21 Haziran 2007 Perşembe

Ruh Kaşıklayan



Çok uzun süredir düzgün yemek yemiyorsun. Aslında açlık ya da tokluk hissini kaybedeli çok oldu. Kapalı sistem misali bir devridaim var ama o anda hangi durumda olduğun anlaşılamıyor. Elektron olsan istatistiksel olarak yerin de tespit edilebilirdi. Ama senin yörüngen bile yok, daha çok bir sarkaç gibisin, bir oraya bir buraya. Sınır değerlerin belli, daha ileri gitmekten korkan bir sarkaçsın. Zaten daha yükseğe itenleri de sen kovalıyorsun.
Annen de baban da abur cubur ile karın doymayacağını söylemişti sana. Dengeli beslenmelisin. Sebze ağırlıklı bir diyetin çok faydalı olacağı, hayatını yola koyacağı çok açık. Ama sebzenin de meşakkatli birşey olduğunu biliyor ve buna eriniyorsun. Pazardan alınacak, evde ayıklanacak, güzelce temizlenecek, iyi saklanacak, dolapta. Özen ve ilgi ister yani. Çok tembel oldun bu konuda. Hayatında vitamin -ya da yeşil renk diyelim- istiyorsan uyman gereken sosyal kurallar belli.
Ama sende ilginç bir atalet var. Fıstığın kabuğunu soymak, fındık kırmak çok daha basit geliyor. Emek veresin yok anlaşılan. O da doyuruyor ama geçici işte. Çerez tutmaz adamı. Hem kısa zamanda alınan haz dorukta da olsa tadı böyle çekici olan herşey zararlıdır. Düşünsene, çerez dediğimiz nerede ise herşey tohum. Tohum da yağ demek. Hem çok yersen midene oturur bunlar.
Neyse...
Bir gün kargodan göndericisi belirsiz bir paket geldi. Yok yok bomba falan değil, şeffaftı paket. Paketin içindeki şeyi de görüyorsun ama benzetemedin birşeye işte. Kargo paketi kendiliğinden açıldı ama içindeki şeyin kabuğu asıl içeridekini göstermemekte kararlı. Zaten kabuk ya da kaplama da pek rengini belli etmiyor.  İçindeki yenir mi acaba.
Tek elde tutulabiliyor gibi ama büyük. Aslında hakkı iki elinle birden sıkıca kavramak. Aylarca, kabuğunu soyup içine bakmaya çekineceksin. O halde iken "acaba yere atsam zıplar, geri gelir mi acaba" diye düşünmek neyin nesi kuzum. Yenecek birşey olduğu belli işte, neden oyuncak topmuş gibi davranırsın ki. Hem ya kırılırsa. Öyle kabuğunun üzerinden hissettiğin kadar yumuşaklık belki sadece yüzeyindedir, içinin dağılmayacağını ne biliyorsun.
Neyse...
Evet, ne kadar uzun süredir berabersiniz değil mi. Hala açmadın kabuğu. Kocaman bir bayram şekeri gibi iki yanından bağlı bir kabuğu yok. Sadece tek yerde fiyonk olmuş paket. Bu kadar süredir acaba bozulur mu, son kullanma tarihi var mıdır diye düşüne düşüne, varsa da geçirdin muhtemelen. İçinden çıkan bir işe yaramazsa çok yazık etmiş olacaksın. Madem o kadar kaygılanıyorsun, açsaydın ya ilk geldiği gün, akıllım. İşte hareket edememek sorunun bu senin. Kafanın içinde kurup duruyorsun ama elini uzatıp tutamıyorsun. Avucunun içinde iken bile kaybediyorsun.
Neyse...
Aa sehpanın üzerinde duruyorken, sen açsam mı acaba diye düşünürken kendi kendine açıldı kabuk. Gerçekten bozuldu da dökülmeye mi başladı acaba diye düşünürken gördün ki bir bozulma emaresi yok. Ama çıkan şey de daha önce yediğin hiçbirşeye benzemiyor. Ürkerek kokladın. çok hoş bir kokusu var ama daha önce kokladığın hiçbirşeye de benzemiyor bu koku. Pek ince ve kibar ama.
Dokundun.
Evet çok yumuşak ve bastırdıkça sertleşiyor. Çok ezmesene, iz kalacak. Elini çekince geri aynı şekli alabiliyor gibi ama koparırsan da parça kopacak gibi de. Hala anlayamadın.
