27 Aralık 2007 Perşembe

Anlayana


insanı insandan ayırıyorlar
o sizden bu bizden kayırıyorlar
dört kitap ne diyor anlamıyorlar
ortalık karıştı düzen bozuldu

yetiş ya muhammed yetiş ya ali

yolumuz düştü hacı bektaşa
kaderde olan gelirmiş başa
can düşman olmuş kardaş kardaşa
yetiş ya muhammed yetiş ya ali

anaya babaya saygı kalmamış
insanlık elinden nasib almamış
herşeyi var ama gözü doymamış
biçare insanlar nefsine uymuş

yetiş ya muhammed yetiş ya ali

yolumuz düştü hacı bektaşa
kaderde olan gelirmiş başa
can düşman olmuş kardaş kardaşa
yetiş ya muhammed yetiş ya ali

öyle bir dünya ki kıran kırana
düşenin sırtından vuran vurana
akşolsun gerçekten bir dost bulana
insanlık yaralı can pazarında

yetiş ya muhammed yetiş ya ali

yolumuz düştü hacı bektaşa
kaderde olan gelirmiş başa
can düşman olmuş kardaş kardaşa
yetiş ya muhammed yetiş ya ali

Not: Trt1


Mızıkçı


Bayram tatilinde baba evine otobüsle gittim. Genelde gece katettiğim yolu bu sefer -uygun bilet bulamadığım için- gün içinde harcamak durumunda kaldım. Hava açık, yol aydınlık, uyku da kayıp olduğu için ve dahi merak da tavanda olduğu için az biraz etrafımla ilgileneyim, belki bloa yazı yakalayacak yem bulurum dedim. Çok geçmedi; görüleceği görmez, görülmezi keser pörtlek göz gördü, duyulacağı duymaz, duyulmayacağı armoniklerine ayırır kepçe kulak duydu. Buyrun:

Şehirlerarası otobüslerin ön camları yekparedir. Şöför de biz de aynı camın arkasından gittiğimiz yöne bakarız. Ben de baktım. Ama yönümü değil de kocaman bir kamyonun yine kendi sikletindeki kasasını gördüm. Şöför arkadaşımız tahminen onu da değil, anca -belki- kamyonun plakasını görebileceği bir açıda ve dahi kamyona yaklaşık bir metre mesafede takip eder halde idi. O halden sollamaya çıktı, uzadı uzadı.. sol (yani karşı, yani aslında gelen araçların kullandığı) şeridinde bir süre kamyonu ve önündeki konvoyu solladı. Birkaç ilerisinde kendisinden önce sollamaya başlamış başka bir kamyon vardı. Sevgili şöförümüz kendi sollama sürecini kesintiye uğratıyor olduğu için sanırım yaklaşık on hertz sıklıkta sellektör yaparak ilgili kamyonun kenara çekilmesi talebini kibarca iletti. Tabii otobüste kimse uyumuyor, izleyici artık sadece ben değil, çoğunluk oluyor o anda. Otobüsten uğultular yükseldi:
"Çekilse ya"
"Cık cık cık"
"Ne biçim kamyoncular var"
"Kim ehliyet veriyor bunlara"

Şimdi efendim, o bizim şöförün yaptığı çok yakın mesafeden sola geçişe "tampondan örümcek ağı temizlemek" sıfatı veriliyor olduğunu bilecek kadar racon ve şu mizansendeki hataları düzgünce sayabilecek kadar trafik bilir birisiyim. Görüyorum ki bizim adam kel tepesinden yumurta topuk paçalarına kadar hatalı. E hal böyle iken nedir bu benim yol arkadaşlarımdaki kraldan çok kralcılık vaziyeti. Mal mısınız birader. Hadi malsınız diyelim, mal mal otlasanıza kenarda, ne karışıyorsunuz. Mal bile mallığını biliyor di mi. Yani neden hep sen, seninkiler, senin yanındakiler, seninle birlikte olanlar, senin işine yarayanlar doğru ve en doğru ve hep doğru ve sabi sübyan, sütten çıkmış ak kaşık ve ayın ondördü de, karşıdaki -her kim ise- hep kötü.
Ulan yok mu herkesin götü.
Sen gökten Burak'ın sırtında mı indin, keyif için buralarda geziyosun da hem doğru ve hem doğruyu görensin. Hiç mi dönüp kendine bakmazsın.
Biz neden böyleyiz, neden hemen yansıtırız. Aslında yansıyan apaçık kendi hatamızken, "o yaptı" diye parmağımızı utanmazca karşımızdakine doğrulturuz.

Tamam, bizim gibiler gıcıktır, mükemmeliyetçidir, hep yanlışı görür, tatmin olmaz, kronik sinirlidir, güzeli taltif etmez, normal karşılar da, kötüyü hep gösterip doğrulsun ister. Ama tamam bu kadar olun demiyorum da biraz da teraziniz doğru tartsın be birader. Ben buradan memleketin tüm ahvalinin iskeletini bulurum da, sinirlendim yine.
Öf.
Yazmıycam işte, ne haliniz varsa görün.

Not: Şaka len okuyucu, seviyom seni. Gel gitme, yorum yap. Korkma ;)


24 Aralık 2007 Pazartesi

Malum soru

Bilmem okuyunca ne dersiniz. Belki çoğunuz zaten farkındasınız. Belki
de bazılarınız zaten önemsiz görüp, "A benim alık oğlum..." dersiniz,
"Ya ne sandındı." Ama siz her ne derseniz deyiniz, bana benim
meşrebimce birşeyler malum olmuştur, bakalım kelimelere dökebilecek
miyim.



Elimizde birkaç malzeme var ve bir de sorumuz: "Ne olacağım". Malzemeler aklımız, gönlümüz ve belki birikimlerimiz.



Kişi(bu ben oluyorum) ne olacağım sorusunun içinde kaybolup duruyor.
Kaybolmasının sebebi fikirlerini ve duygularını bol biriktirmiş
olmasından kaynaklı, çok dolanması. Yani biriktirdiğimiz herşeyi ne
olacağım sorusuna cevap verebilmek için kullanıyoruz.
Biriktirdiklerimizden ne olacağımızı ayıklamaya çalışıyoruz. Yanlış bu.




Doğrusu ve kolayı şu ki; Ne olacağım sorusuna bir cevap buluvermek ve o
biriktirdiklerimizi bulduğumuz cevaba ulaşmak için araç olarak
kullanabilmek olmalı. "Hadi oradan, asıl dert o soruya cevap vermek ya
işte, dolanmışsın çalının kenarından" dediğinizi duyar gibiyim. Ben bu kadarını bulabildim işte. Ama belki bir ipucu, cevap birazcık
büyük ve de cesur olabilmeli. Uzatasım yok, siz anladınız umarım.



14 Aralık 2007 Cuma

Çok kötü yazı ya da Kestane kavurma ya da Nispet yapar gibi

İşte, kötülüğü ile vaadedilen yazımız pişti, yayında. Çok uzatmayacağım;
Kestaneleri ruhundaki siniri yansıtacak şekilde, ya da fantezilerine göre ÇİZ,
Sıcak suda beklet biraz.
Islak ıslak teflon tavaya koy, az sula. Yak altını, kavur.
Takıl işte. Salona falan git. Üstünü değiştir, yap işste bişeyler.
Gel tavanın yanına. Al, dinlendir, soğut. Ye.




Eh, nispet kime, bellidir herhalde :)

13 Aralık 2007 Perşembe

Aynı serinin üçüncü yazısı ya da Tespih taneleri gibi lambalar




Saat 0439. Otuzdokuz dakika kadar önce kalkmışım. Nedenini bilmem. Bolu dağı tünellerimin soldakisi daha kısa biraz. Nefesyol böyle iken ara yollarda da tıkanıklık ve asfalt kaplamada kistleşme olduğunu tahmin edersiniz. Ondandır herhalde. Neyse, kalktık ya, o önemli.

Benim kaldığım evin konumu ve yapısı gereği eski bir çinko damlı gecekondu yağmur efekti yakaladım yine. (Gecekonduda kalmadım hiç, atıyorum. Hem ayrıca bu demin okuduğun "hayvanlama isim-sıfat tamlaması, ortaya karışık" idi)

Geceli veya yağmurlu önceki iki yazı bu ve şu idi. (Önceki bu, sonraki şu) Ama bu sefer o kadar da ağdalı cümleler kurasım yok. Belki şöyle diyebilirim: Kalktım, ilginçtir dışarıdaki yağmur sol gözüme de yağmış. Okuduklarımı bulanık görme pahasına, gözümü sıkıca kapayıp yanağıma kovalama eylemini gerçekleştirmiyorum. Sanırım yastığa öteleyeceğim.

Aynı efekti aşağıdaki fotoda daha mı iyi yakaladık ne. Bakın, yol ıslak.



Not1: Yorumda "bir sonraki yazı çok kötü olacak, çook" dedik. Ama bu yazı, o yazı değil. An tespiti adına bunu öne aldık.
Not2: Harbi bi virgülcü vardı, ne oldu ona :)

11 Aralık 2007 Salı

Ağırlık

Öyle ince bir şeye (haksızca) yükleniyorsun ki kendi ağırlığınla,
batıyor o sana. Yırtıyor vicdanını. İçine geçiyor. O öyle duruyordu
orada, sen abandın, sen çekeceksin. Karşıdakinin ezikliği ve kibarlığı
ve eli-kolu bağlılığınını camda son anda gördün ama nafile, kırdın bir
kere. İşte kendi kendini ezdin, hem de birini kullandın, onu da ezdin.

İnsanın kendine hakim olması gereği böyle birşey. Keskin sirke küpüne de, içene de zarar.



8 Aralık 2007 Cumartesi

Üç sahipsiz yazı


Susuz boğaza bırakılan bir damla, ya soluk borusuna kaçarsa. Yokken varsa ama yanlış yerde olduysa.

Kişi tarafından hep taşınan isim, varlığı bile sorgulanmayan isim... biri tarafından değiştirilirse. Hemen diğer gün yeni isimle devam edilebilir mi.

Seksen yaşında bir bellek, bir gün gelip siliniverirse, sokakta kaybolup, bir başına kalıp... Birilerinin gelip kendisini bulmasını bekler halde iken yardım edilmez mi. Hele ki aranmıyor olduğu korkusu, dayanılabilir bir korku mudur.
--
Neden Allah'ı abimizden çok severiz. Çünkü, birincisi her ne yaparsak yapalım affeder. İkincisi etmeyebilir.
--
Bugün bir kedi gördüm zengin bir mahallede. Yaşına göre besili olduğu belli olan bir kedi idi tekir. Camdan gördüm, sonra aynadan gördüm. Evleri gezdi. Dilendi.
Bugün bir kedi daha gördüm aynı mahallede. Aynı yerde, tekirden biraz geride gördüm. Yaşına göre zayıf kaldığı belli olan bir kedi idi gri. Onu ikinci kez göremedim bile. Beceriksizlik ve çekingenlik vardı üzerinde. Belki zayıflığının sebebi.

Tekir hep yedi, gri hep kaldı sanki. Ama kedi dediğin kendini beslemek için fare tutmalı, dilenmemeli. Niye sadece tekir suçlu dileniyor diye, ya da niye sadece gri suçlu geride kalıyor diye. Besleyenlerin hiç mi suçu yok onları böyle alıştırıyorlar diye.

Not: Belki boğaz ve kedi yerine ülke, isim ve bellek yerine kültür, abi yerine abi koyarak okunabilir. Allah yerine birşey konmaz, şirke girer.


6 Aralık 2007 Perşembe

Nefret Ediyorum

Nefret ediyorum
nefret
nefret
nefreeettt
nefret nefreettt nefreEETT
kahretsin kahretsin, iğrenç iğrenç.

giysilerin, saçın, tenin, terin...
üzerine sinen sigara kokusundan nefret ediyorum.
nefret nefret neffreetttt

sigara içen yakınlarımı ne kadar seviyorsam içtikleri sigaraların kokusunun giysilerimde kalmasından da bir o kadar nefret ediyorum işte.
yıkanan malzeme var, yıkanmayan var.
fısfıslardan da nefret ediyorum kokuyu bastıran.
hepsinden nefret ediyorum işte.

Bu çok saçma, gerçekten çok saçma.
Seviyorsan katlan mekanizması neden hiç bana bana yontmuyor anlamıyorum.
Yonttuğu durum varsa da anlayamıyorum ben.

