25 Mart 2010 Perşembe

cat altin_tas.txt

Altın tas içinde gınam ezilir annem ezilir
Gümüş de tarak üstüne zülüfüm düzülür annem düzülür x2
Ben gidiyom annem düzen bozulur annem bozulur
Ah etmesin annem kızlar böyl'olur annem böyl'olur
El evine giden kızlar kül olur annem kül olur
Annem benim sandığımı açmasın annem açmasın
Çuha da şalvarıma uçkur takmasın annem takmasın x2
Kızım gelir diye yollara bakmasın annem bakmasın
Ah etmesin annem kızlar böyl'olur annem böyl'olur
El evine giden kızlar kül olur annem kül olur

24 Mart 2010 Çarşamba

Yol nedir

"...bir evin kapı önüne gelmişim yine, kapıda genç bir çocuk, tombulca bir kızı evine bırakıyor besbelli, ama sıradan iyi geceler konuşmasına benzemiyor pek, çocuk sanırım izafıyet teorisinin yoga üzerine yan etkilerinden bahsediyor, kız da nezaketen dinliyor, bitse de uyusam diye. bu çocuğun yolu yol değil bir akıl veren olur elbet..."

Yukarıdaki kurmaca satırlar bir arkadaş tarafından yazıldığında tarih geçen sene 4 Kasım idi. Metnin tamamında birçok arkadaşımız betimlenirken bu alıntıladığım kısım kuvvetle muhtemel benimle ilgili idi. Kurmaca dedim bakın, tombul kız falan yok ortada, ama önemli olan ve bana dokunan kısım "yolun yol olmaması" kısmı idi.

O gün biraz düşündüm, yol nedir, neresi eğri neresi doğrudur diye. Varamadım herhangi bir yere tabii ki. Ama bir deney yapmaya karar verdim. Değişim deneyi. Yolum yol değilse yolu değiştirmeli idim galiba. Deney küfür etmemek idi. O günden beri küfür etmemeye çalışıyorum. Kendimi ne kadar kötü söz vasıtası ile ifade ediyormuşum, görmeye çalıştım. Oluyor da hani, sinirlenince köpürmek yerine yutuyorum, etmiyorum kötü söz. Arada sırada ufak ufak kaçtığı kesin ama çok düzeldi bence. Ama farkettim ki birşeyleri değiştirmek için aktif enerji harcamak, sürekli kafanın o konunun üzerinde durması hem zor hem de o kadar verimli değil. Güzeli konuyu unutmak, ama aynı zamanda içselleştirmek, normalleştirmek, olağanlaştırmak. En iyi öyle oluyor. Maya o zaman tutuyor. Sanırım şimdilik ekşiyen bir şey yok.

Ama en sonunda da, insan değişimden sıkılınca kalesine, kendi içine dönmeli galiba. Ben biraz evdeyim, dinleneceğim. Beklemem.

21 Mart 2010 Pazar

Bir şehir, iki gün, yetmiş kilometre

Sanırım biraz yazsam iyi olacak.

Geçen haftasonunu birkaç saat erken başlatarak memleketin en turistik şehri İstanbul'a tekrar bir yerli turist edası ile gittim. Amacım değişiklik ve arkadaşları görmek idi. Sonucum da değişiklik ve arkadaşları görmek şeklinde oluştu.

Cuma akşamı otobüs marifeti ile gittim, pazar gecesi de tren marifeti ile döndüm. Şehir içinde 72 kilometre mesafe katettim. Bunun 32 kilometresini yürüyerek becermişim. Gerisi otobüs, taksi, tramvay, vapur. Eski bir arkadaşımda kaldım. Eski kavramına şaşırdım yine. Uzun uzun notlar tuttum, hatta not tutmak için gereken kalemi almak için karşıya, Kadıköy'e geçtim. Zaten Birinci Dünya Savaşını da o balkan arkadaş çıkarmıştı. Notları buraya aktaracak olsam, çok. Sayfalarca. Doğrudan onları aktarmak istemiyor canım, tadı ve canı olmuyor öyle. O notlar başka, bu notlar başka. Bunlar onlardan esinleniyor falan. Aslında şimdi bunun da neden olduğunu düşündüm, ben üzerinden geçmeyi, yeniden düzenlemeyi, tekrar tekrar tüketmeyi sevmiyorum. Zaten(2) Esaretin Bedeli'ni de kaç kere izledim ki. Aslında başka neyi farkettim şu anda biliyor musunuz, bölünmeyi de sevmiyorum ben. Kafamdakiler dağılıyor. Ufak ipuçları, notlar alarak da yazamıyorum, o bile konuyu birden çok kez ziyaret demek oluyor benim için. Ama aynı zamanda "lütfen izin ver de yapacağım işi yapayım" diye izin isteyemiyorum da. Dur bakalım nasıl olacak.