Neyse...
Çok narin gibi görünmekle beraber bütünlüğü yerinde, belli. Ama yenebilecek birşey olduğuna dair inancın tam hala. Bir kere o kokuyu aldın sen. Hem niye illa ısırasın var ki, işte bu haliyle bile çok hoş. Daha ne istiyorsun. Ne doyumsuz birisin be.
Hala ürkekliğini atamadın aslında. Yine aylarca öyle kaldı sehpada. Bir gün aldın tek elinle, ısıracaksın, kararlısın. Ve düşürdün ısırayım derken, beceriksiz. Sana dedik di mi iki elinle tut diye. Yere düştü. Korkarak bakıyorsun yerde dağılacak mı diye.  Geri zıplayacağına hiç ihtimal bile vermiyorsun, yapısı belli. O kadar süre geçir birlikte ve şimdi de düşür, yapılacak iş mi bu ettiğin. Yere çarptı ve sanki bir an orada kalsa mı başka birşey yapsa mı kararsızlığı yaşıyormuş gibi düşündüğün sürecin sonunda inanılmaz bir şekilde geri zıpladı. Evet gözünü bile kırpmamıştın ama şimdi de faltaşı gibi açtın çünkü geri eline zıplamadı, sehpaya kondu. İnanılmaz. Şoktasın. koltuğa yığıldın kaldın. Nasıl düştüğü gibi geri gelmez de başka bir noktaya gider. Hala basit mekanik düşünüyor ve yere çarptığı noktada acaba birşey mi vardı da öyle oldu diye bakınıyorsun. Orada sadece bıraktığı iz var. Evet yıpranmış belli. Bir ıslaklık. Deli demeyecek olsalar gözyaşı olduğunu haykırabilirsin bu ıslaklığın.
Neyse...
Isırma sevdasını bırakmak gerektiği belli. Kaşık. Evet evet kaşık. Tamam yeni plan oluştu ama şimdi değil. Çok korktun. Bu kadar bekleştiniz, sakinlemek için biraz daha beklenebilir herhalde.
Neyse...
Yine günler geçti, hayatın basit döngüselliğinin seni bu konuya yeterince duyarsızlaştırdığı bir akşam tekrar karşına aldın onu. Ne ki bu, kesinlikle bulmalısın, bilmelisin. İçin içini yiyor, sen de onu yemelisin o zaman. Madem öyle işte böyle, kısasa kısas diyorsun yani içinden. Ama olmaz ki böyle. İşte başka bir yanlışın bu senin. Neyle didişiyorsun ki, hem niye didişiyorsun. Yaşam kavgadan ibaret değil. Sal gelsin, rahat bırak. Akacağı gibi aksın. Ama yok, huylu huyundan vazgeçmiyor anlaşılan. O kadar gün sonra bir tatlı kaşığı aldın. Evet o işlemeli ve küt burunlu olanı. Sehpanın üzerinde önüne çektin onu. Kaşık da elinde. Eskiden solaklıktan kalma alışkanlıkla sol elinde kaşık, sağ elinle onu sabit tutuyorsun. Sanki kaçacak, nereye kaçacaksa. Kaçınılmaza doğru ilerliyorsun, bunun bilincinde olmana rağmen yapıyor olmana kendin bile inanamıyorsun, hayretler içinde kıvranırken kaşığı kocaman kürenin en tepesine yakın bir yerden soldan usulca batırmaya başladın. Evet giriyor içine, iki santim kadar batırdın kaşığı, neden ilerliyorsun ki, çek işte geri. Ya da en azından kanırt, parça al. Neden devam ediyorsun.
Yeter artık, yazık.
Ne arıyorsun ki. Aha, yuvarlağın ortasına denkgeldiğini tahmin ettiğin biryerlerde sert çekirdeğe dokundun işte. Ah, için kıyıldı. Kaşığın bombesinden dolayı açılı girdin ve çekirdekimsi şeye dik değil açılı dokundun,  itmeyi bırakmadığın için de kaşık sürttü, sıyırdı çekirdeği. Metal kaşıktan elektrik çarpılmış gibi irkildin sıyırınca, için ezildi hem. Elini çekiverdin ama kaşık orada saplı kaldı. sağ elini de bırakınca sanki o öne doğru eğiliverdi. Gözün seni yanıltıyor mu acaba. Azıcık sönüverdiğine yemin edebilirsin. Rengi de soldu sanki. Hani tadına bakacaktın, ne oldu.
Çok kötüsün.