Hiç de kızdırmaktan, kırmaktan, gücendirmekten korkmuyorum,
açık açık...
Nefret ediyorum işte.
İğrenç bir koku bu, sigaranın kendisinden bile iğrenç.

Çözümüm var, bu çözüme bozulacak arkadaşlarıma da kusura bakmasınlar diyorum buradan açıkça...

Nefret ediyorum.


2 Aralık 2007 Pazar

İyi düşün, iyi olsun; ölüyü göster, hastalığa ikna et


Bir dizi baktım, sahne cezaevinde idi. Kadın karakter yanındakine "seviyordum, öldürdüm" dedi.

İnsanın algısına bağlam bulaşır. Aynı olguyu farklı bağlamlarda farklı algılar. Algısı kayan kişi zaten doğru olguyu değerlendiremeyebilir de. En önemli başlığa/köken sebebe değil de, farklı/tali noktalara odaklanabilir. Bu hastalıklı durum tekrar eder hale gelirse, kişiden kişiye bulaşırsa paradigma kaymasına uğranır. Artık yeni bir doğru/gerçek çerçevesi vardır. bu iyi de kötü de olabilir. Önemli olan hata yapmamak, doğru yapmak, değişim elimizde ise de doğruya doğru yöneltebilmektir.

Hayatımızı da yaşadıklarımız değil, yaşadıklarımıza yüklediğimiz anlam şekillendirir zaten.

Not: Yazdıklarım bilimsel bilgi gibi değil, cahil cesareti gibi algılansın lütfen.


27 Kasım 2007 Salı

Acemi işi Un Helvası ve Yokluk


Ah çağlar, ah çağlar... Sana bardakla, kaşıkla yapma, gramla yapma demedik mi. Ruhunla yap demedik mi. Ah çocuğum, vah çocuğum... millete verir talkımı kendi sokar çuvaldızı. Al işte. Yersin böyle dört kişilik helvayı.


Çağlar'ın içi sıkılmaktadır. Çoğumuza olduğu gibi herşeyin kötüsünü gördüğü bir gecededir.
Abur-cuburu yoktur, keyfi yoktur, çikolatası yoktur, keyfi yoktur, tatlısı yoktur, keyfi yoktur.
Yani nereye baksa boşluk görmektedir. Telkinler ve destekler de fayda etmez. Heyhat... mutfak kaderi ağlarını örmektedir. Tüm bu yokluklar unlarından yeniden doğacak helvanın ayak sesleridir aslında. Gerçek olmayan bu karamsarlıktan yine kendi başına çıkması gerektiğini bilen çağlar titer/silkinir ve kendine gelir,
- Dünyanın bütün unlarını getirin bana!!!

Neyse, çaktırmadan bu ve şu tariflere bakar. şu olanı sallamaz, bu olanı da dörde bölerek tek kişiliğe indirgeyeceği bir yokluk çözümünü tasarlar.
B.o.k tasarlar.
Her tasarının hayata geçtiğini nerde gördünüz a dostlar. Tabii ki evdeki hesap ocak başına uymaz. Planlananın iki katı un ile manalı kıvama ulaşılır.



Nispet yaparcasına, kalıba bile dökülerek okuyucunun (görsel) beğenisine sunulur helva. Kıvama inanamayacaklar için de kenara dağınık konur. (En üste bak çocuum)

Neyse;

Yarım su bardağı şekeri üstünü iki parmak aşacak kadar su ile kaynat. Çeyrek su bardağı sıvı yağı kızdır, Dört tepeleme çorba kaşığı unu azar azar yağa ekleyerek kavur, kıvamlandır. Rengine kendin karar ver koçum. Bana ne bakıyosun, narı var esmeri var, sarısı var di mi. Ben sana soruyo muyum kılodya, nayomi felan, lütfen. Sonra kaynamış şerbeti de azar azar ekleyerek karıştır. Belki başka tariflerde "topaklandırma" diye birşey duymuşsundur. Bak ben sana birşey söyleyeyim. Orada şekil olarak topaklanmamaktan bahsedilmiyor. Aslında sadece iyi karışsın, yağla buluşmamış un, unla karışmamış şeker kalmasın denmek isteniyor. Yoksa helva helva oldu mu tabii ki parça parça dağınık felan olacak, tırsma. Hem bi de koluna kuvvet he. İyi karıştırcan. Hani baştan bil de, ay elim şeyoldu, vay tırnağım kırıldı, ah kolum tutuldu anlamam ben. Karıştırcan.
Tarif bitti aslında, bu kadar.

Notlar:
1- Annem, oğlum sıcak sıcak yeme, midene oturur dedi. Yarım metre yanımdaki birinci fotonun kokusu burnumda iken yazıyorum şu yazıyı. Siz düşünün artık nerem şişti.
2- Yok, yok. Duramadım tabi, tadına baktım.
3- İtiraf: "Anneeaaa, immdaaakkkk. Bu, sıvı kaldı" diye aradım çalışmanın ortasında. Cevap belli. Malzemesi un, şeker, yağ olan bir yiyeceğie ne eklenir... Un tabi :) Sağolsunlar. Tamam, ben hallederim dedim, kapattım.
4- Harbi ben de inanamadım tadının bu kadar şahane olacağına. Takdir edersiniz ki ilk deneyim...
5- Un helvası ile üzdüklerim varsa, özür buradan.


25 Kasım 2007 Pazar

Beklenti



Artık, yazı sayısı artık. O nedenle yazıların arasında aradım beklenti kelimesini. Arkasında pek benim istediğim mantık olmasa da şu yazının yorumlarında geçmiş. Bakın bi isterseniz. Siz tabii ki eğer o yazıya tıklarsanız aradığınız yazıyı bulamayacaksınız. Tahminen beklentiniz karşılanmayacak orada. Neyse, şair burada tecavüz-ü arif yaptı sair deyin, geçelim.

Olasılık tanrıları diyoruz, az mı çok mu diyoruz, hep aslında bir dengeden bahsediyoruz. Entropinin önüne bent koymaya çalışıyor gibi hissediyorum kendimi denge denge diye mızmızlandıkça ama, sanki başka da bir çözüm yok gibi görünüyor, zira istekleri serbest bırakırsak onlara karşılıklarını verecek kadar hırslı olamayacağız diye kaygılanıyorum. O karşılanmamış istekler beni korkutuyor. Peki neden bu kaygıya karşı isteklerin profillerini düşük tutma çözümüme saldırılıyor. (burada sinirlenmeye başladım, zaten bu konuyu da başka bir yazıda anlatmıştım, geçip devam edelim)

İsteklerimizi daha içimizdeyken zaptedemediğimiz ortada iken, hangi cüretle dışımızda, karşımızda istek üretiriz ki. Yani beklenti üretiriz. Bunu yapmak şu şekilde en ucuzundan, ayıp değil mi. (Beklenti satın alanların beynine tecavüz edeyim, o iyice omurgasızlık)
Beklenti oluşturduğumuzda karşıda bir tatminsizlik haline neden olma ihtimalimiz belirir. Bunu bilinçli yaptı isek, tatmin de edeceğizdir. Konu sadece zaman meselesidir. Ama eğer konu bizim denetimimiz dışında ise ne olacak. Korku işte bu noktada. Lan ben senin dudağını ısırdığını farkettim sadece, başka bir olayım yoktu dediğimizde biz sıyrıldığımızı sansak da oradaki beklenti yanardağı patlak mıydı, değil miydi bilemeyeceğimiz, patlarsa nereye püsküreceğini de tahayyül edemeyeceğimiz için ayp etmiş olmaz mıyız.

Beklenti oluşturmamak = Ot gibi yaşamak
Fazla beklenti oluşturmak = Utanmaz arlanmaz adam
Beklentiyi oluşturmak ama karşılamamak = Öküz
Beklentiyi oluşturmak ve karşılamak = Hem hayalci hep pazarlıkçı


23 Kasım 2007 Cuma

Sinirli Tartışmalar


- Nerede yine bu kız
- Kim abi
- İlham perisi. bitmemiş miydi bunun yıllık izni. yine başına dişine kıçına birşeyler mi oldu.
- ...
- Zaten iki elimizle bi şeyimizi doğrultamıyoruz, bi de eksikler olunca hiç olmuyor. Herkes işini yapsa ya kardeşim. Sonra atıl kaynak, artı değer, eksik adam, aşırı yüklü çalışma... artık ne dersen, düşünüp durmak gerekiyor. Sonra iki işi birden yapınca da kalite düşüyor. Olmuyor ki. Sakız çiğnerken mesela...
- ... telefona bakmamak lazım di  mi abi.
- Evet o da var. Merdiven var hem. Toplantı var. Var oğlu var. Saygısızlık sonuçta. Sakız çiğnemek biliyosun, bazı kültürlerde dünyanın en eski mesleklerinden birinin alamet-i farikası olarak nitelendirilmektedir. Tamam, sonuçta şık durmayan bir yakıştırma ama milletin beyni torba değil ki büzesin mınagoyiim.
Açıkçası sakız çiğnerken bir çok şey yasak. Toplantı, merdiven, telefon yasak.
Ama dudağını ve yanağını ısırmak serbest, istediğin kadar hem.
- ...
- Biri yüzüne bakarak dudağını ya da yanağını ısırdığını farkediyor ise onun sana aşık olduğunu düşünmene gerek yok. Bu çok hızlı bir çıkarım olur. Hem sürat felakettir. Sadece iyi bir gözlemci ile karşı karşıya olduğunu düşünmen yeter. Belki biraz da seni tanıyor olabilir, o kadar. Tamam mı.
- Tamam abi.


17 Kasım 2007 Cumartesi

İstek üzerine en kemiksiz tarafından, Karadeniz


Önnot: Dikkat, dikkat!!! Parça tesirli, ağır yazıdır. Sadece okursanız tamam ama, aralardaki vidyoları tıklar da dinlerseniz, sorumluluk kabul etmiyoruz. Ha bu hale rağmen niye yaptın böyle birşey derseniz de, istek ağır yerden geldi, hakkı da varmış, karşılamamak olmazdı, ondan yazdık.
Önnot2: Yakın bi arkadaşla birlikte hazırladık bu yazıyı, ona da buradan en bolundan teşekkürler. Onda fikir, bende amelelik.

******
Oy benim sevdiceğim, Divane aşık gibi

Oy benum sevdiceğum oy
olur mu böyle keder
of sürmene yaylasi (da)
onbeş doktora bedel

Arakli'dan Yomra'dan oyy
gel gidelum Pazara
ben Pazar'da duramam
Beni Rize'de ara
ben Pazar'da duramam oy
İstanbullarda ara.

Tirabzon buyük şeher oy
doyamadum tadına
uzaktan sevmek olmaz (oy)
gel yakına yakına

divane aşık gibi de dolaşirum yollarda
kız senin sebebune yar senin sebebune
kaldım istanbullarda kaldım istanbul

sar belune belune da karadeniz kuşağı
e kız sen de der misun e kız acep der misun
alsam ha bu uşağu alsam ha bu u

yüksek dağın kuşiyum da selviye konacağum
iste beni anamdan iste beni babamdan
vermezse kaçacağum vermezse kaça

al şalım yeşil şalım da dağlari dolaşalum
sen yağmur ol ben bulut sen yağmur ol ben bulut
Maçka'da buluşalum Maçka'da bulu

http://www.youtube.com/watch?v=rbSSoyVoWBY

*******
Denizde karartı var

Denizde kararti var
bu gelen kayik midur
ben ozledum yarimi
ağlasam ayip midur

oy dumanlar dumanlar
hep dağlari sardunuz
yureğumun derdini
bilseniz ağlardunuz

karardi karadeniz
taşti bu yana taşti
haber verun yarume
gözlerim doldi taşti

gemi mil ilen olur
sevda dil ilen olur
güzeller çok var ama
meyil birine olur

http://www.youtube.com/watch?v=-nE3fKxzsb0

******
Gelevera Deresi

koyverdun gittin benu oy koyverdun gittin beni
allahundan bulasın oy allahundan bulasun
kimse almasun seni kimse almasun seni
yine bana kalasun

sevduğum senun aşkun ciğerlerumi dağlar
hiç mi duşunmedin sen hiç mi duşunmedun sen oyy
sevduğun boyle ağlar sevduğun boyle ağlar

gelevera deresi oy gelevera deresi
iki dağun arasi oy iki dağun arasi
yuzunden silinmesun yuzunden silinmesun oyy
biçağimun yarasi

http://www.youtube.com/watch?v=Gf8QzYw0U9s

******
Karaduman

ha bu akan dereler denizlera dolacak
soylesena güzelum sonumuz ne olacak
ha bu akan dereler denizlere dolacak
ah duman karaduman sardi dört yanumizi
ander kalsın sevdaluk oy alacak canımızi
ah duman karaduman sardi dört yanimizi
ha bu ander sevdaluk da alacak canumizi

dere akar taş ile gözum doldi yaş ile
nerele gideyim ha bu garip baş ile
dere akar taş ile gözum doldi yaş ile
gurbete mi gideyim bu sevdali baş ile
oy gidi karadeniz sardi dört yanimizi
ander kalsin sevdaluk oy alacak canimızi

http://www.youtube.com/watch?v=Ntp4fnHLr84

Not: Biliyorsunuz, türkü konusu karışık. Farklı çeşit, isim, sürüm bulabilirsiniz hepsi için. Biz bunları böyle duyduk, yazdık. Saygılar.