Önemli noktalarını saymak gerek ama bu haftasonu çalışmasının. Bebek sahildeki kahvaltıcılardan Beşiktaş'a kadar yürüdük mesela. Normal havada ve normal zamanında (sıcakken) yapılası ve yapılan birşey olsa da çok erken yapınca üşünüyor. Bir de benim pratiğimde olmadığı için sevdim. Hangi şekilde seyahat edersem edeyim Opet şartlanmasının da işlediğini tecrübe ettim bu yürüyüş ile. Opet şartlanması nedir diyenler için, Opet gördüğün yerde girip işemek diye açıklayalım.

Dolmabahçe sarayını bir de rehberli gezdim, uzun sürüyormuş ama değermiş. Aklında ne kaldı, ne düşündün derseniz, yataklar küçükmüş, bana öyle geldi. Bir de Harem, ama kadın nüfusun gündelik hayatını yaşadığı Harem-i Hümayun tarafı, çok tekdüze idi. Hayatını geçirmek için çok kapalı, kendini tekrar eder, boğucu olduğunu duyumsadım. Hacimden bahsetmiyorum aslında, zira hacim var. Ama değişim yok, hareket yok. Haremden de bahsetmeyi bıraktım, farketmişsinizdir. Hayattan bahsediyorum. Hem de tüm haftasonunu evden çıkmadan geçirebilen ve bundan keyif alan biri söylüyor bunu, görün işte ne kadar bunaldığımı oradan.

Saray'dan çıkışta bir de Beşiktaş'ın ortasına işedim. Üstüne -sanırım- bir İstanbul klasiği olan vapura koşma ritüeli yaşadım. Neden derseniz, işemek için umumi tuvalete girerken saat 17:13 idi. 17:15 Kadıköy vapuruna bindim, hem de jeton satın ama da var arada. Kendimce komik idi yaptığım.

Aslında Eminönü tarafına da uzandık yürüyerek, dönüşte Köprü üzerinde muhabbet Karaköy'deki, Türkiye'de başka şubesi bulunmayan Nadir Güllü'nün Güllüoğlu'suydu. Komik olan şu ki biz bunu konuşurken telefonum çaldı, arayan Ankara'dan bir büyüğümdü, nerede olduğumu öğrenince bana o anda konuşuyor olduğumuz Güllüoğlu'nu söyledi. Dedim, "şimdi konu konuşuyoruz, tamam" Ama hayat güzel biliyor musunuz, farketmek lazım. Şimdi bu aktardığım Güllüoğlu'nu okuyorum oradan buradan, yorumlayanlar, "el elden üstündür, Gaziantep İmam Çağdaş'da da yemek lazım" diyorlar. Şimdi oturup bunu konuşacak olsak bi milyon baklavacı yorumu gelir, demek istediğim o değil. Demek istediğim şu ki ben bu şubesiz baklavacıyı bilmiyorken, seneler önce, hatta ne yaptığımın farkında olmadan yemişim baklavayı Gaziantep'teki İmam Çağdaş'ta, hayat işte bu yüzden şaşırtıcı ve güzel.

Ha notlarıma bakıyorum, bir de şu var. İkiyüz küsur yaşındaki tünel'e finiküler dedim hem de bunu İstanbul'dan güzel bir İstanbulluya dedim ki, anında aldım ağzımın payını. Yerlisi, Kabataş'tan Taksim'e çıkanına diyormuş onu. Tekniğin adıdır, teknolojinin ismidir falan diye çevirmeye çalıştım ama ne mümkün, oturdum, yutkundum şarabımı.

Özetin özeti; yedim, içtim, dinledim, konuştum.

Döndüğümde ayak tabanlarım üç gün acıdı. Başka acıyan yerlerimin acısı ise hafiflemişti.