğin içinde. Hem işini yapmış, hem camiaya hizmet etmiş. Berberler odasının, derneğinin, konfederasyonunun çalışmalarında bulunmuş. Şimdi meşgale olsun diye yapıyor. Yarın da tabure, merdiven birşeyler bulup tüm dükkanı temizleyecekmiş, içine sinmemiş, toz alması lazımmış.

Bir saat bir müşteriyi bekledim muhabbetle. Bir saat Muharrem abiyi bekledim Nutuk okuyarak. Bir saat de ben kestirdim, yine muhabbetle.

Muhabbet ne miydi. Ohoo, bol: Altmış darbesinin yapıldığı gün Muharrem abinin sokakta olması -sokağa çıkma yasağı varken-, parolanın sağ eli kaldırmak oluşu, eskiden ve hala makam odalarının arkalarında özel odalar olması, o odaların ne işe yaradıkları, kimin o odalarda dostları ile düşüp kalktıkları, hangi sara hastalarının kimle iş tutarken üstünde bayıldıkları, hangi eşlerin bunu öğrenip eşlerini boşamadığı da işi sıkı tutar oldukları gibi hayatın küçük, ufak, minik detayları muhabbet konumuzdu. Yani özetle memleket havaları efendim.

Söz aldım Muharrem abi'den, traş zul gelirse söyleyecek. Dolayısı ile ben de gönül rahatlığı ile gitmeye devam edeceğim ona.

23 Şubat 2009 Pazartesi

Ne için yaşıyoruz

Aman aman, başlığa baktım da pek bir iddialı olmuş. Sakın yanlış anlaşılmasın, hayatın anlamını bulmuş falan değiliz. Aslında "Kim için" yaşıyoruz demek istemiştim. Kendimiz için yaşıyor muyuz gerçekten. Gerçekten kendimiz için mi yaşıyoruz. Kim için yaşıyoruz. Yaptıklarımızın ne kadarı, hareketlerimizin, seçimlerimizin kaçta kaçı kendi isteklerimizi gerçekleştirmek için acaba. Konformist olmak zorunda değiliz tamam, ama kendi konforumuz için mi yaşıyoruz, başkalarının konforu için mi. Hayatımızı hangi kurallara göre şekillendiriyoruz. Hangi hedeflere ulaşmak için uğraşıyoruz. Kimin hedeflerine yani. Cebimizdeki gazoz kapaklarını diyelim, kendimiz topladık, içlerindeki çamurları tırnaklarımızla çıkardık. Hatta bakkal amcanın dükkanının önünü serinletmek için sulaması sonrasındaki birikintide temizler gibi yaptık her tarafımızı çamur ederek. E sonra ne için değiş-tokuş ettik onları. Üleşemedik mi bile yoksa.
Aslında yazı bitti ama, örneklere geçelim, geniş dursun.
Evde battaniyeye sarınıp otururuz tasarruf için. Ama misafir geleceği gün talaşı iyice sıkı basarız. (Sobaya iki odun fazla atarız diye de okuyabilirsiniz)
Açlıktan ölsek bi domates doğramayız peynirin yanına. Misafire dört tencere yemek yaparız.
Zaten biz çiğ tavuk yer, dişimizi ve kafamızı da kırarız.
Niye para kazanırız, niye çalışırız. Niye kendimizi her gün üç katlık mesafe aşağı yürütüp sonra on kat yukarı taşırız asansörle. Niye on saat iki çarpı iki metre yerde çalışır ve sonra altı saatliğine yüzyirmi metrekarede uyuruz.
Cevap yok, yaparak ve yazarak zaman geçiriyoruz sadece.