12 Kasım 2007 Pazartesi

Dört kitaptan anlam arayışı




Birinci Kitap
1. Kat: Dünyaya şahit olmanın yolu yolu ise maceranın kendisinden başka birşey değildi. Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya'nın şahidi olmaktı. (sf.91)
2. Kat: ...Müneccimleriniz ya da medrese hocalarınız bir hata yaptıklarında sözgelimi cezaya çarptırılırlar mı? Hata yapmaktan korkmuyorlarsa belki de hatanın cezasından korkuyorlardır...Öyleyse onların doğru düşünmeleri için yeterince şart yok demektir.Çünkü onlar doğru düşünseler de düşünmeseler de nasıl olsa saygı göreceklerini, tehlikeye düşmeyeceklerini bildiklerinden hatadan da korkmazlar. (sf.135)
3. Kat: - "Güçlü olmayı neden bu kadar çok istiyorsun?" - "Elbette herkes gibi, varlığımı sürdürmek için" - "Senin yaptığın bir tür tahnitçilik. Güç ancak ölüleri korur." - "Bu sözler kesinlikle sana ait değil" - "Belki de sahip olduğum hiçbir şey bana ait değil. Zihinsel yeteneklerim de bunun içinde. Oysa sen, tabiatın kuvvetlerine sahip olmayı istiyorsun" (sf.151)

İkinci Kitap
1. Kat: "İktidar makinesi" dediği şey, yani onun öz varlığı, sonu gelmez isteklerle büyüdükçe tutkuları da devleşmiş, bu yüzden o, nefret ettiği zaaflarını ortadan kaldırarak benliğindeki son insanca kırıntıları da yok etmişti. Oysa zayıflık denen şey hayat, iktidar ise ölüm değil miydi? O, tabiatın kuvvetlerine hükmetmeye çalışmış, ama aynı kuvvetler onu, yarattığı canavarın içinde kıstırmışlardı. (sf.64)
2. Kat: İşin kötüsü onlar, kendi gerçeklik duygularına gerçeğin ta kendisi diye bakıyorlar, aşina oldukları ve şaşırtıcı bulmadıkları herşeye gerçek diyorlardı. Oysa bu, gerçekdışı olanın tanımının ta kendisiydi. Çünkü Dünya'nın kendisi, bir mucize olarak, düşlerden kat be kat daha şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcıydı. (sf.76)

Üçüncü Kitap
1. Kat: "Ama ben, bugüne kadar kazanmak için oynamadım hiç. Oyunun bana verdiği zevkle yetindim." (sf.17)
2. Kat: Sağır'ın o güne dek gördüğü ve tanıdığı insanların nerede ise tümü, hesap kitap işlerini erkeğe, güzelliği ve onu üretmeyi de kadına yakıştırır, ikincisini aşağılamak bir yana, üstelik onu kirletmeyi ve lekelemeyi de marifet sayarlardı. Belki de güç tutkusunun insanı vardıracağı yegane yer, erkeklik ve onu kullanmanın en kaba yolu olan şiddetti. Gel gör ki şiddetin en yalın biçimi, güzel olan, belki de dişil bir şeyi parçalamak ya da kirletmekti; bu da elbette insanda güçlü olduğu duygusu uyandırırdı. (sf.25)
3. Kat: "Ama ben, dünyayı korku duygusuyla değil, güzellikle tanıyorum. Benim ona baktığım gibi, Dünya da bana bakıyor ve gülümsüyor, ben ona neden gülümsemeyeyim?" (sf.83)
4. Kat: Hakikat, ona erişmek için ödediğimiz bedel olmalıydı ki, onca zaman süren zahmetli yolculuğun ve çektiği bu kadar sıkıntının ardından... (sf.132)
5. Kat: - "Benim dünyada tattığım en büyük lezzet, hayat değil, insanlık!"... - "...Fakat birçok kişi için, insan olmanın zevkini ve keyfini çıkarmak değil, hayatı sürdürmek ve korumak daha önemli görünüyor. Ne pahasına olursa olsun yaşamaya çalışmakla, doğrusu çok büyük bir mutluluğu kaçırıyorlar" (sf.139)
6. Kat: Kasabın kafasında dönen bu hesaplar, bir kadının en etkili süsünün bilinmezlik olduğunu ispatlıyordu. Öyle ki hemen her erkek, bilip görmediği, bu yüzden hayal etmek zorunda kaldığı kadınları kendi pembe hülyalarıyla bir kez süsleyince, onlarla karşılaştıktan sonra bile gerçeği değil, bu süsleri görmeye devam ederdi. (sf.159)
7. Kat:  - "Her insan ancak bilmediği şeyden korkar. Korkusunu yenmek için bilmek ister. Fakat bilmesi için araması gerekir... Eğer insan birşeyi arıyorsa, onu bulmuş ve ona kavuşmuş da değildir. Kavuşamadığı şeye erişmek için can atar. Eh! bu da aşktır işte....Korkudan arayışa, arayıştan ise aşka geçtik... Arayış bitince... korku da aşk da biter." - "İşte o zaman meşk başlar!... Zaten cennet de budur.... ve gülümseyen herkes cennete bakıyor demektir" (sf.204)

Dördüncü Kitap
1. Kat: İshak Efendi gökyüzünde bazı garip olayların cereyan ettiğini, mesela yıldızların birbirlerinden uzaklaştıklarını söylemiş... Adamın dediğine göre mekan büyümüyor, tam tersi mekan içindeki herşey küçülüyordu. (sf.86)
2. Kat: "Bana güven" dedi. "Senden daha yaşlı ve tecrübeli birine güvenirsen, kendine güvenmeyi de öğrenirsin. Bu kadar sağlamcı olma. Maltalı haberi ulaştırırsa alt tarafı gemiyi batırıp bizi de öldürürler. Sen bu kadar küçük bir şeyden mi korkuyorsun? Gel, otur yanıma!" (sf.145)
3. Kat: "...Tıpkı kadınlarınki gibi, bu hayvanların da bakışları çok şey söyler. Neyse!..." (sf.147)


Birinci Kitap: İhsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası(1995, İstanbul, İletişim)
İkinci Kitap:İhsan Oktay Anar, Kitab-ül Hiyel(1996, İstanbul, İletişim)
Üçüncü Kitap:İhsan Oktay Anar, Efrasiyab'ın Hikayeleri(1998, İstanbul, İletişim)
Dördüncü Kitap: İhsan Oktay Anar, Amat(2005, İstanbul)


10 Kasım 2007 Cumartesi

Kabzımal, Garson ve öküz


Halde, meyve sebze ne ile taşınır. Kasa ile değil mi. Basit soru, basit cevap.
Ama bakın portakal kasası ile şeftali kasası bir olmaz. Bir kasa portakal yirmi otuz kilo gelirken; yirmi, otuz kilo şeftali bi kasada durmaz. Şeftali kasası ince ve ben diyeyim üç, siz deyin beş kiloda tamam olur. Portakal kasasına kavun koyunca da anca üç tane alır. Ya karpuz, onun kasası kamyon kasasıdır. Yani kabzımal diye küfür niyetine kullandığın sıfattaki adam sana karpuzu da, kavunu da, portakalı da, şeftaliyi de hangi usul, adap ve yöntemle getireceğini adı gibi bilir. Hepsi kasa ile gelir ama her kasanın bir inceliği vardır.

İçecek bardaktan içilir, değil mi.
Eğer rakı sonrası cila için değilse, bira için bira bardağı vardır. Rakı için de rakı bardağı. Kimse itiraz etmesin, çay ince belli ile içilir. Yokluk zamanı nostaljisidir, rakı da ince belli ile içilebilir. Hadi şampanya kadehi, şarap kadehi falan diye abartıya kaçmayalım ama, bira bardağına şarap koyanı da adam yerine koymazlar. Yani demem o ki, hepsi bardaktır ama masaya hangi içecek hangi bardakla gelecek, garson bilir.

Kabzımal bi kamyon karpuzu indirirken bi karpuz patlatsa üzülür, garson masaya bir damla içecek damlatmamak için gayret eder.

Peki ya özgürlük, demokrasi, hürriyet, istiklal, istikbal ve dahi bilumum kutsal değer?
Kara kaşlı, kara gözlü bebelerin tepelerine, düzlerine, nehirlerine bu kutsal değerler tankla, topla, tüfekle mi gelir.
Orada sönen kabak çiçeği değil, candır. Dökülen şarap değil, kandır.
Bunu yapana insan denmeyeceği açık, müttefik mi demek lazımdır.


6 Kasım 2007 Salı

Renkler


Siyah...
Sarı kat, olmaz.
Mavi kat, yine olmaz.
Kahverengi kat, hani uzlaşmacı olmak için, yine olmaz.
Mor kat, renk olsun diye, yine olmaz.
Beyaz kat, inadına, beyaza yazık, olmaz.
Gri mi, hiç tat vermez.

Demek ki karışım yanlış. Siyahla başlanmaz.


3 Kasım 2007 Cumartesi

Tat


acı
yumuşak
tuzlu
soğuk
sulu

elastik
sıcak
tuzlu
baharlı

kaygan
acı
baharlı
yağlı
sulu
yapışkan

sıvı
çok sıcak
dumanlı
baharlı

çok baharlı

ağır tatlı
kaygan
acı

tatlı
yapışkan


1 Kasım 2007 Perşembe

Sesi Güzel Adamlar


Mehmet Seske
Yusuf Taşkın
Çağrı Göktepe


27 Ekim 2007 Cumartesi

Telkariden mozayik pastaya


Gel okuyucu gel. Biliyorum çok ihmal ettim seni, özür dilerim. Ama savsaklamadım bak, sadece ihmal ettim, mazur gör. Ne diye geldin dersen, haklısın laf demekte... Ama sanki benim yeni kıymıklarım oluştu, onu paylaşsam okur musun. Gerçi yine olmamışından, yani ham meyve getirdim. Bakma kusuruma. Buyur...