Not1: Başlığı attıktan sonra Gönülçelen(Catcher in the Rye) geldi aklıma. Ama alakası yok. Zaten aklıma sonradan geldi.
Not2: Ekindeki dalga ile beraber yazıldı. Biterken dalga azalmıştı.

17 yorum:

Çağlar dedi ki...

farmau 21/6/2007
?

Bir dakika bir nefes alayım hemşerim uzun zamandır kısa yazılarınaa alışmış bünyeye ağır geldi bir den ...

Betimlemelerin dünyasına dalmışsın sanki...

Bir de içimden gelince yazacağım demiştin ya nasıl birikmiş böyle valla bravo..

Bence satırların arasına gizlenmiş en can alıcı cümlelerden

"Sınır değerlerin belli, daha ileri gitmekten korkan bir sarkaçsın" dı

Bu arada çok doğru söylemişsin şurada da;

"Hayatında vitamin -ya da yeşil renk diyelim- istiyorsan uyman gereken sosyal kurallar belli."

:)

Çağlar dedi ki...

dolphinblue 22/6/2007
***

bu ne şimdi?!!!!!!!!!

Çağlar dedi ki...

atalet 22/6/2007
=)

işte böyle zamanların ilacı..
böyle.. bir nesnenin görüntü ya da kokunun çağırıştırdığı elektron fırtınası benzeri duygu ve sözcük fırtınalarının ilacı..
sözcüklerin bir araya gelişlerindeki büyülü akıcılığın ilacı..
böyle sarmallar gibi.. tam olarak ne dediğini anlamadığımız.. hatta bazen anlatılacak bişey yokken bile salt sözcüklerin oluşturduğu o alıp götütüşün ilacı..
çocuk..

ortama bi çocuk koy..
ne meyve.. ne sehpa.. ne o tuhaf ilişki.. ne sözcük dizisi oluşturma becerisi.. hiç bişey kalmıyor..
birinci hareket.. senden önce kabuğu paketi kutuyu açmak..
ikinci hareket.. sen elini dokundurup koklayıp incelemeye fırsat bulamadan .. ilk ısırık..
üçüncü hareket.. sen büyüyü hissetsen.. ya da felsefenin farkına varsan ve bunun tadını çıkarmaya niyetlensen de.. ilk lokmadan sonra.. ıyhhh iğğğğğğğğrenç deyip tükürme.. ya da beğenip tamamen bitirme..

ortama bi çocuk koy.. o yaşasın.. sen arkasını topla.. =D

Çağlar dedi ki...

yicemkelleyi 22/6/2007
ataletim doktrinim,katılmamak elde değil

efendim öncelikle yazıyı okurken türlü neden ve seferlerde görüşlerim yön değiştirdi,bu açıdan oldukça kafa kurcalayıcı,beyin fırtınası yaptırıcı vede abondone edici bir yazı olmuş,tebrik ederim.(türkçe meali,üç kuruşluk aklım vardı onu da aldın)
çağlar,gönlüne göre birini buldu fekat yaptığı rutin hataları tekrarlayarak kaybetti dedim,sonra yok çağlar çilenkli dondurmadan bahsediyor,hatta yazarkene yemiş bitirmiş diye fikir deniştirdim.

velhasıl atelete katılıyorum,ortama bir çocuk koy,endişe,savaş,şüphe hepsi kaybolsun.
naçizane,yinmiş kellenin görüşleridir,itibar edilmez ise belki alınmayabilir.