18 Şubat 2009 Çarşamba

Sevişme işleri

Nereden zihnime çalındı bilmem ama yine takıldım. Sanki biryerlerde okumuştum diye düşünüyorum. "Sevdiğine değil de seni sevene meylet" diyordu. Yani böyle demiyorduysa da ana fikir bu idi, ben şimdi cümleye döktüm. Evet evet, herhalde okudum biryerlerde. Evlilik ile ilgili bir tembih idi sanki.
Onu düşünüyorum bir vakittir. Yok evliliği değil de, bu sevme, sevilme işlerini. Düşünüyorum ama karşı cinsle münasebet anlamındaki sevi olmak zorunda değil hani düşüncem. Cinsiyetsiz, insan insana olan ilişkilerde de sanki bu böyle olmalı mı ki. İnsan kendini sevdirmek için debelenmeli mi, illa sevdirmeli mi. Yoksa zaten seven insanlara mı değerini teslim etmeli. E hani her kaynak gibi insanlara ayıracağımız zamanlar, sevgiler, enerjiler de kısıtlı mı ki. Beni neden sevmiyor, sevsin işte diye yapacağımız uğraşılar sırasında orada aportta bekleyen arkadaşı ıskalar mıyız ki.
Daldaki kuş, eldeki kuş diye misal vereceğim, teşbih hata kabul etmez; yanlış olacak. Bir fayda, verim, idare süreci gibi görünüyor olabilir biliyorum, lakin öyle değil de hakkı teslim etmek diye kodlanmasını arzularım okuyanın dimağında.
Açamadım, uzatamadım berraklaştıramadım konuyu, biliyorum ama bu kadarla yetineceğim, siz ne dersiniz bilmem. Benim uykum geldi. Uyku gelmişken haksızlık etmek olmaz, yatmak lazım.

Not: Sevişme, sevi işinin işteş hali. Daha fazla arsızı değil.

11 Şubat 2009 Çarşamba

Kültürel Gelişim

"T yaşında Y1'e göç etmiş bulunan babası tarafından Y2 nüfus kayıtlı olup annesi tarafından Y3'de tanınmış Y4'lü XXX göçmen bir ailenin evladı olarak kültürel gelişimini sağlamıştır."

Efendim, daha sonra hem alıntı hem de mahremiyet sorunları çıkmaması için kararttığım şu üstteki cümleye takıldım ben. Tamam, önümüzdeki seçim döneminde aday olan bir kişinin demagoji kokan cümlesi bu ama derdim o değil. Derdim o değil çünkü, bunu herkes yapmakta. Topluca kötüye yakınsamamızı tartışabilecek kadar bile zehirlenmemiş yeri kalmadı artık beynimin.
Sıkıntım, şu "kültürel gelişim" kısmında. Kişinin kültür istiap haddi belli midir, kilosu ya da boyu ile orantılı mıdır. Ne kadar sürede dolar, dolması için bir son tarih var mıdır. O son tarihe ulaşıldığında dolamamış ise "artık geçmiş olsun, sür eşşek, Niğde'ye" midir. Yoksa bu arkadaşın kültür parseli kafatasında mı hazine arazisi kapatmıştır da zavallı beyine az yer kalmıştır.
Bu arkadaş, anasının babasının memleketini idrak edip, üstüne de prof olup kültürel gelişimini tamamlayabildi ise, -mesela- Cemil Meriç boku bokuna mı kör olmuştur ölümüne okumaktan.
Yazık.

8 Şubat 2009 Pazar

Bir Adım

Genelde sıradışı olanı yadsırız. İstemeyiz yakınlarımızda. Aykırı olanı dışlayıp kendimiz gibi olanı yakın tutmaya çalışırız.
Biz diyorum, çünkü tehlikeli olan genelleme işine daldım. Kendimi de sokayım ki dışlamayın.
İşteş fiilleri paylaşırız. Hiç anarşist fiilimiz yoktur. Varsa bile kesinlikle salona girmez. Arka odada kendi başına bırakırız. Üstüne de örtü örteriz belki misafirler gidene kadar saklı dursun da istersek açalım diye. Toplum bu aynılaştırma süreci ile kendini besler. Sadece topluma saldırmıyorum. Zaten saldırmıyor, tespit yapmaya çalışıyorum gecenin bu saatinde dumanlı kafayla. Her türlü örgütlenmenin gereği budur. Birçok şeyin ortak olması gerekir, emeller gibi. Çıkıntılar törpülenir(Simler dökülür demiştik bu törpü işinden bahsederken bir ara) ve şablona uydurulur herşey.
Bu kötüdür diyemem. Aksine iyi çalıştığı çok zamanı gördüm. Görmeyip de okuduğum ve takdir ettiğim örnekler de var. Hatta bir ara bir adam, ikinci adama birşey göstermek için laleler dışındaki tüm çiçekleri söktürmüş güzelim bahçede. Oluyor böyle şeyler. Ama bu benim konum dışında şu anda.

Aynı olanı sevip, isteyip farklı olandan kaçmak, aynı olana yakın durup, farklıyı uzakta tutmak bu sefer takıldığım şey.