Telkari biliyorsun değil mi, şurada hem bilgi var, hem de orası benim bu yazıma vesile olan yazıdır.
İnsan telkaridir desem delirdin demezsin di mi bana.
Buradan sonra tüm yazının başına kocaman bir "sanırım" koydum say.
İnsan hayatı boyunca ezilir, incelir, bükülür katlanır, şekilden şekile girer. İnsan telkari ise, hayat da zaten sağlam bir haddedir. Herkes sizi bir tarafa çekiştiriyor sanıyorsunuz ya, inceltiyorlar sizi. Bilinçli ya da bilinçsiz, amaçlı ya da plansız da olsa, herşey cebinize koyulan bilyedir gün sonunda. (Ben başaltı bile vuramazdım, kanaatkar olacaksın değil mi, ortalara şavullayacaksın) Yani kızıyoruz ya üstüme üstüme geliyor herşey ve herkes diye ya, tamam kızalım, kızgınlık bir enerji boşalımı düzeyinde ise kızalım ve rahatlayalım. Ama herşeyden üstümüze bulaşan ufak simleri de kendimize katalım yani. İnceldikçe ama gerçekten inceldikçe, ezildikçe kötü mü oluyor yani. Ya birşey soracağım, incelikler yüzünden diye bir şarkı var mıydı. Ya da herhangi bir şarkının sözlerinde geçiyor muydu bu cümle. Hadi, ben bakmayayım, yazının sihri kaçacak, sen bakıversene.
Hayat bizi inceltiyor, keskinleştiriyor, dürüyor, büküyor ve katlıyor olabilir ama kendisine renk katalım diye, diğer inceler ile bir olalım diye. Kaynaşalım da birlikte başka bir bütün oluşturalım, güzel duralım diye öyle yapıyor bizi. Renk oluyoruz.
Hem hiç eline çimento, torbanın içindeki çimento ama, toz halinde, aldın mı. Böyle iki parmağın arasında bir fiskeyi ovaladın mı. Farkettin mi ne kadar ince. Evet inceciktir. Peki ya suya, bildiğin, hani şu günlerde Ankara'da pek aranan suya kaygan değildir, kabadır diyebilir misin. Denmez, nimet hem. He betona kafa atınca ne olduğunu da ben biliyorum. Acıyor ve şişiyor diyebilirim mesela. İki iyi kankadır çimento ile su. Yumurta ile bisküvi ve çikolata felan demeyeceğim, sen zaten yazdın o paragrafı bensiz.
İncecik insanların şekiller, simgeler oluşturup, birbirleri ile bütün olması, hemhal olması, insanlığı oluşturması belki bu yazının konusu, bilmiyorum.
Bu yazıdaki mozayik o gıcık politik söylemdeki mozayik değil, pasta bu. Bir daha eve gidersem annemden isteyeceğim pasta. Hadi lenn diyeceksen bak bi dinle. O incecik şekil insanlarının biraraya gelebilmesi için gereken bir iskelet lazımmış, üstte verdiğim bağda da anlatıyor. O iskelet ne dersen, ipuçları şu eski yazıda, buyur.


Toparlayamadığımı biliyorum, olsa da kodum, olmasa da...



26 Ekim 2007 Cuma

Karışık ve toparlanamamış


şevk
isim Arapça şev®

1 .     İstek, heves:
       "Bütün gençlik heyecanlarımızın, şevklerimizin, çabalarımızın mesnedi olan ve adına Atatürk ilkeleri dediğimiz inançlar..."- Y. K. Karaosmanoğlu.
2 .     Sevinç, neşe:
       "Çiftlik yine, sabah oluyormuş gibi şevkini kaybetmeyen bir aydınlık içinde..."- R. H. Karay.



heves
isim Arapça heves

1 .     İstek, eğilim, arzu, şevk:
       "Küçüklüğünden beri bütün hevesi bahriyede idi."- H. Taner.
2 .     Gelip geçici istek:
       "Yoksa ona karşı geçici bir heves mi duyuyor."- P. Safa.


inanç -cı
isim

1 .     Bir düşünceye gönülden bağlı bulunma:
       "Otuz yıl boyu, Türk tiyatrosunun, Türk oyunları ile kalkınacağına inancını bir gün yitirmedi."- H. Taner.
2 .     Birine duyulan güven, inanma duygusu.
3 .     İnanılan şey, görüş, öğreti:
       "Kendi getirdikleri inançtan başka her şeye kapalıdır zevkleri."- N. Ataç.
4 .    din b. (***)  Tanrı'ya, bir dine inanma, akide, iman, itikat:
       "Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir."- Anayasa.



güven
isim

1 .     Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat:
       "... Bakanlar Kurulunun güven isteği, bir tam gün geçtikten sonra oylanır."- Anayasa.
2 .     Yüreklilik, cesaret.



gücenmek
(nsz, -e)

    Birinin beklenilmeyen bir davranışı veya sözü karşısında kırgınlık duymak, kırılmak:
       "Kendisine uygulanan bu tavırdan ne darılmıştı ne gücenmişti."- N. Araz.



Not: Tanımlar Tdk sözlüğünden.

19 Ekim 2007 Cuma

Gözlem çerçevesine dair bir karar denemesi

Geçen sene ilk Direkler yazılardan birinde hüküm verebilmek için konuya
ne ayrıntıda bakmalıyız diye sormuşum. Geçen hafta bu konuda bir
ilerleme kaydedildi. Onu açayım burada.


Geçen yazıya bakarsanız soru sadece karar vericinin konuya ne uzaklıkta
olacağına odaklanmıştı. Soruyu böyle sorunca güdük kalıyor ve cevap
netleştirilemiyor. Daha ayrıntılandırmak gerekirse; eğer bir kişi bir
konuda hüküm vermek durumunda ise o konuya dahil biridir. Vereceği
karar konuyu değiştirecektir, sorumluluk sahibidir yani. Yoksa hariçten
gazel okumak zaman doldurmaktan başka bir işe yaramaz. Yani alınacak
karar, konu için kayda değer, anlamlı, değerli, manalı olmak zorunda
iken hangi boyuttan bakılmalıdır. Evet soru bu.

Cevap da var. Konu kendi kendine yuvarlanırken, hüküm; konuyu doğru
yola çevirecek kadar geniş açılı görebilmelidir. Ayrıntıları
göremeyecek kadar da uzak olmamalıdır. Ayrıntılarda boğulacak kadar da
konunun içinde olmamak gerekir. Yani konu hakim tepeden yönetilmelidir.
Cepheden değil, merkez karargahtan da değil.



14 Ekim 2007 Pazar

Kazoz ve dem


 Daha önce hiç gitmemiş olduğum mekanlarda yemek yiyeceksem ve garson bana içecek soruyorsa genelde cevabım KAZOZ olur. Sade diye de eklerim. Adamcağız bakakalır. Çok akıllı olduğunu düşünenleri sıprayt? der. Kazoz derim, KAZOZ. İkinci kez "bu var" dediğinde de iyi getir bari derim. Yok işte adamda Niğde gazozu mesela. Napalm artık.
Bu gazoz severliğim marketlerde alışveriş yaparken de depreşir. Kapağı çevrilerek açılan sade gazoz gördüm mü dayanamam, alırım. Ama tabi bu lütfen saplantıymış gibi algılanmasın. Eğer gerekirse esmer meşrubat, sarı(portakallı ya da mandalinalı) meşrubat ya da kan portakalı(kırmızı) meşrubatları da içerim. Farklı tadlara da açığım yani.
Ara not: Adım Bedri değil.

Altta bir fotoğraf var. Hem çağrışımlı hediye, hem bilmece. İlgili enstantene sizce hangi romandan hatırda kalan nasıl bir çağrışımdır. Cevaplar birkaç yorum sonra.
Bura not: Bu soruya zaten cevap verebileceğini bildiğim iki ya da üç kişi var. Onlar sussun lütfen. :)




10 Ekim 2007 Çarşamba

Bir uyumsuzluk hali

Bu nasıl bir yazı olacak hiç bilmiyorum. Nereden çıktı şimdi bu ki de
demeyin. Ben de bilemiyorum. Geldiği gibi yazacağım ve karmakarışık ve
kısa ve uzun ve anlaşılmaz olacak muhtemelen.



Birşeyler hakkında karar verebilmek için o şeylerin illa ki
yaşanmasının gerekmediğini düşünürüm ben. Yani önümüzde yollar vardır,
o yoldan gidince ayağımıza diken batacak mı düşüncesi bende daha hiç o
yola girmeden oluşur, batacak hissi ağır basarsa hiç girmemeyi
düşünürüm. Bazılarınız belki şimdi bu noktada kaçak oynamak, tırsaklık
gibi kavramları içinden geçirecektir. Zira bunlar bana yapılan yoğun
tenkitlerdendir. Ama ben burada açmaya çalıştığımın birazcık daha
farklı birşey olduğunda sabitim. Anlatayım. Mesela çok basit başka bir
örnek var hayatımda. Yurtdışı. Hani şöyle bir silkinsek, gözümüzü
karartsak, hadi desek bir şekilde kapağı avropaya ya da cıncık gibi
yeni dünyaya atacağımız bir altın bileziğimiz var kolumuzda, babamız
sağolsun. Hani kendimi şişirmek için demiyorum. Bana özel birşey de
değildir herhalde. Yerimde başka bir insan evladı olsaydı, onun da
benim gibi geçeceği basit yaşam evreleri sonucunda bir noktadayı işte.
O noktadan da canımız istese atlayıvereceğimiz canti memleketler
kucaklarını açmış bizi bekliyorlar. (Ha onların kucaklarını hangi
amaçla açtıkları, huoop kucağa oturtup oturtmayacakları ayrı mevzu)
Yapan arkadaşlar da var iki özgeçmiş nikelajlısından, iki uzaktan
mülakat, birkaç da tanıdık... tamam. Bu anlattığım noktadan bir ileriye
atlamamanın birçok nedeni olabilir. Ben bir taneciğinden bahsetmek
istiyorum. Nasıl desem bilmiyorum ama, eğer gidersem ben oralarda
mutsuz olacağımı biliyorum. Nasıl demeyin; biliyorum işte,
hissediyorum. Dahası var mı birader, içim almıyor işte böyle bir
olasılığı. Yani salt mantık silsilesi ile defteri önümüze alıp
getirileri, götürüleri, iyi yanları, kötü yanları listelesek, ölçüp
biçsek tartsak bir sonuç bulacağız ya. Ben onların hiçbirini yapmadan,
sadece diyorum ki kötü olacak işte. Diken batacak ayağıma. O kadar.
Unutmayın mantık çerçevesinde değerlendirmelerin de öznel yanları
vardır, onu yadsımıyorum.



Derdim yurtdışına gidip gitmemek de değil ha. O sadece bir örnek ve o konuda kararım da belli.



Ben burada sanırım karar verme süreçlerinden bahsediyorum. Evet öyle
yapıyorum. Arkadaş bi ben varım şu dünyada bana ait olan. Ki onun da
mülkiyetinin koşulsuz bende olduğu da garanti değil. Hadi biz ona
icracı müdürlük diyelim. Madem müdür benim ve kararlar almam gerekiyor,
neden kararlarımı nasıl aldığım sorgulanıyor ki. İstersem bin yıl
düşünür onlarca anket yapar, onları bilim kurullarında tartışır,
kamuoyuna sunar, referandum yapar ve bir karara varırım, istersem de bu
böyle olacak kardeşim, kaynak da aha üstüne oturduğum yer derim.
Diyemez miyim. Bence diyebilirim. Ben bence bunu diyebiliyorsam, size
ne oluyor kardeşim, yani size soran mı var. Yok. O zaman niye tenkit
ediliyorum.



Şunu yapsana bak sınıftan bu bunu yapmış. Yapmayacam len, keyfimin kahyası mısın.

Bunu böyle etsene öbüt şirket böyle konuşmuş. Etmeyecem, ben anca tuvalete ederim, yersen.

Onu öyle yapıp, ordan bunu çıkarıp, bunu buraya sokup, çıkanı sıyırıp
kayırsana. Kayırmayacağım ve seni de bunun sebebini açıklayacak kadar
adam yerine koymuyorum, defol.



Bırakın kardeşim beni, gerçekten bunalıyorum. İşemeyecem; mesanem
patlasın istiyorum belki. Sıçmayacam; bok çuvalı olarak anılmak
istiyorum belki. Konuşmayacam; canım yanıyor belki. Sevişmeyecem;
sonrasını hiç çekemiyorum belki.



Belki ben kendim dahil herşeyden sıkıldım, sıkılmadığım bir hal için de
çalışmalarımda kimseden yardım istemiyorum. Olamaz mı. Yardım
istediğimde çok mu yardım aldım, anamın karnından topluca mı çıktık.
Selam vermek istediğimde aldınız mı selamımı. Bırakın, ben kendim
keserim göbek bağımı. Dolayısıyla da demem o ki, karşımda durma,
arkamdan kaktırma. Gerçekten yanımdaysan omuz ver. Yoksa valla zaten
karar vermek bir o kadar zor, kasılıp çıkardıklarımızı beğenmemezlik
etme. Ben bi başımayım zaten, beğenmiyorsan da ense traşını görelim.
Yoktan bir çıkarınca eşitliğin benim olduğum tarafı hiç mi hiç
etkilenmiyor kardeşim.



Getirin dnr emrini, hemen imzalamak istiyorum. İmzalayayım ki ondan
sonra rahat rahat domates mi yetiştirecem, ne iş işleyecem keyfime
bakayım.



Not: Biliyorum hiç birşeye benzemedi, anlatmak istediklerimi de
anlatamadım ama ne yapalım böyle bu da. Zaten uyarmıştık başta, değil
mi.



7 Ekim 2007 Pazar

Kendini üzümsüz bağcı gibi hissetmek


Efendim hiç başlamadan şu görüntüyü koyalım, zira bunun üzerine konuşacağız bolca. Konsantre olun ve yutun tüm fotoyu. İyice bakın. Hah, ezberlediniz di mi. Hadi başlayalım fotonun altından.


