12 Haziran 2010 Cumartesi

Genç Arif(Akif)

Kulaktan klavyeye diye bilin siz bu yazının sınıfını:

Hüseynik'ten Çıktım Yola

Hüseynik'ten çıktım şeher yoluna
Can ağrısı tesir etti koluma
Yaradanım merhamet et kuluna

Yazık oldu yazık şu genç ömrüme
Bilmem şu feleğin bana cevri ne

Telgırafın direkleri sayılmaz
Ati Hanım baygın düşmüş ayılmaz
Böyle canlar teneşire koyulmaz

Yazık oldu yazık şu genç ömrüme
Bilmem şu feleğin bana cevri ne

Lütfü gelsin telgırafın başına
Bir tel çeksin Musul'da gardaşıma
Bu gençlikte neler geldi başıma

Yazık oldu yazık şu genç ömrüme
Bilmem şu feleğin bana cevri ne

Muzaffer Ertürk, Adile Kurt Karatepe, Gülay, Ahmet Kaya, Yavuz Bingöl ve Erkan Oğur-İsmail Hakkı Demircioğlu-Erdal Erzincan üçlüsünden dinledim. Hepsi güzeldi.

Farklı yorumlar var:
Hüseynik'ten çıktım yola-Telgrafçı Akif
Arif-Akif,
Ati-Atik,
Can ağrısı tesir etti koluma-Kol ağrısı tesir etti canıma-Can ağrısı tesir etti canıma
Lütfü-Lütfi

Özel Haber ve hatta Son Dakika

Bugün bir devrin battığı gündür blogcuğum. Vallaha bak, anlatayım:

Nisan 2008'de askere gittim. Ekim 2008'de de bitirdim ya, o sürecin başını kısaca anlatmıştım, hatırlarsın.
İşte o süreçte Mart 2008 sayısını okuyamamıştım Atlas dergisinin. Hatta Nisan 2008 sayısı da gelmiş ve paketinde kalmıştı. Askerliğim süresince her ay çıkan sayıları ise babam benim için almış, biriktirmiş ve -tahminen- emanet diyerek, açmamıştı bile. Sonra askerden geldim, birikenleri aldım ve memleketten tekrar Ankara'ya döndüm. Gökhan'larda kaldım -sanırım- en az iki ay. Niye derseniz ev tutacak param ve çalışacak bir işim yoktu o zaman. Ben daha askerde iken Feyza'nın bağlantıları kurduğu iş seçeneklerinden birini seçtim, bir ay sonra çalışmaya başladım. İşe başlamam maaş gününü geçirdikten sonra olduğu için bir ay eksi bir hafta kadar daha çulsuz gezdim. Maaşı aldım, eve çıktım. Deneme süresi sonunda beni işten atarlar mı acaba diye düşüne düşüne*, daha ilk maaşı almadan onun hesabı ile tuttum evi falan. Ne diye başladın, ne anlatıyorsun diyorsan, bilmem derim. Döne döne aynı üç kazağı giydiğimi hatırlamam bana tebessüm ettirmiyor hala, rahatsız ediyor, belki ondandır diyebilirim. Ama bağlayacağım, merak etme. Hal böyle iken açıp açıp kapattım biriken dergilerin kapaklarını. Ay döndükçe de aldım ha, atlamadım. Sonra iş, daha senesinin ortasında iken tekrar ev değiştirme gereği, bitmeyen ve artık bitmeyecek olan yüksek lisans, kişisel sorunlar derken alınmış olan ve okunmamış olarak bekleyen Atlas dergisi sayısı arttı. Hatta bir ara birbuçuk sene geriye kadar düştüm sanırım.

İşte haber de tam bu noktada ürüyor. Bugün, biraz önce Haziran 2010 sayısını da okumayı bitirdim, koydum kitaplığa. Bitti, yazı bu kadar.

Yok değilmiş, birşeyler daha yazmak istiyorum:
Ben buyum işte, yenildim, kabul ediyorum. Herşeyi geciktiriyorum. Ve bu yenilgi var ya, hiçbir şey değiştirmeyecek, buradan bunu da ilan ediyorum.
Adım Çağlar ya, adımı da dolduramıyorum. İsteyen bana bundan sonra Çağlayamaz diyebilir, izin veriyorum.

* Şu anda bile, bu da hala komik gelemiyor.

Not: Bilmeyen için dergi okumamın tanımını yapmak istiyorum. Bazen reklamları da dahil ederek, her zaman dergideki büyük küçük her makaleyi, notu, resim altını okurum. Anca o zaman biter dergi benim için.

4 Haziran 2010 Cuma

Kadınlar

Katranı kaynatsan, olur mu şeker ...
ya da
Huyum kurusun ...


Helin: Sen gidene kadar bana soru soracaksın.
Çağlar: Nasıl? Siz gidene kadar soru mu soracağım.
Helin: Haayır, sen... gidene kadar.
Çağlar: Neden hep ben soruyorum. Biraz da sen sorsana.
Helin: Cıks. Sen soracaksın.
Çağlar: ...
Çağlar: Neden hep sizin istediğiniz oluyor. Hiç benim istediğim yapılmıyor.
Helin: Iıhh... bilmem.


Taa eski blogda sözünü etmiştim bu konunun ama tabii sonra maçamız tutmamıştı, yazamamıştım. Çağlar'ın kadınlarla ilişkileri diye. Zor iş birader. Hem yazılamıyor hem de zaten anlaşılmıyor kadınlar ki bir de yazılsınlar. Ama işte bırakmıyorlar yukarıda gördüğünüz üzere.

Bir kadınla daha ilk karşılaşmamda alenen flörtleşmem pek olmuş şey değildir, o nedenle konu oldu Helin.
Ortak bir tanıdığımız aracılığı ile konuşma başladı:

Ç: Merhaba Helin hanım. Kaç yaşındasınız acaba, çok merak ettim.
H: Dört. Ama neredeyse beş olacağım 21 Haziran'da.
Ç: Aa. Çok sevindim. Şimdiden kutlarım doğumgününüzü.
...
Ç: Okulunuz tam gün mü acaba.
H: Evet.
...
Ç: Kollarınızdaki şeyler ne kadar güzelmiş. Kim yaptı, kendiniz mi çizdiniz.
H: Bunu Bahar öğretmenim yaptı, bunu da başka öğretmenim.
Ç: Kreşteki en güzel öğretmeniniz kim.
H: Iıımmm. Bahar öğretmenim.
Ç: Hımm. Kaç yaşında acaba Bahar hanım.
H: 23.
Ç: Hımm.
H: Evli, bir çocuğu var. Çocuğunu kreşe getiriyor.
Ç: Anlaşıldı o zaman. Pekiii, en sevdiğiniz öğretmeniniz kim.
H: .. ... Bahar öğretmenim...
Ç: Hehe, anlaşılan o ki, güzel eşittir sevilen.
...

En başa aldığım konuşma normalde ilk konuştuklarımız değildi. Ama bu alttaki son konuşmamız oldu:

Ç: Bak, babanlar kalkıyor.
H: Evet.
Ç: Hani ben gidene kadar buradaydın. Bırakıp gidiyor musun beni.
H: İhih.