O korunaklı alan ile tamamen aykırı ortam arası çok uzak diye düşünülür hep. Zaten korunmanın sınırı olmamasının sebebi de o uzaklığın hiçbir zaman tam olarak bilinememesi, hep daha da büyütülmek istenmesidir. İnsan kendi içine göçtüğünün farkında değildir bu korunma refleksini abarttıkça. Herşeyden her yönde uzaklaşmanın kendisini, kendi şişirdiği küresel balonun tam ortasındaki nokta haline getirdiğinin, hem zaten hayatın öklid geometrisine uygun işlemediğinin farkında değildir işte insan. O korunaklı bölgedeki noktalar, yani güvendeki insancıklar aynı tiplerin birbirini ittiğinin, birarada kalabilmek için insan algısının çok ötesinde çekirdek enerjilerine ihtiyaç olduğunun, bu enerjinin stres, prozac, aldatma, tatminsizlik, doyumsuzluk, obezite, alerji ve bunlar gibi bilumum çağdaş arızalar olarak götlerinden çıkmaya çalışırken bağırsaklarının son kısımlarını dışarı sarkıttıklarının farkına varamazlar.

Ama işte hiç zor değildir. Korkulacak da birşey yoktur. Tek bir adımda sınır oradan kalkıverir. Tek bir adımla başlar uzaklığın eritilmesi. Bir tek adım başlatır süreci. O tek adım farklılıkları da ortadan kaldırır. Ayrı değil de aynı olunduğunun görülebilmesi için, dövmeli ya da piercinglinin de sabah uyanmak için kahve, akşam ısınmak için çay içebildiğinin farkedilmesi için, Türkçe bilmeyenin de simitle ayranın güzel gittiğini tecrübe edebileceğine inanmak için, çöpte teneke toplayanın da parmağı kesilince canının yandığını, Avustralya'ya güzel sanatlar okumaya giden ve geceleri de marka güneş gözlüklerini çıkarmadan gezen ve önceden işçilerin kullandığı özelliksiz düz renk naylon bota moda olduktan sonra yüzlerce dolar veren balyajlı kızın da dedesi öldüğünde ağladığını, içinin acıdığını bilmek için o bir tek adım yeter. Ya içinde ya da dışında olmak gibi bir zorunluluk yoktur. Bir adımla ayağın biri içeride, biri de dışarıda olabilir.
Aslında herkes bir adımlık mesafede, uzanınca tutunuverecek ya da tutuverecek uzaklıktadır.
Hayır; uzaklıkta değildir, yakınlıktadır.
Evet, o kadar yakındır işte.
Uzanana.

4 Şubat 2009 Çarşamba

Kulaktan klavyeye Dem Bu Dem 04022009

Sözler sınıfı genelde Kulaktan klavyeye serisinden oluşuyor. Hatırlatmak gerekirse eğer, televizyonda, radyoda ya da bilgisayarda dinlediğim şeyleri o anda anladığım kadarıyla yazıverince ortaya çıkıyor. Çoğunlukla yarım, bozuk, yanlış anlaşılmış olabiliyor. Ama bu tür yazıları da böyle seviyorum. Yine Dem bu dem programına denkgeldim Trt4'te. Oradan iki parçamız var bu yazıda. Darmadağınık.


Oy yol üstüne ?desdere goymuş
oy gelin vurmayın
ke delikten mi aldın a gız
sen bu sürmeyi
sürmeyi gideyi

Sarı zeybek eşelere yaslanır aman yaslanır
hele yaslanır
deli oğlan alacakta uslanır aman uslanır
efem uslanır

çam oluktan soğuk sular içilir
??yaz gelince pos balı mara göçülür??
göz... ..
??dertlilere derman derman baş da bağlılar??

?Cemileler yalnız gezer dağlarda aman dağlarda
hele dağlarda
üzüm galdı mor sümbüllü bağlarda aman bağlarda
yeşil bağlarda

********

demirciler aman demir döyer ...
sevip sevip ayrılması fidan boylum güç olur
haydinni çatal çatal ?özger var
benim yarimde halka gibi gözler var

inme de ... inme
böyle susuz çöllere
ben gidersem aman sen kalıyorsun fidan boylum ellere
haydinni al işlikte mor düğme
cavurun kızı yine geldin göynüme