Bu görüntü bizim evin oraların gugıl ört görüntüsü. Üstünü biraz boya kalemleri ile kurcaladım.

Ankara Çayyolu'nda yeni mekanlar açıldı üzerinize afiyet. Ne bileyim; Kıtır, Onbaşılar Kebap, Özsüt, Lagos, Kukla Kebap, Mezzaluna, Wox gibi mekanlar. Şu sarı raptiyeler onlar. Sağolsunlar gelmişler başımız üstüne ve fakat bu mekanlar burayı mesken tuttuklarında buraların müşterileri de gelmekte. Bu müşteriler koca Ankara'da başka yer yokmuş gibi davranır oldular. Hepsi şu siyahla çizilmiş poligonun içine arabalarını doldurur oldular. Bi de işin kötüsü sanki şu görüntüde herhangi bir yerde tabakhane varmış gibi(ki yok) sürmekteler araçlarını. Kardeşim bura bi mahalle, az ötede bi dolu insan evlerinde oturuyor. O yol(görüntüde enlemesine batı-doğu istikametinde uzanan şose) sizin bu mekanlarınıza varmanız için yapılmadı. Daha ileri gidiyor bak. Bina var orda. Çekil geçecem lan, anlasana. Bu bi dert. Yani biz uslu uslu evimize varmaya çalışıyorken eleman(bakın baba parası ile benim adını söyleyemeyeceğim ciplere binen döt laleleri.. diyerek adam kategorize etmemeye çalışıyorum) yolun soluna park etmiş, sağına da etmiş. Biri karşıdan geliyo, park arıyo. Önümdeki casarca ferruginea da sanki otopark içindeymişiz gibi bekliyo mal mal. Hey allahım, sonra küfretmeye günah derler. Neyse bu benim son bir ay içinde bi hoş olmama sebep ilk konu. Diğer paragrafımız bunun bir yan etkisi olacak. Buyrun.

Mirim, insanları buraya getiren ana yol da resmin sağındaki güney-kuzey istikametindeki asfalt.
Kuzeyden bu mekanlara geliş(mekanlara dediğime bakmayın, bizim ve birçok insanın evlerinin oraya işte) görüntüde sarı işaretli hat.
Geliş eğer güneyden oluyor ise kırmızı hat izleniyor.
Gidiş ise kuzey ya da güney hedef farketmeden beyaz hat ile yapılıyor.

Hemen farketmişsinizdir ilk sıkıntıyı. Görüntüde sağ altta küçük mor poligon, kırmızı ile beyazın kesiştiği kızım yani, ilk dert noktası. Kaza olmasa da trafiği kilitliyor gecenin bir saatinde. (Mekanların çoğu içkili, geç vakte kadar çalışıyor) Bu derdi küçük olarak belirtmemin sebebi yolun yükselti olarak normal, yani düz, eğimsiz olmasından ve bitki vb. olmamasından dolayı herkesin herkesi görüyor olması.Yani burada kaza yapan bakmıyordur, baksa da görmüyordur.

İkinci mor poligon daha büyük dikkat ederseniz. Anlatayım. Burada yol eğimli, yani meyil var. Ayrıca dikkat edilirse bir beyaz bina var orada. Mahalleden çıkarken sağa(güneye) kıvrılırken virajın ilerisi görünmüyor. Ayrıca buraya bu mekanlar için gelenlerin çoğu burayı bilmiyor, girdikleri yolun iki yönlü olduğunun farkında değiller. Ters açılı, ters meyilli ve önü görünmeyen viraja öyle bir giriyorlar ki eğlencelerinden dönerken... karşı şeride geçiyorlar ve karşıdan gelip evine varmaya çalışan amca ile kafa kafaya geliyorlar. Bu akşam gelirken şahit olduğum ve bu yazıyı yazmaya iten kaza da tam bu şekilde bu noktada olmuş. Ya işte böyle sevgili okuyucu. Kendimi kötü de hissettim ha, yani böyle bir problemi öngörmek çok basitti. Ayan beyan ortada yani bu dert. Keşke önceden yazsa idim dedim. Aklımdaydı harbi.

(
- Ülen düdük, sanki tüm memleket seni okuyo da.
- Ama abi, kumsal, denizyıldızı?...
- De hayde get.
- Pardon abi.
)


Not: Mekan Alımcı Park Villaları, Sözde sokak olan ama insanlık tarafından otopark gibi kullanılan caddemiz de Park Caddesi. Artık neye yarayacaksa.
Not2: Görsel destekçimiz gugılört'e teşekkürler.
Not3: Yanlış anlaşılmasın, ben de içerim sıçarım. O ayrı. Çağır taksiyi adam gibi git. Di mi.


4 Ekim 2007 Perşembe

Eski ikiliden

05:22 Şüküri: peki ben nasıl biriyim. hahamböceğine benziyo muyum mesela.
05:23 Eküri: oheee
  ne diyon olm
  kafka mı oldun
  gregor
 Şüküri: haham böceği değil.. hamam böceği tabi.
  yoksa daha çok başka bi böcek mi mesela.
05:24 kişiliğim bir hamamböceğininkine göre daha mı katlanılmaz mesela.
 Eküri: aaa ne biçim konuşuyon kuzum sen
05:25 Şüküri: peki bir kuzuya göre nasılım. sürü psikolojisinde yerim nedir.
05:26 Eküri: ben sürüleri sevmem dahil olmam o psikolociyi anlamam kiii
  sen nasıl hhissediyorsun kendini
  neresi senin yerin kimsin sen :D
 Şüküri: kuzunun kurt karşısındaki hissiyatı kurdun düşündüklerine dair empati kurarak mı oluşur acaba.
  yoksa fikir çok mu bencildir.
05:27 Eküri: dur düşüniim bunu
 Şüküri: bencil genden sonra bencil fikir yeni bir kitap başlığı olabilir mi. çok satar mı.
 Eküri: kuzusuna bağlı oo
  satar
05:28 ama yazmışlardır ona benzer şeyler
 Şüküri: kuzular büyüdüklerinde koyun olurlar. acaba olgunlukla sürü olanlar gençken anarşist midir.
  tek tabanca mıdırlar.
05:29 Eküri: ne farkeder
  sonuçta oluyolar işte
  gençliğin önemi kalmıyo
05:30 Şüküri: herkes birbirine kuzu atarak selamlaşırken günümüzde, biz yıllar önce kuzu atarak solucan öldürüyorduk. bu ne anlama geliyor olabilir.
 Eküri: nerden çıktı bu
  nerde yazıyo
  kim söylemiş
05:31 Şüküri: ben söyledim. sosyolojik analiz yapıyorum.
 Eküri: sen söylediysen anlamını biliyorsundur
  ne bu
 Şüküri: kişi kendi fikirlerine karşı objektif olabilir mi.
05:32 Eküri: olur da
 Şüküri: yoksa bu cümle bir anlamsızlık yığını mı
 Eküri: kodladığın konuyu anlayabilsem
  anlamsız durmuyolar
05:33 ?
 Şüküri: anlam nedir. kişiden kişiye değişmez mi.
  ben yaptım oldu denilen öbürüne yarım kalmış bu dedirtmez mi.
05:34 Eküri: ayy noluyo yaaaa
  kişiden kişiye değişmeyen anlamlar da vardır
 Şüküri: tamam bokunu çıkardım. artık bu diyalog alınıp yazı haline getirilebilir mi.
05:35 Eküri: he yaz olur



2 Ekim 2007 Salı

İnsanlık tarihi için küçük bir beyin


Yemek yapmam lazım ama bunu yazmadan duramazdım. Biraz önce alışverişte idim bir markette. Market dediğime bakmayın, hasbelkader bulunduğum şehrin sanırım en lüks semtinin en lüks kısmının en yakınına açılan yepyeni, ülke çapında bilindik zincir bir alışveriş mekanındayız.(Sen niye orada idin diye sormayın, kalp kırarım) Hani biraz da ne alacağımı bilmez bir halde girmişim. Baya bayaa deli danalar gibi dolanacağım içeride hissiyatı var. Yani bakın bu bile gerginlik üretiyor bünyede. Tek bildiğim bi şekilli ekmek alayım da, ekmekten ziyafet çekeyim kendime.

Ama bilirsiniz şöyle bi salınılır markette, hani ben onları tanıyamasam bile belki birileri beni tanır da gel beni al derse diye. Klasik sağa döndüm, az ilerde köşede süt ürünleri ve kahvaltılıklar var. Düz git bulursun yani. Kolay. O kısımda buluverdim kendimi. Bakınıyorum, süt alasım var gibi geldi bi an. O arada da bi kalabalık oluşuverdi bu kısımda. Kısım dediğime de bakma ben diyeyim otuzbeş sen de kırk metrekarelik bir alandan bahsediyorum. Böyle heryer teyze doldu. Dur yok teyze demeyelim, hanımefendi doldu. İşte hepsi böyle süslü püslü, bakımlı, sarı hanımlar. Ama hani vardır ya, yılların sonunda o renk oturmuştur saça, hiç yabancı gelmez, anca bakımlı diyebilir bilgisiz erkek. Öyle hanımlar ellili yaşlarında. Gözlük felan da var ha bunlarda, bilinçli tüketici yani. Böyle altı yedi kişi varız ortamda. Bir tanesinin yanında da yirmibeş yaşlarında bir hatun. Dolgu topuk yükseltilmiş taban bot. Hani vardır ya bodurlar giyer çaktırmadan uzamak için. Ondan. Koyu kahve. Uzun krem etek. Pileli, dökümlü. Üstte kaftan yeşili(var mı böyle bir renk, yoksa da ben yaptım oldu) soluk sarı işlemeli ceket. Kahverengi renk, çuvaldan bozma çanta. Ben yapsam daha güzel duracak balyaj röfle karışımı birşey kafada, at kuyruk. Surat da sanırsın limon yalamış demincek. Böyle bir şekil işte. Neyse bu şekil bizim bulunduğumuz o kırk metrekarelik kısma giriş yapmış bize dönük şekilde, insanlık tarihini kökten değiştirecek şu cümleyi haykırdı:
"Ya anneğğ, ben zaten evdeki zeytinleri hiç anlamıyoaruuğm"

Evet, çok düşündüm marketten eve gelene kadar, aynen böyle dedi. Kafamı kaldırdım ve ne yazık ki annesi ile gözgöze geldim ve kaçırdım gözlerimi. Ama hissettiğim şu ki diğer tüm bilinçli tüketiciler de bu nidanın farkında idiler. Midemden büyüyerek yukarı çıkan ve ağzımın içinde zorla duran patlayarak gülme efektini tuttum tuttuuumm tuttuumm, ve... puhahahaaa diye gülmedim arkadaşlar. Erittim ve sinüslerden tüm kafama yayıldı, gözlerim parıl parıl oldu gülümsemekten, ağzım kapalı ama ağız çizgim kulaklarımda bir şekilde fırın tarafına kaçtım. Ekmeği aldım, dolanıp geri geldim. Süt aldım. Meyve sularında hala gülümsüyordum. Yani nasıl gülümseme ama. Orada olsanız canım canım diye şişen yanaklarımı sıkardınız, o kadar.

Ulan karı, o anda kafamda neleri uçuşturdun biliyor musun. Tahir ile Zühre'ye Röfleli ile Zeytin diye nazire yaptırdın bana o vakit. Zeytinin seni anlıyor mu peki dedim içimden. Ya da kafamdan annenin cevaplarını kurdum: "Gel kızım bak, burada halis mulis Türk kültürü, Gemlik zeytini, bunu anlarsın" falan...

Neyse zaten Dimes'in doğal sütü de yokmuş, başka marka almak zorunda kaldım.

Hey allahım, sırf keyfimi yerine getirmek için yarattın da bilmem kaç yıl sonra çıkardın karşıma değil mi bu şekilleri.

Not: Entegral ekmek almışım.. bak bak bak. peh.


Sorun


Varlık ile yokluk arasındaki boşluk,
Dolan ile boşalan arasındaki denge,
Niye.


1 Ekim 2007 Pazartesi

Aha buldum lan

"Yok ondan değil, alışmışım yalnız kalmaya"

Tamam, bundan sonra ne arıza çıkarırsam, bunu diyeceğim sebep olarak. Doğru valla. Dur sayalım. 2000 okul biter. Muratla Sezgin ne zaman giderler. Neyse işte olmuş bi beş altı sene. Aradaki ufak kesintileri saymazsak. Eh yeter.



