29 Şubat 2008 Cuma

Yörükhan Güveç Lokantası Hürriyet Gazetesinde


Kendimizin bildiğimiz lokantamız, Hürriyet gazetesi 29 Şubat 2008 Cuma günü(bugün) sayısında "Cuma" ekinde "En iyi 10 Güveç adresi" başlıklı haber/araştırma yazısında 5 numarada kendine yer bulmuş. Ankara bu onluya iki lokanta sokmuş. Biri bizimki.



Not: Kız sambadi, senin parmağın var mı bu işte, ya da kardeşin :P

Not2: Tekrar yazmakta fayda var. Basit adres "Aşağı Öveçler Mahallesi 7. Cadde Pazaryeri karşısı Ankara". Telefon: 0312 472 3192. Adres tarifi isteyenler bu linke



25 Şubat 2008 Pazartesi

İnsan ilişkilerinde 'Duvar' mecazı

İnsan kendisini çok özel sanıyor bazı zamanlarda. Lan ne biçim herifim
be, öyle bi çeşitim ki dünyada bir eşim yok, olsa öküz sabanına koşacam
diyor. Sanırım kendisini çok inceleyen insanlar değiştirip
düzeltemedikleri için önce kabulleniyor, sonra da kutsuyorlar
kendilerine dair tespitlerini. Hemen bir sonraki adım da yüceltmek ve
isim koymak. "Üzgünüm, ben böyleyim, kendimi korumak için yapabileceğim
tek şey bu, benim duvarlarım var ve çok kalın. Sana özel değil, hep
böyle. Çok incitiliyorum yoksa" Pek hoş bir betimleme, değil mi. Okuyan
vay anasına diye yorumlayabilir. Ama yorumlamayabilir de. Çok özel bir
yaklaşım değil bu tırnak içindeki. Her insan böyle olabilir. Her
insanda kendisini sakınma güdüsü gelişmiş olabilir. Yani demek
istediğim bu tırnak içi o kadar da özel biri değildir. Herhangi biri
gibidir. Önemli olan kendini yüceltip şişirmeden, bu hissin de normal
bir insani hal olduğunu sağduyulu bir şekilde tespit edebilmek kendinde
sanırım. Ancak o zaman bu duvar mecazının faydalarını, zararlarını
inceleyebilir kişi.



Şimdi girizgahı yaptığımıza göre ayrıntılandıracak olursak duvar
mecazı şu: Kişinin kendisine dair özel saydığı bazı şeyleri dışarısı
ile paylaşmaması durumu. Bu tarif eksik olabilir. Çünkü dikkat edilirse
bu tarifin dili o dışarıda bırakılanların dili imiş gibi farkettiniz
mi. Kişinin kendisi dışında diğer tüm insanlar yani. İlgili duvar
kişinin kendisini koruma mekanizması.


"Ben zamanında çok üzüldüm ve yıpratıldım, artık kendimi korumak
için insanları belli bir noktada tutuyorum. Daha ileriye geçmelerine
izin vermiyorum. Özümü kendi istediğim gibi saf tutacak bir duvar bu. O
kadarına karışılmasını istemiyorum. Belli birine karşı bir korunma
değil bu, herkese karşı böyleyim."



İstenirse bu durumu anlatmak için yukarıdaki paragraftan çok daha
ağdalı edebiyat kesilebilir.  Aşağı yukarı böyle birşeydir bu yazının
konusu olan şey. Ya da belki karşı taraf; "Ya neden içine girmeme izin
vermiyorsun, niçin özellerini benimle paylaşmıyorsun, niye beni
kendinden uzak tutuyorsun, aç bana kendini" gibi şeyler de diyebilir.



Konuyu iki taraftan da incelemek faydalı olacak. Savunan, incinmekten
korktuğu için böyle davranıyordur. Ya da cesur değildir. Saldıranda ise
hakim duygu merak olmalı.



Savunanın olası kaybı saldırandır. Saldıranın olası kaybı da savunan. (Bak burası komik aslında)



Olası hatalar da şunlar: Savunan pek matah birşeymiş gibi sakladıkça
gelişimi engellemiş olur kendinde. Savaşın klasiğidir, iyi savunursan
duvarı nasırlaştırırsın daha fazla. Saldıran da çok da gerekliymiş gibi
girince anlamsızlığı farkeder.