Çağlar dedi ki...

ipeksol 22/6/2007
düş

..

içinden tren geçen bir oda olsa bu kadar acaba çağların elinde tuttuğu şey ne diye şaşırmazdım..ben benzetemedim demem o ki sen daha üzerinde çalışıyorsun..

..

sanada vur dedik mi öldürüyorsun be çağlar

..

gönlünce

Çağlar dedi ki...

zuleyla 22/6/2007
***

Bazen böyle kendine bakan yazılar yazıyorsun... Severek okuduğumu söylemeliyim...
"Ruh Kaşıklayan" bir kaç okumanın ardından farklı bir noktaya götürdü beni... Paketin içindeki nesneye daha çok yoğunlaştığımı hissettim...
Orada sabit duran o şey bize bu ilişkiyi anlatsaydı nasıl anlatırdı? diye geçti aklımdan...
Acaba şöyle bir şey mi olurdu:

...
"........
Nerden ve nasıl buraya geldiğini, seni kimin gönderdiğini bilmiyordun.
Aylardır öylece duruyordun sehpanın üzerinde.
İlk geldiğinde yerini yadırgamıştın. Sonra alıştın.
Sonra, seni başparmağıyla işaret parmağının arasına alıp yukarı kaldıran, ışığa tutup sallayan, burnuna götürüp koklayan, gözlerini kısıp bakan, sık sık eliyle ne olduğunu anlamaya çalşıyormuş gibi bastırıp bırakan, kulağına götürüp dinleyen varlığa da alıştın.
Hatta tüm bunlar olup biterken duyduğun tedirginliğe bile alıştın.
O kadar alıştın ki sana garip gelen bu hareketleri anlamlandırmaya çalışmaktan, şimdi ne yapacak diye sormaktan vazgeçtin. Kabuğunun içinde önceye göre biraz daha rahattın...

Günlerdir bu döngünün içinde öylece duruyordun.

Bir gün yine iki parmağının arasına aldı seni... Ağzına doğru götürdü... Bu kez o kadar yaklaştırdı ki yutulup bilmediğin bir karanlıkta kaybolmaktan çok korktun...
Henüz korkunu yenmiştin ki hiç beklemediğin bir tepkiyle karşılaştın... Pat diye yere attı seni...
Halbuki en kötü ihtimalle yine sehpanın üzerine geri bırakılacağını umuyordun...

Çakıldığın yerde, hem, "çatladım mı, dağıldım mı" diye düşünüyor, hem de seni oraya atana bakıyordun...

Üstelik bulunduğun noktanın karanlığı, kaybolmaktan korktuğun karanlıktan fazlasıyla korkunçtu...

Ve çok garip olan bir şey vardı...
Seni oradan alsın diye seni oraya atan ele bakıyordun........."

Çağlar dedi ki...

sevenmonths 23/6/2007
ruhu kaşıklanan'dan bölüm iki...

...

(Züleyla'nın bıraktığı yerden...)

...

ama hayır, boşunaydı beklemen... içinden ılık birşeylerin aktığını hissettin o an... bir sıcaklık, tuhaf ve ürkütücü... kırılmıştın, seni yere atmasından daha fazla seni yerden almamasına...

zamanın iyice yavaşladığını hissettin, sanki bunları düşünmen, ders alman ve beklentilerini dizginlemeyi öğrenmen için fırsat vermişti Ruhların Sahibi sana...

bir anda kendini tekrar yükselirken buldun ve seni yere bırakan ele inat sehpanın üzerindeydin işte... "sana muhtaç değilim" der gibi bakıyordun artık ona... aklına bir cümle geldi: "Şüphesiz her güçlükle bir kolaylık; öyleyse sıkıntıdan kurtulduğun zaman sağlam dur"(*)

aradan günler geçti... "umrunda bile değilim artık" dediğin bir alaca akşam vakti, parıltısıyla gözleri kamaştıran tuhaf kavisli bir kılıçla geldi yanına... hala sehpanın üzerindeydin... belki de bu bir idam sehpasıydı artık senin için... henüz bu sorunun cevabını bilmiyordun ama öğrenmekten de korkuyordun...