Arabadan eve, yutüpten klavyeye

the shocking blue - araba radyosu...



before loneliness will break my heart

send me a postcard darling

how can i make you understand

i wanna be your woman



here i'm waiting for a little sign

??waiting till the end of time??



send me a postcard darling

send me a postcard now



i cant taste the lonely night

need someone i can turn to

look out what the? ???

?i want to know your own mind?



please dont let me down

aint no lover like me in town


29 Eylül 2007 Cumartesi

Bayram değil seyran değil, NEREDEYİM?


Dün akşam 2200 sularında telefonla aramda geçen konuşma ve beynimin içindeki uçuşmalar:

  • Zırılılılilulilulooğğmmm muuğğoomm (polifonik ya artist)
  • Eşhhaasshobaa. (Feyza burda, Gökhan burda, Ulaş burda. Bu numara anam babam da değil, beni kim arar ki...)
  • Klink.
  • Alo?
  • Çağlar bey, sen misin. NERDESİN!!!
  • Hık mık (ve dahi cık cık cık) . Benim? Buyrun??
  • Evde değil misin, NEREDESİN!!
  • ... (sonsuzdan azıcık daha uzun bir süre geçer) ...
  • Mahmut ben Mahmut. Site yöneticin. Eve gelmeyecek misin.
  • (Öeeaahh) Dışarıdayım Mahmut bey. İş güç, uzaktayım biraz. Yarım saatlik yoldayım(Nası yalan)
  • Gelmeyecek misiniz eve.
  • (Ulen emecen mi, derdin ne) Nedir sorun efendim.
  • Doğal gaz sayacında kaçak varmış, herkesi ayaklandırdım, bütün bina gaz kokmuştu. Patlayacaktı, atlayacaktı, zıplayacaktı. Ters dönecekti. Başı kıçına geçecekti. (Bık bık bık vık vık vık cık cık cık) Ben Gaz Arızayı aradım, gelecekler bir iki saate. Vanayı kapattım. Havalandırdık tüm binayı. GELECEK MİSİN!!
  • (Behey mübarek... bir, karnında megafon mu var; iki, ağız ishali mi oldun) Gelelim efendim. Kırk dakika, bir saat(şişir) sürede gelebilirim sanırım. Gelmemiz elzem midir acaba. Evin içinde yapılacak birşey var mıdır acaba? (Eceline susayan soru)
  • Gelseniz iyi olur, gelmenizde fayda var. GELİN. (bık vık ve cık x 17)
  • Peki ben ayarlamaya çalışıyorum.
(Bir dakika sonra)

  • Zırlöyhgulp(çaldırıp kapatan tanımsız bir enişte)
  • Alo, bu numaradan beni aradınız.
  • Hüsnü bey siz misiniz, ben Mahmut2. Güvenlikten. Neredesiniz. (Alacakaranlık kuşağındayım, sen de gelmek ister misin!?!)
  • Dışarıdayım Mahmut2, ne oldu.
  • Gaz..
  • Tamam Mahmut2, Mahmut bey aradı, bilgi verdi. Gelmem zorunlu mu, anlayıp bir bilgi verir misin bana.
  • Tamam Hüsnü bey. Ben size gelişmeleri bildireceğim.

(Tahminen yirmi dakika kadar sonra)

Mauhmut2 arar. Ekip gelmiştir. İlgili conta arızası giderilmiş ve gitmişlerdir. Bilgi verir, teşekkürleşilir. Konu biter mi... Hayır tabii ki. Daha Mahmut vardır.

(Yine bir dakika sonra)

  • Zıırrrrrlililohleleleyyy
  • Alo, buyrun.
  • Çağlar bey, NEREDESİN?
  • (Nası lan, bir şaka sitesinde mi yaşıyorum) Hala dışarıdayım Mahmut bey.
  • Tamam, gelmene gerek yok. Haber vereyim diye aradım. Ekipler gelip tamirat yaptılar. GELME.
  • (Emredersin komtanım) Anladım Mahmut bey. İlginiz için teşekkür ederim. İyi akşamlar.


Notlar:

Tahmin edeceğiniz üzere Mahmut ve Mahmut2, kişileri adresleyen sanal isimlerdir.
Yazıda farkedilmese de Çağlar da konunun öneminden dolayı kendi çapında gaz üretimine geçmiş(kibarca götüm attı demeye çalışıyorum), -sanırım- tüm konuşmaları ayakta yapmıştır. Psikolojik destek ekibi olarak yanımda bulunan Ulaş "Beraber gideriz oolumm" demiş, Gökhan ile Feyza da "Hadi olmazsa sikrebılı sende oynarız nolcek, gidince bi de ustaların yanında cigara yakarız, ehehhe ehehehe" şeklinde yanımda olduklarını hissettirmişlerdir. Saygı belirtirim.
Ayrıca Mahmut ve Mahmut2 beyler espiri kaynağı olarak kullanılmalarından ziyade, ilgileri ile beni mutlu etmişlerdir.

Trt2 - Dem bu dem


kesin birileri bana birşeyler söylüyor olmalı, bakalım.

...
...
bu genç yaşta yar yar neler geldi başıma
bir sazım var iki telden bağlama
ben gidersem yar yar kara gözlüm ağlama
ben gidersem vah vah kara gözlüm ağlama
ölür isem karaları bağlama
...
bu genç yaşta yar yar neler geldi başıma

************

havar havar canım havar havar
aman annem zülüfte gerdanı ?döyer havar havar
bir can bir canı severse havar
aman annem altı aylık yolda ne var havar havar

fırarına? daş olaydım havar
aman annem yüzüyüğüne gaş olaydım havar havar
vefasız nazlı yarime havar
aman annem bir gencecik eş olaydım havar havar

************

bir daş attım bahçanızda vişneye
kimseler yarinden ayrı düşmeye
yarim.. .. ..
çile ile yandı kurşun işleye

dağı var ovası var
elalemin yuvası var
mevlam vermiş bunca derdi
çekilecek neresi var

yaylasına vardım yağmur yağıyor
yaslanmış duvara ruhu eriyor
.. güzel bunu neylersin
dedi babam beni sana vermiyor

************

gül yüzlü cananıım sana eyy doyamadım doyamadım oyy
o güzel kıymatlıı canaa doyamadım doyamadımm oy
ah yayla yolu nerden aşar aman amaann
seyit meftuni bir deree akar bilmem nere oyy oyoy
hal böyle bööyllee cananım gell geeel
güneş yüz bir dilberee doyamadımm doyamadımm
ah yayla yolu nerden aşaarr
güneş yüz bir dilberee doyamadımm doyamadımm
ah arguvan yolu nerden aşaarr amannn oyy

************

yamacımdan gelen küçücük bir gelin
bir saat karşımda yar yar durabilin mi
şu dertli gönlümümn ihrarı sensin
kolumu boynuma yar yar sarabilin mi sarabilin mi

evlerinin önüü yazıdır yazı
böyle durak .. yar yar ceylan atası?
salınma karşımda yosmanın kızı
ölürsem kanımı verebilin mii

karadır kaşların hilal getirir
bu güzellik sana yar yar bela getirir bela getirir
aşıgın sazını dile getirir
çaresiz derdimi sorabilin mii sorabilin mii

************

malatyaanınn kavaklarıı öleeemm?
dökülüyoo yapraklarıı
bacın ölee öksüz ogluu
öksüz oğlunu vurmuşlarr
çürütüyorr topraklarıı
bacın ölee öksüz oğluu
anan öksüz oğluu bacıın ölee öksüz oğluu

malatyanın karşısındaa öleem
sular akar çarşısına
bacın ölee öksüz oğlu
öksüz oğlunu vurmuşlar öleem
... gelir çarşısında
bacın ölee öksüz oğlu
anan öle öksüz oğluu bacın ölee öksüz oğlu

************

bir ince yağmur yağar..
... kurban olam sen..
.. ..
ah bana gurbanın ola hey ...
..

anam sen uzun boylu musun minare boylu musun
her gelen huyun sorar .. ..
..  .. . .
.. . . . .

söğüt uzanır gider .. ..
gönül vermeyen gızlar günah gazanır gider?
. ..
. .. .


Hıza ayak uyduran ruhlar


Günümüzün teknolojik dünyası çok hızlı. Araçları çok hızlı. Girişi, gelişmesi, trajedisi çok hızlı. Ama bakın demek istediğim, bu sırf tüketim çılgınlığı falan değil. Genel olarak bu dünaya ayak uydurmalıyız. Üzüntülerimiz çabuk unutmalı, sevinmelerimize de o kadar inanmamalıyız.
Onbeş dakkalık gugıl sonrasında süperim ben, dedektif miyim neyim dedikten sonraki onbeş dakkalık gugıl, okul, feysbuk sonrası kararmamalıyız. Ne zaman üzüleceksek üzülelim, en fazla üç dakika sonra toparlanıp gidecek yeni yol bulmalıyız.

Belki ucundan biraz benzeşen eski yazı



26 Eylül 2007 Çarşamba

Arhavi'li İsmail


aguş
isim, eskimiş (a:gu:şu) Farsça ¥¦°ş

    Kucak:
       "Seniha'ya sarıldı, aguşuna alıp onu tekrar şımarttı."- E. E. Talu.


taka
isim, denizcilik (ta'ka)

1 .     Doğu Karadeniz bölgesine özgü yelkenli bir tür kıyı teknesi:
       "Taka ile deniz yolculuğunun nasıl geçtiğini anlatmayacağım."- E. E. Talu.
2 .   mecaz  Bozuk, zor çalışan veya eski kara taşıtları için kulanılan bir söz.


mendeve sözü bulunamadı.

kerempe
isim, coğrafya

1 .     Denize doğru uzanan taşlık burun.
2 .     Dağın en yüksek yeri.


emanet
isim (ema:net) Arapça em¥net

1 .     Birine geçici olarak bırakılan ve teslim alınan kişice korunması gereken eşya, kimse vb., inam, vedia:
       "Emaneti olanlar burada her vakit bunlarla ilgilenecek bir çırak bulurlar."- S. Birsel.
2 .     Bir kimse ile birine gönderilen şey:
       "İstanbul'dan getirdiğim emanetinizi akşam benden alınız."- .
3 .     Eşyanın ücret karşılığı geçici bir süre bırakıldığı yer.
4 .     Can, ruh:
       "Allah emanetini alsın da kurtulayım."- .


patalya
isim, denizcilik (pata'lya) İtalyanca battella

    Her iki küreği bir kişi tarafından çekilen, birden üç çifteye kadar savaş gemisi sandalı.


fotika sözü bulunamadı.

akıbet
isim (a:kıbet) Arapça ¤¥®ibet

1 .     Bir iş veya durumun sonu, sonuç:
       "Sen akıbetini pek hak etmemişe benziyorsun."- R. N. Güntekin.
2 .   zarf  Sonunda, önünde sonunda:
       "Akıbet, iş düzelecek."- .



Not: Tanımlar tdk.gov.tr'deki Güncel Türkçe Sözlük'ten.

22 Eylül 2007 Cumartesi

Zımpara zaman


Burada zaman kavramını çok fazla incelememiş olduğumuzu farkettik. Hatta nerede ise hiç diyebiliriz. Zamana, Musibete ve Etme Bulmaya Methiye yazısında sadece biraz anılmış, ama o da zaten sadece bir güzelleme olmuş zaman için. Hep kafamda gezen bir iki cümle vardır illa ki bu konuda diyerek başladım, bakalım neler çıkacak. Ha tabi bu yazıyı bu vakit niye yazıyorsun derseniz, eh birşeylere dokundu gözler yine deriz.

Bu konu Direkler sınıfında evet, ama o kadar da net değil, göreceğiniz üzre. Bu direğin kalıbını biri çakarken öbürü alttan söküyor, biri betona katkı koyarken öbürü suya buz atıyor. Ama olsun, bu inşaat da bizim, bakmamız lazım dedik ve yazıyoruz yine. Ne çıkar bilmem.