Esnek ve rahat olmak lazım, hiçbirşeyi hakkından çok zorlamamak lazım.
Olursa olur, olmazsa olmaz. Olursa olacağından olmuştur. Olmazsa
olmayacakmıştır.


Savunanın davranışına biz, gizlilik/belirsizlik/meçhullük vasıtası
ile güvenlik(security by obscurity) ya da saklayarak güvenlik sağlamak
diye isim veriyoruz. Saldırana ise kedidir kedi diyoruz. He ama
biliyorsunuz insanın başına gelen ya meraktan ya kürekten.

E
biz senin ne dediğini anlamadık, bir tarafa da meyletmemişsin
diyenlere; "E o kadar direk diktik, boşa değil ya. Aralarına da duvar
örmek lazım ki kişinin benliğinin evi ortaya çıksın." diye cevap vermiş
olalım son paragrafla.


Not: Şöyle de bir şarkı var ilham verici sınıfında. Geçen yine denkgeldi. http://www.youtube.com/watch?v=gTh4xU_BHBc


19 Şubat 2008 Salı

Bir otonom sistem olarak insan


Dizi bakıyordum, "sakın kendini bırakma oğlum" diye bir replik duydum. Benim kireçli beyin gır gır dönmeye başladı. Başlayınca başlık süslüsünden böyle çıktı. Bir otonom(özerk) sistem(dizge) olarak insan. Ama aslında kafamdakini anlatmıyor bu. Bir sonlu durumlu makina(finite state automata) olarak insan da diyebiliriz sanırım.

İnsanın kendi kendisini yönetebilme gücünden bahsetmek istiyorum. Yo aslında bahsetmek istemiyorum. Sadece selam durmak ve hakkını teslim etmek ve alkışlamak istiyorum sanırım. İnsanın kendi kendine yetebilmesinden, hükmedebilmesinden vesaire.

Evet insan kendini bırakırsa düşer, bırakmazsa düşmez. Düşmüşse ve kalkmak isterse kalkar, istemezse kalır.

Not: Ya şeyi unuttum, Direnen Canlar diye bir kitap var mıydı, ne anlatıyordu.


16 Şubat 2008 Cumartesi

Acı acı gülmek

Ya da, iletişim kazası olmayan şekilde havlamak



Dün bir adam izliyordum televizyonda, kızmıştı. Kızılmasına kızmıştı.
Halihazırda güçlü olanın sadece bir iletişim yöntemi olduğu iddiaasıyla
öfkelenmesine öfkelenmişti. Kendi cümleleri ile; "İtidal çağrısını
güçlü ve dolayısı ile üstte olan mı yapmalı, yoksa biz gibi güçsüz ve
yalnız ve altta ezilmiş olan mı yapmalı" diyordu. Zaten güçlü olanın,
kendisine öfkelenecek olan için elinde her türlü alet edevat olanın
sakin olmak yerine bu kadar şeyin üstüne bir de öfkelenmesine
"ahlaksızlık" ismi veriyordu.

Yani özetle zaten güçlü olanın bir de öfkelenmesi, kızması, sindirmesi
"hak" mı diyordu. Sadece zaten kaybetmiş ve bunu kabullenmişlerin
becerebileceği şekilde acı acı gülüyordu.



Bu da bu şekil bir güç yazısı olsun. Kaos ve çelişki dolusundan.



Not1: Güç isminde bir sınıf açtım. Direkler kısmında varolan güç paradigması yazılarını oraya taşıdım.


Not2: Yazı kendi başına anlaşılmıyor olabilir. Sebebi isimsiz anlattığım adam değil, kavramların ilgili sınıfın diğer yazıları ile çok bağımlı olmasındandır.

11 Şubat 2008 Pazartesi

Ev ilişkileri


En uzun süreli ilişkiyi bilgisayarla yaşıyorum. Sürekli askıntı oluyor. Nereye gitsem peşimde. Koluma takıp gezdiriyorum. Bilirsiniz, pek de nazlı olurlar bilgisayarlar. Ama ne kadar değişken ruhlu olsalar, ne kadar hassas bir yapıda olsalar, ne kadar çok ilgi isteseler de hiç yapmak istediğimi yapmadıkları olmamıştır. Hayatıma giren her türlü bilgisayara -ama zor, ama kolay- dediğimi yaptırdım. Sonuçta karmaşık da olsalar deterministik(nedensel) dünyanın vatandaşlarıdır bunlar.