titreyen ellerinin biriyle kılıcını biriyle seni tutuyordu... halbuki bıraksaydı da yine yanından ayrılmayacaktın ama bunu tatmamış birinin bunu anlamasını da beklemiyordun... esaretin, bağlılığın ve bağımlılığın bütün ağırlığını üzerinde hissettiğin o anda artık yolun sonuna geldiğini anladın ve olabilecek herşeyi kabullenmenin rahatlığıyla gülümsedin ona...

ve o tuhaf kılıcın keskin olmayan kavsini hissettin sol yanında... kalbinin en derin, en ıssız, en kapalı yerine çabucak ulaşması ve bu işkencenin son bulması (vuslat?) için dua ediyordun... ama hayır olmadı... ne ölmüş, ne olmuştun... arada kalmış olmaktan dolayı üzgün fakat "belki artık pişman olur da hakettiğim değeri verir" ümidinden dolayı da mutluydun... halbuki bilmiyordun; "ümit kötülüklerin en kötüsüdür, işkenceyi uzatır"(**)


(*) İnşirah / 6-7
(**) Nietzsche

Çağlar dedi ki...

xLethex 24/6/2007
bal kabağı

ben kendimi içi oyulmuş o halloween kabakları gibi hissediyorum çoğu kez.
ne alakası var dimi, bilmem ki.

Çağlar dedi ki...

uctemmuz 25/6/2007
***

Ben bu yazıyı ilk okuduğumda kendime bekleeeee dedim.
Şimdi tekrar okuyunca...çok sevdim...
kaşığı saplamak için beklemek iyi fikir galiba. Ben bunu çoğu zaman yapamam.
Çocuk gibi aaaaa yeni birşey deyip, dalarım içine...
Yok yok, beklemek iyi fikir...:)

Çağlar dedi ki...

pelinsworld 25/6/2007
selammmm

okumaya sonra geleceğim bu saatten sonra 2 kerede de anlamayabilirim :)

nasılsa sende haftalık yazmaya başlamışsın :P

iyi haftalar çağlar

*** çağlar köprünün ışıklandırma sistemini bana da anlatırmısın (firmanın ismini belitmeyelim :P ) hani nasıl bir bilg. sistemidir kontrolüdür vs.
ne alaka oldu ama oldu yinede :)

Çağlar dedi ki...

sarkuteri 26/6/2007
YEC' den

Çağlar, yine insanları üzmüşsün sen burada. Bak kafalarda soru işaretleri oluşmuş boy boy. Yazıyı anlamak üzere epey bi glikoz yakılmış, dumanı taa buralardan hissetmek mümkün.

Dur bakalım, biz de ateşe verip bir demet ATP yi, düşüneyazalım.

İlk iki, üç paragrafa bakarsak herşey normal. Sağlıksız, abur cubur beslenmenin zararları ve sebze ile beslenmenin yararlarından bahsederken birden bire pakete geçiyor.

Şimdi bu paketin somut birşey olmadığı açık. Sanırım çağlar bu yazıda "amelsizliği ve iştahı" anlatmak için bu metaforu (yavrum benim yine geldi kelimem) kullanıyor. Dikkat edilirse tuhaf nesneye karşı hep, tad alma duygusunu tatmin için saldırma girişimleri sözkonusu... Isırma, yarma, kaşıklama vb...

Bu tanımsız paket Çağlar' ın önünde ve iştahını kabartan herhangi birşey ya da tüm şeylerin toplamı olabilir. Yemek ve yememek mücadelesi, kısa ve zarar veren hazzı yenmek mücadelesi.