Zaman normalde geçen birşey. Hiç zamanı yaşayan biri ile karşılaştınız mı. En fazla zaman yiyenler görmüşsünüzdür. İlerliyor yani. Hareket var. Hareket de hepimizin bildiği gibi enerji demek. Enerji üretmek diye algılayanlarımız olacağı gibi enerji harcamak olarak da okuyanlarımız olacaktır bu paragrafı. Harcanan enerjinin kaynağı da -hiç gevelemeye gerek yok- biz oluyoruz, eskiyoruz. Bunu, zamanın insana saldırısı diye alsak...

İnsan bu saldırının farkında olduğu için korkuyor. Korunmaya, savunmaya geçiyor. Yani basbayağı savaş ilan ediyor. Bunu, insanın savunması diye alsak...

Ama hemen sonrasında o çarkın çomak sokucusu olamayacağını farkediyor ister isemez. Çünkü bu çark hiç tersine dönmüyor. Hiç. E o vakit de insan eline birşeyler alıp sadece çentik atmaya çalışıyor. Bunu "Maamut buradaydı" diye algılayabilirsiniz. Burda olsa kaç yazar, olmasa kaç. İz bırakmak, kalıcı olmak isteği gibi simli cümleler buparagrafa giriyor. İz  bırakmak şöyle bir düşünüldüğü zaman el izi, ayak izi, parmak izi falan diye, bizim aklımıza biraz da kirletmek geliyor. Hatta bir adım ileri gidersek saflığını bozmak bile denebilir. O ben yaptım diyerek övündüğümüz izler yine de sabırlı kahramanımız tarafından usul usul taşlanarak traşlanmıyor mu. Karşıt öneri olarak, hiç varolmamış gibi yokolmak desek acaba, ilk seslendirildiğinde tüylerimizi diken diken eden ölüm gerçeğini biraz daha kabul edilebilir hale getirmiş olmaz mıyız. Yani aslında o, iz bırakmayabilmek için sadece basit bir araç gibi algılansa daha sevimli görünmez mi. Bunu, insanın kabullenmesi diye alsak...

İç burukluğunu ve yenilecek olma hissiyatını düşününce insan, sadece özlem ile avunuyor. Hiç geri gelmeyecek fotoğrafları tekrar yaşamak istiyor. Bırak yaşamayı, fotoğraf soluyor.

*

Bireysel değişimime bir bakalım, bir örnek olarak. Ki daha giriş paragrafımda olduğumu umu... yok, birşey yapmayayım. Belki son virajdır, kim bilebilir. Neyse, bakın ben sinirli, tepkili, asi bilirdim kendimi. Gençliğin, o deli akan kan sahibi olmanın yaptırdığı çok şey oldu kendi çapımda. Genelde de bağrış çağırış. Etrafımda gördüğüm ve kabullenemediğim şeylere tepki. Sonra kendimi didikledikçe gördüm ki bu tepki sönümleniyor. Yazdım biryerlerde, keskin köşeler törpüleniyor. Bir elim lan noluyo dedikçe öbürü kırt kırt götürüyor. Bu olguya bile kızdım önce. Sonra etrafım daha olağanlaştı, ses tellerim daha çok tatil yapar oldu. Şu zamanlarda da zaten ayna artık yumuşak başlı uysal çağlar gösterir oldu. Heyt be diyen mahsun nidalar çağrılmak yerine anca yazılır oldu.

E hem fikir kısmını hem örneği bağlayıp sonlandıracak bir konuşma yapmadın derseniz, anca bu kadar yazarız deriz. Zaten kahramanımız, siz konuşmaya devam etmek için debelenseniz de gelip çenenizi bağlayacak.


19 Eylül 2007 Çarşamba

Atlaya zaplaya türküler


Yine kulaktan klavyeye...

gesi bağlarında dolanıyorum
yitirdim yarimi aman aranıyorum x2
bir çift selamına güveniyorum
gel otur yanıma hallarımı söyleyim
halimden bilmeyen ben o yari neyleyim

gesi bağlarında üç top gülüm var
hey allahtan korkmaz sana bana ölüm var x2
ölüm varsa bu dünyada zulüm var
atma beni garip anam beni dağlar ardına
kimseler yanmasın anam yansın derdime

--atla öbür tarafa, orada da yan--

gayrı dayanamammm ben bu hasrete
ya beni de götürr ya sen de getme
ateşin aşkına aman yakma çıramı
ya beni de götür ya sen de getme

yar bağrıma vurdun gızgın dağlarıı
viran goydun mor sümmbüllü bağlarıı
sevdiğim geçiyor gençlik çağları
ya beni de götür ya sen de getme
hüseynim geçiyoo gençlik çağları
ya beni de götür ya sen de getme

sen gidersen gendimmerdane deylim
bülbül gül dalına ?gonmaz gideriim
elif ?katlim ?kerr kemendim
ya beni de götür ya sen de getme

----
...
Kesik çayır biçilir mi
bana yardan geç diyorlar, geçilir mi..
...


Not: İlk türkü pek özeldi gençken. Kalmamış özelliği demek, dinleyebildik sonuna kadar. Ama sanırım,  "ben ölmüş müyem" diyen bi tane daha var, onu hala dinleyemem...


15 Eylül 2007 Cumartesi

Denizyıldızı ruhlu olmak


Denizyıldızının kopan bir kolunun yerine yenisinin çıkabildiğini hatırlıyorum. Kendi ruhunda bu yeteneğe sahip olanlardan olmak ister miydim diye düşünürken, o anektod geldi aklıma:
Dalga ile sahile sürüklenen denizyıldızlarının kendilerini alıp denize atacak birine ihtiyaçları vardı.
Peki şimdi ne olacak ruhumuza.


13 Eylül 2007 Perşembe

Sayılarla gün


Sıfıryedikırkbeş
Sıfır
Sıfır
Otuziki
Yedi
Yedi altı beş dört üç iki bir sıfır
Otuziki
Yüzüç nokta yedi
Bir iki bir iki üç iki üç dört beş iki bir iki üç dört beş iki
...
Onsekiz
Bir iki bir iki üç dört beş dört üç bir iki üç dört üç iki üç iki bir iki bir
Beş
Sıfır
Yedi
Bir iki üç dört beş altı yedi
Otuziki


12 Eylül 2007 Çarşamba

Çaktırmayın

evet çöplük mü yapsam diyordum. bu göreve devam
caglarbilir.blogspot.com
caglarb.blogspot.com
caglarblr.blogspot.com

artık ne yapacaksam...

ama asıl ve hala caglarbilir.blogcu.com

EK: Temmuz 2006 ile Şubat 2009 arasında, caglarbilir.blogcu.com'da 250-300 arasında yazı yazdım. 2007'de yedek olsun diye blogspot'ta da yer açmıştım. Blogcu yazdığım süreçte kerelerce güvenilirlik, devamlılık sorunları yaşadı ve yaşattı. Sanırım bir iki kere de bütünlük sorunu da yaşadık. Bu sorunlar süresince birçok arkadaş bu servisi bırakıp başka yerlere gittiler. Bu gidişlerin çoğunluğu blogspot'a doğru oldu. Her seferinde de taşınmam için baskılara maruz kaldım. İnadımdan, alışkanlıklara çok bağlı olmamdan ve kelebek etkisine inancımdan, sabit kaldım. Sonra askere gittim, geldim. Üretkenliğim azaldı. Ziyaretçilerim azaldı. Yazmaya olduğu kadar, hatta belki daha fazla, okunmaya bağımlılık geliştirdiğimi farkettim.
Blog işine paydos demeden bir önceki debelenme de, bu eki yazdırdı. (08.02.2009)

8 Eylül 2007 Cumartesi

Mevsimsel çağrışımlar

zemheri

isim Arapça zemher³r

    Kara kış.


Birleşik Sözler


zemheri zürefası      





güz

isim


1 .     Sonbahar.
2 .    gök bilimi  22 Eylül ile 21 Aralık arasındaki mevsim:
       "Mevsim güzdü, bol üzüm ve incir vakti idi."- O. C. Kaygılı.


Birleşik Sözler


güz çiğdemi güz dönemi güz noktası ilkgüz








maraza

isim, halk ağzında Arapça maraøa

1 .     Hastalık.
2 .     Anlaşmazlık, çekişme, kavga.


Atasözü, deyim ve birleşik fiiller



maraza aramak maraza çıkarmak  






garaz

isim Arapça ¦araø

1 .     Hedef, amaç, maksat.
2 .     Birine karşı güdülen kötülük etme isteği, kin:
       "Bağnaz, şu yahut bu düşünceye değil, düşünen kişiye, düşünmeye garazdır."- N. Ataç.


Atasözü, deyim ve birleşik fiiller



garaz bağlamak (birine) garazı olmak  




gazel (I)

isim, edebiyat Arapça ¦azel

1 .     Divan
edebiyatında beş ile on beş beyit arasında değişen, ilk beytinin
dizeleri birbiriyle, sonraki beyitlerinin ikinci dizeleri birinci
beyitle uyaklı, genellikle lirik konularda yazılan nazım biçimi:
       "O mecmuadaki gazelleri yüksek sesle okurken eski şiir lehçemizdeki beliğ ve rindane edaların zevkine varıyorum."- Y. K. Beyatlı.
2 .    müzik  Klasik
Türk müziğinde belli bir kurala bağlı olmadan bir kişi tarafından
sazlardan birinin eşliğinde söylenen, söyleyenin ses gücünü
göstermesine de olanak veren müzik eseri:
       "Yanımızdaki vagonda bir gazel başladı."- Y. Z. Ortaç.


Atasözü, deyim ve birleşik fiiller



gazel okumak gazel tutturmak  


Birleşik Sözler


gazel damarı      


gazel (II)
isim, halk ağzında


    Sonbaharda kuruyup dökülen ağaç yaprağı:
       "Coşkun sular gibi akıp durulma / Kuru gazel gibi esip savrulma."- Karacaoğlan.






Not1: Tüm tanımlar www.tdk.gov.tr'den ulaşılan Güncel Türkçe Sözlük'ten.

Not2: Şu an hala acil verilmiş bir kara sonucu olan bir haftalık
tatildeyim. Tatil dedimse para yok, anamın-babamın yanına geldim, evde
yatarım, karpuz gibi büyütürüm kabayı. Tatilde de yazı ekleyesim yoktu.
Bunu karalamış olayım. Ama aklımda birşeyler var yeni. Aha bi dakka...
başka yeni birşeyler daha geldi şimdi. Hehe bekleyin anacım bugün yeni
yazı eklemeye karar verdim şu anda.






H. Çağlar Bilir - 5 (Görsel)


Efendim biliyorsunuz bu kısım da bir dizi yazı. Ama uzun bir süre ara verdik kendi özyaşam öykümüzü yazmaya. Bunun sebebi ise sanırım ilk zamanlarımızın eskide kalması, eskinin mazi, mazinin bir hoş seda olması. Zaman eskidikçe iyiler kalıyor, kötüler varsa da unutuluyor genelde. İnsan evladının beyninin basit bir koruma mekanizması diyelim biz bu duruma, geçelim. Neden görsel diye başlık attın da laf kalabalığı yapıyorsun derseniz, açıklayayım:
Bakınız bu yazı aşırı müstehcen bir yazıdır. Ciddi ciddi uyarıyorum arkadaşlar, lütfen müstehcenlikten, pornografiden rahatsız olanlarımız bu noktada yazıyı bıraksınlar, devam etmesinler.

Uyarmadı demeyin arkadaşım.

E hala devam mı ediyorsunuz, bakın benden günah gitti, siz bilirsiniz, buyrun o zaman.


Efendim devam edelim, ilk gençlik yıllarını ilk dört yazımızda anlattık ve bitirdik ama şu anda baba ocağında olduğumuz ve kişisel tarihimizin vesikalarına çok yakın olduğumuz için böyle bir yazıya daha ihtiyaç duyduk. Ayrıca keşkül paşa ablam bu dizi yazıyı pek severdi, onun da okuyacak olmasını umarak hazırlıyorum, bilgilerinize.

E hala okuyo musunuz, bakın son ihtar....

İyi bari...

Buyrun.



Albümdür bu, albümü oluşturan fotoları çeken baba, oynayan ben. Yanımdakiler de anne ve teyze. Evet, yüzünü gördüğünüz; anne.



Yine bolca ben. Yanımda patlıcan, java ve balon rol arkadaşları.



Salonda büyük olay, yıkanma. Aslında bi tane de bu vakadan kaçış fotom var. Babam beni biraz fazla frikikli yakalamış. O fotonun bu kadar uyarı olsa bile okuyucum ve dahi blog tarafından kaldırılamayacağına karar verdiğimden koymadım. Erkekliğin onda dokuzunu tüm istikbalimle birlikte sergilemişim, siz hayal edin.

Yani düşünün.. şu yandaki fotolar o anlattığım ama göstermediğim pozun yanında karikatür kalır. O kadar yani. Artık eğer kızdı iseniz bu yakası açılmadık pozlara, üzgünüm diyebilirim sadece... Ben sizi uyarmıştım. :)



30 Ağustos 2007 Perşembe

Tarafların statü farklarının iletişimin sağlığına etkileri


İletişim sınıfına başlarken kafamızda bir plan vardı ve ona ulaştık bizce(dil çıkararak gülen surat, temel konunun tamamlandığı yerdir ve ilgili suratı aşağıdaki yazılardan birinde bulabilirsiniz). Ama bu konuyu yazarken farklı dallara da daldık ve biraz açıldık. Açıldıkça konu bulanıklaştı ve toparlayamadık. Şu ana kadar yazdıklarımız, sağ yandan iletişim sınıfı bağından da okunabilmekle birlikte eskiden yeniye okunması gerektiği için şuraya düzgün sıra ile linklerini alalım bari.

İletişime Giriyoruz

İletişimde dil - (Hırs yaptım)

İletişimde dil - 2

İletişimde dil - dolaylı yol

düdük

Ne demek istiyoruz

Niye Dedi

Aracın mesul olması yanılsaması

Tanımak, tanışmak Anlamak, algılamak


Dolayısı ile de iletişim ile ilgili kafamıza birşey takılır ya da aklımıza birşey gelirse yazalım der hale geldik. İşte bugün yine etrafta gördüğümüz kıymıklardan birinin aklımıza battığının ilan günüdür. Buyrun:


Taraflar arasındaki iletişimin sağlıksızlığı ve bunun sebepleri ile ilgili biraz kelam etmişiz gördüğünüz üzere. Yine bunlardan biri de tarafların birbirlerine göre durumları olarak karşımıza çıktı. Farklılıklardan bahsedeceğiz ama bu farklılıkların birçok boyutu olabilir. Mesela bir taraf Arapça bir taraf Fransızca dil kullanıyor olabilir. Bizim derdimiz bu değil. Şimdi düşünün, bir fikir savunucusunun karşısındakine "sen benim okuduğum okulları okumadın ki, anlayamazsın beni, senin fikirlerin benimkiler karşısında gereksiz" dediğini. Yani iletişimi daha baştan imkansız hale getirdiğini. Koyduğu ön koşullar ile aslında hiç başlamasına imkan vermediğini. Bu şekilde oluşturulan yapay mevki farkı ile aslında iletişimi bir güç mücadelesi haline getirip ve dahi onu da kendi kurallarıyla oynanan bir savaş olarak kurgulayıp kuşkusuz galip olarak kendini ilan ettiğini görelim ilk tarafın. Bu en azından açık bir ezme girişimidir. Tabii bunun aleni olmasını takdir edecek değiliz ama şimdi de bu mizansenin benzerinin -mesela- kurumsal hiyerarşi(sıradüzen/silsile) kurulmuş bir ortamda üst kademe ile alt kademenin iletişmeye çalışmaları sırasında yaşandığını düşünelim.

- Şimdi bu tepe var ya, bu tepeyi ben yaptım. Bu tepenin neresinde ne yol var ben bilirim. Hangi yoldan çıkılıp inileceğini, hangi yoldan saldırılacağını ben söyleyeceğim.
- Ama efendim kamyonların tekerlekleri...
- Höött, sus. Benim dediğim şekilde olacak.

Komik olan şudur ki günümüzde artık en basitinden en karmaşığına her türlü silsile(inanmayan devletlere, ve hatta dünyanın kendisine bakabilir) demokratiklik donunu üstüne geçirmiş. Biz bu dona dengeli iletişim diye yorum katsak mesela şimdi, demokrasinin esamesi okundu mu, yok.

Yani özetle; bir ast bir üstle konuşurken ast-üst ilişkisi varolduğu için herkes en açık haliyle konuşamaz. İletişimde denge olmaz, açıklık olmaz. Sağlıklı letişim isteyen, üstünde tek don olmasının makbul olduğunu bilerek üst olma donunu çıkaracaktır. Ancak o zaman demokrasi donu yakışır. İletişim sağlıklılaşır. Zaten üstün üstlüğünden sıyrılabildiği durumda astın altlıktan kurtulması teferruat kalır, basitleşir, kolaylaşır.


29 Ağustos 2007 Çarşamba

Statü, durum, pozisyon, mevki


statü
isim Fransızca statut

1 .     Bir kimsenin, bir kurum veya bir toplum içindeki durumu.
2 .     Kadro bakımından bağlı olduğu durum, pozisyon:
       "Kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri siyasi partilere giremezler."- Anayasa.
3 .     Tüzük.
4 .     Heykel:
       "Köyün evlerinin toprağından yapılmış, canlı, ilkel bir statü düşündüm."- H. E. Adıvar.


durum
isim

1 .     Bir şeyin içinde bulunduğu koşulların hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon:
       "Genel Sekreter, kazadaki sıtma durumu hakkında verdiğim uzun tafsilattan pek memnun kaldı."- R. N. Güntekin.
2 .     Duruş biçimi, konum.
3 .     Bireyin toplum içindeki ilişkileriyle belirlenen yeri.
4 .    dil bilgisi  Ad soyundan kelimelerin birbirleriyle edatlarla ve fiillerle ilişkilerini belirleyen biçim, hâl:
       "Yalın durum. Belirtme durumu. Kalma durumu."- .


pozisyon
isim Fransızca position

1 .     Bir şeyin, bir kimsenin bir yerde bulunuş durumu, konum.
2 .   mecaz  Bir kimsenin toplumsal durumu.


mevki
isim (mevki:si) Arapça mev®i¤

1 .     Yer, mahal:
       "Gelibolu civarında Akbaş mevkisinde bir cephane deposu vardı."- Atatürk.
2 .     Makam:
       "... senelerce devletin yüksek mevkilerinde bulundu."- Y. K. Karaosmanoğlu.
3 .     Bazı ulaşım araçlarında yolculara veya tiyatro, sinema vb. yerlerde seyircilere sağlanan konfora ve bilet ücretlerine göre düzenlenmiş yer:
       "İkinci mevki sıralar oldukça dolmuş, localardan ise ancak bir ikisi tutulmuş."- M. Ş. Esendal.
4 .     Durum:
       "Hey Allah'ım ben ne müşkülatlı bir mevkide kalmışım şimdi."- O. C. Kaygılı.


Not: Tanımlar www.tdk.gov.tr sitesindeki Güncel Türkçe Sözlük'ten.

23 Ağustos 2007 Perşembe

Çukur


Sahildesiniz, kumsal. Konyaaltı plajı olmaz mesela, orası çakıl. Olmaz, ellerinizi acıtır.

Yüzdükten sonraki o yorgunluğu yarım saatlik kestirme ile üzerinizden attınız, yana dönüp biraz doğruldunuz. Dirsek yerde, başınızı elinizle desteklediniz. İlginç, kimse yok bu açıda. Zaten siz sahil azgını da değilsiniz. Bir an daldınız ve bekleyen işlere, bekleyen hayatlara gitti aklınız. Ama hemen kendinize geliniz, tatildesiniz siz.

Tilkiler uçuştular ve başınızı biraz öne eğdiler ağırlıklarıyla. Vücudunuz ve kolunuzun arasındaki kumlara bakıyorsunuz. Evet kilolar alınmış. Baş eğilince gıdı sıkıştı boyuna. Neyse, bunu da dönünce düşünürsünüz.


Eh sol el ve kol boşta, eşeleyin kumu. Evet sıcak. Bir avuç al, hop kenara. İt, it. Hımm, geri geliyor ama. Biraz daha ileri itersiniz. On santim kadar indiniz aşağıya, kuru hala. Ama sağ kol uyuştu. Hop çevik bir hareketle hafriyat çalışmanızın üzerinden atladınız... ve hesap etmediniz işte.. Kilo dedik, göbek dedik. Hahayt, taşınan kumların birazı geri döküldü. Bu işe biraz daha profesyonel yaklaşmak lazım, anlaşıldı. Oturdunuz. Artık iki el de kazma çalışmasında dozerlik yapabilir. Ooo ıslak, en azından bu iş tekdüze ilerlemeyecek.

Aşağıdan aall, kenara çeekk. All, çekk. Bi dakka ama gelen kum siz ile amacınız arasına yığılıyor. Yetişemez oldunuz. Demek ki ikincil taşımalar yapılmalı. Çıkardığımız kumu uzaklaştırma işi... Kafanızı kaldırdınız. Size gülümseyerek bakan bir ikinci yüklenici. Sessiz bir anlaşma ile iki kişi oldunuz. Bu iyi.

Esen melteme rağmen terlediğinizin farkında mısınız.

Eğer amaç derinlikse doğrudan o amaca ulaşmak şu örnekte kıçınız yukarıda başınız aşağıda olduğu için burnunun dikine gitmekten ileri gitmeyecek, bunun da farkındasınız. Yan hedefleriniz olmalı, tali hedefler, destek amaçlar yani. Nasıl köken sebep çözümlemesi diye bir kavram varsa destek hedefler bütünleştirmesi diye bir kavramı da şimdi siz ürettiniz. Belki ilkini de yumurtlamış olabilirsiniz, ama şu sahilde bu o kadar önemli değil, di mi ama. Özetle derine inmek istiyorsanız yanlara da genişlemeniz lazım. Kullandığınız malzemenin akışkanlığı ile ilgili bir konu bu. Ooo siz de ilerlettiniz bu işleri, etraftan büyük taşlar bulundu, yan duvar güçlendirmeleri falan, güzel. Sizin arkadaş girebiliyor artık sizin çalışmaya, düşünün. Bir metreden derin oldu farkında mısınız.  Aha,  taş.  Evet dipte taşlar var. Demek ki hep  kum gitmeyecekti bu çalışma.  E değişiklik oldu fena mı. 

Çık çık çukurdan çık.

Yaptığınız işe şöyle bir bakınız, tahminen bir birbuçuk metre kadar bir çukuru kumda kimse kazmamıştır elleriyle, değil mi. Tahminsiz ve tarifsiz bir şaşkınlık var üzerinizde itiraf edin. Şaşkınlık evet, biz bu haltı niye yedik şaşkınlığı. İhtiyaca bina edilmemiş amaçların sonucuna bir örnek sadece bu çukur. Biz şu hakça olmayan amaçlara delikanlı olmayan amaçlar diyelim. Ya da buna o, önemli değil. Yaptığınız plajın dengesini bozmaktan başka bir işe yaramadı aslında. Şöyle uzaktan bir baksak, denizin dalgasının yaptığı şekil çok daha hoş görüntü oluşturmuyor mu kumda. Niye bozdunuz ki. Geri kapatmayıp öylece bıraksanız bile yarına, olmadı gelecek yaza orası tekrar dümdüz olacak, bunun da farkındasınız. Ama çıkardığınız taşların geri yerlerine konmaları nasıl mümkün olacak bilemiyorsunuz. Oldukları yerde uslu uslu ışıyan taşları çıkarıp bir de hepsini bir yere toplamak, doğalarına müdahale edip heyecanlandırmak, olduklarından hızlı tüketmek onları, bunu yaparken bir bölgenin -mesela- tüm çaylarını tehlikeye atmak, bunu da normalde meltemde durarak serinleyebilen bir şehrin tüm binalarını ve caddelerini o meltemi almayacak şekilde tasarlayamadıktan sonra o binaların hepsine konulacak soğutuculara harcanacak elektrik üretimi kaygısı gütmek...

Bu mu binlerce yıllık insanlık tarihinden damıtılarak gelen bilimsel düşüncenin hayata uygulanmış hali. E o zaman niye şu tek dişli olduğu iddia edilen canavarın kıçımı kemirdiği gibi bir hisse kapılmaktayım ben.

Öeaahh. Çıkarın beni burdaaann!!!


Not1: Biliyorum karışık oldu ama sanat sanat için halka sunuluyor ya da halk için sanata sığınılıyor.
Not2: Konunun birazı mizansen, çoğu ise -sanırım- 2002 yılı yazında şahsım ve Gökhan tarafından uygulandı.
Not2: Köken sebep çözümlemesi, root cause analysis değil mi yahu. Yoksa biri beni çok pis yiyo mu.