Ayrıca yazıda derinden "lezzet" kavramına da gönderme var bence. Lezzet renkte midir, koku da mıdır, dokunuşun yumuşaklığında ve sertliğinde mi, sululuğunda mı, aromasında mı, etinde mi, tazeliğinde mi? Ya da lezzet kendi algı sistemimiz içindeki yanılsamalardan biri mi? Çünkü en beklenmedik anda gördüğünüz gibi yok olabiliyor. (Bknz: yazının sonu)

Evet, Çağlarbilir kamuoyu senden aydınlatma bekliyor. Niye yazdın bu yazıyı, hesap ver :)

Çağlar dedi ki...

likelife 26/6/2007
...

o diil de ben kitaba takıldım..
2 kere okumuştum gönülçelen' i..
du bi akşam yine bi göz atayım..
altını çizdiğim yerler filan var..

kesin kötü olacağım ama..

Çağlar dedi ki...

mirzabey 27/6/2007
detay

detaycı tutumun dikkat çekici. eşyayı ifade edersen en dibe girmek, oylumlamak bunları, eylemleri inceden inceye tarif etmek bana sait faik'i hatırlattı. dikkatli kotarılıp da ele alınan şeylerin matah şeyler değilmiş dercesine ince bir hiciv ve edebi bir hava da yok değil sanki yazında. selamlar.

Çağlar dedi ki...

TheLostHighway 27/6/2007
Mirzabey efendi! Mirzabey efendi! Akıllı olur musun? :)))))))))

ya baba (mirzabey yani), "dikkatli kotarılıp da ele alınan şeylerin matah şeyler değilmiş dercesine ince bir hiciv ve edebi bir hava da yok değil sanki yazında." demişsin. bu cümleyi en az 10 kez okudum. inan bir şey anlamadım. devrik bir cümle. cümlenin devrildiği yer, senin anlatmak isteyip de anlatamadığın şeyin tam da başladığı yer.

Çağlar dedi ki...

pudratozu 27/6/2007
ruh

Ey ruh dedi kadın, geldiysen iki kere masayı tıklat,
tam o sırada masadaki kaşık aşka geldi,
kendi kendine havada acayip hareketler yapmaya başladı,
şaşkın şaşkın izlerken ben,
küt diye kafama indi.
_öyle garip bakma, ruh kaşıklıyorum ,dedi.
günlerdir beklediğim ruhu o yemişti:((

Çağlar dedi ki...

birdebenvarim 27/6/2007
...

caglar her kımsen...
kalemın cok guclu
kalemın gucu ınsanı yuceltır...

Çağlar dedi ki...

caglarbilir 29/6/2007
sessizlik ardından yorum toparlama; buyrun

Ön Bilgilendirme:
Anne ve babam bende misafirler. Doğal olarak size ve bloa değil, onlara zaman ayırmaktayım, kusuruma bakmayınız.

* Farmau:
Zorunlulukla, ödev niyetine ve benzeri sebeplerle yazı yazmadım, yazarsam da biliyorsunuz hep kötü oldu. (genellikle) Hatta öyle emrivakiler olursa inat bile ettim, gıcıklık yaptım. Bunu da siz(hepiniz) çektiniz.
Ayrıca gerçekten içimden geldiğinde yazıyorum. Zaten başına oturup yazıyorum genelde bir kerede, bunu daha önce de söylemiştim biryerlerde. Yani ön hazırlıklı, önceden kurgulu olmuyor yazılar. Pat küt yani... Bu yazıyı mesela bir gün içinde iki zaman diliminde(sabah ve öğle arası) yazıp çıktım. Altım da kuru kaldı.
Demem o ki bazen çıkıveriyor, bazen kilitlenip kalıyor. Öyle birşeyler beni dolduruyor da yazıyor değilim. Bir kıymık batması yeter zaten benim kan kaybından ölmem için. Kilitlenip kalmaksa size yazısız, sessiz blog olarak dönüyor, kusura bakmayın.

* Dolfin:
Ne ne, neyi sordun, anlamadım. Kaşıkladığım şey ne diye soruyorsan doğal olarak bir benzetme, bir metafor mu desek.. Gerçek birşey değil, bir yansıma o.
Yok eğer ne biçim yazı bu diye bir nida ile karşı karşıya isem, cevabım basit, "üzgünüm leyla, bizde böyle"

* Atalet:
Çocuk? çocuk yap diyorsan tesis var da, personel yok diyeyim.. Ama boşver onu, ben daha çocuğum, başkasına ne gerek.

* Kelle:
Akıl alırım, satarım ama pek bir faydasını göremedim. Herkes aklını pazara çıkarmış, yine herkes kendisininkini alıp gelmiş.
Valla yorumlarına töhmet altında kalmamak için onay ya da red cevabı vermeyi reddediyorum diyeyim :)

* İpek:
Valla öyle olmuş di mi. Nabalım içimizdeki üretim tamamen özerk, biz karışamıyoruz. Çıkana ben de şaşırmadım desem yalan olur.

* Zuleyla:
Hikayenin diğer oyuncu gözünden bakış açısına cevap vermemeyi başarsam büyüdüğümü görürdüm, ama ben o kadar da karınsızım, konuşacağım:
- Benim yazıda bir oyun varsa da kesinlikle herhangi bir oyuncak yoktur.
- Ana yazıdaki bakan gözün ürkekliğini yeterince açamamışız, onu gördüm.
- Ana yazı, nesneyi evin tek sehpasında tuttu, öyle bitirdi hikayeyi.

* Sevın:
Dizi yazı gibi oluyor ama buna da cevap...
Kaçak oynayayım bu cevapta, niçeyi bilemiyorum birader... Pek tutmuyorum o adamı :)

* Letişya:
Bir mimik var onların suratlarına yine de

* Uctemmuz:
Kimseye herhangi bir öneride bulunamıyor yazı. Zaman, zamanlama, zamanını kollama gibi kavramlar çok çok zor yönetilen kavramlar. Bende yok, onu biliyorum mesela.

* Pelin:
Valla ışıklandırmaya dair ayrıntılı bir bilgim yoktur, o vakit sadece mesleki bilgim kadarıyla yorum yapmıştım şöyle yapmışlardır herhal diye... Anlatan nası aktardı sana bilmiyorum ama bildiğimden fazlasını konuşuyormuş gibi görülmek istemem :)

* Yec:
Ya valla harbi anlamsız bir yazı oldu di mi bu. Gereksiz ağır falan... Öf.
Ama yorumların, tahminlerin ne hoş. Güzel olunuyorsun. Ve tahmin edersin ki kendimi açık edecek bir seçimim olmayacak :)
İçimden çıktı yazdım. Kaynak... cem yılmaz gibi kıçım demek isterdim ama emin olun çok daha içerlerden çıktı yazı.

* Likelife:
Yalan konuşmuş olmayayım, kitabı bilmem, Meg Ryan ın erkek olanı... neydi, hah Mel Gibson.. onun bi filmi vardı.. neydi... hani Uzun bacaklı hatunla oynadığı.. neydi hatunun adı.. Julia Roberts... hangi filmdi o... Psikolojik sorunlu bir taksi şöförünü oynuyodu mel... neydi.. Komplo Teorisi.. Conspiracy Theory olabilir mi ismi.. O karakter evine, ne zaman görse almadan edemediği bu kitaptan dolduruyordu. Ben oradan biliyorum sadece. Kült bir kitap olduğuna eminim.

* Mirzabey:
Haddim olmayarak yorumu anlamaya çalıştım...
İnce tarifli detaycılık irdelenmiş.
çok dikkat edilen ama dikkat edildiği etrafa farkettirilmeyen nesnelere hicivli ve edebi bir hava ile yaklaştığımız belirtilmiş.
Teşekkür ederim.

* Tlhw:
Acep ben anlamış olabilir miyim üst yorumu :)

* Pudratozu:
Kaşık kendi kendine yemiş.. İlginç. Ben valla bişi yapmadım hakim bey.. gibi. Hoşgeldin.

* Birdebenvarım:
Çağlar'ım ben. Yanda kendimi anlatmaya çalıştığım yazılar da var... Hoşgeldin. İltifat için teşekkürler.