Klozet var mesela kafayı taktığım. Yanlış olmasın, kafamı klozetin herhangi bir yerine takmıyorum. Hele içine hiç sokmuyorum(Belki biraz kıçımı sokuyor olabilirim). Ama sonuçta ne kadar karmaşık olabilir ki: Delik var, sıçıyorsun. Su rezervuarı ve o rezervuarın içeriğini, senin içeriğinin üzerine boşaltmak için bastığın bir düğme var. Nasıl bir dert olabilir, olamaz dert falan. Nettir olaylar. Ne bileyim, kalın sıçmışsındır, klozet bunu kabullenmek istemeyebilir, ikna edersin. Ya da işte sular kesiktir, rezervuar boştur, dolmamıştır. O düğme bozuktur, ya suyu boşaltmaz ya da boşalmış suyun yerine yenisi dolmaktadır ya, şamandıra durdurur akışı düğmeye bağlı şekilde, takılır, sürekli akar falan. Siz hiç, herşey düzgün olduğu halde size olan kızgınlığından dolayı su boşaltımını reddeden klozet gördünüz mü. Ya da yaptığınızı gururuna yediremeyip iade edenini?

Kapılar var sonra evde. Açıyorsun, öbür tarafına geçiyorsun. Böyle bir işlevi var insan hayatında kapının. Ayırıcı olduğu kadar buluşturucu da. Kapı mesela arkasına geçip üşüyeceğiniz(dışarı çıkıyorsunuz) düşüncesi ile açılmamazlık eder mi. Etmez. Açılmıyorsa başka bir nedeni vardır daha basit(Occam'ın usturası ilkesi). Kilitlidir vb. Yani bir kapının en beklenmez davranışı siz giderken arkanızdan gıcırdamasıdır. Üzüldüğünden değil, yağsız kaldığındandır o da.

Koltuk var başka bir gıcırdayan. Aha yine gıcırdadı bak. O da "hayvan herif, niye abandın üstüme, kalk" demiyordur. Hele ki "Beni ne doktorlar istedi de annem, işlemeli kanepeyi dinlemedim" hiç demiyordur. Vidaları gevşemiştir.

Ev eşyalarında hayat nettir. Karışık ve düzensiz ve değişken ve tahmin edilemez değildir.

Kombiyi düşünün şimdi. Evet evet kombiyi. Hadi hep beraber kombi düşünelim, ya da olmadı, şofben düşünün. Kombi fıtratı gereği su ile ilişkili bir hayvandır. Su damlattığında kara kara düşünmezsiniz acaba üzüldüğü için mi ağlıyor yoksa sevindiği için mi demezsiniz. Pis sömürgeci ingiliz anahtarını alır sıkarsınız, damlatmaz(Damlayan yere ped ya da bebek bezi bağlamak reklamlarda olur, ki saçma).

Telefon, düğmeleri var. Basarsın, dediğini yapar. Ocak, bunun da düğmeleri var, çeviriyorsun. O da öyle, ne dersen onu yapar. A evet lamba da öyle.

Şimdi gelelim zurnanın (üflediğin için) zırt dediği yere. Evde bunlarla ve bu çeşit bir ilişki içinde yaşadığında başka çeşit ilişkilere kafa yormak istemezsin. Saçma gelir. Anlayamazsın, anlamlandıramazsın, reddedersin, kaçmak istersin eve.

Determinizm ile ilgili ama yazı ile ilgisiz not: http://caglarbilir.blogcu.com/1191049/



10 Şubat 2008 Pazar

Dinliyoruz madem, yazalım bari:Kulaktan klavyeye


mevlam gör diyerek iki göz vermiş

bilmem ağlasam mı ağlamasam mı

dura dura bir sel oldum erenler

bilmem çağlasam mı çağlamasam mı


mahsuni şerifim dindir acını

bazı acılardan al ilacını

pir sultanlar gibi darağacını

bilmem boylasam mı boylamasam mı



--duyanın notu:--



arada şu dörtlük de var ama söyleyen söylemedi



(yoksulun sırtından doyan doyana

bunu gören yürek nasıl dayana

yiğit muhtaç olmuş kuru soğana

bilmem söylesem mi söylemesem mi)



***************************************

yıldız akşamdan doğarsın

dağlara boyun eğersin

ben gibi yar mı seversin

doğmayaydın mavi yıldız



yıldızlardan ... alsın (duyamadım)

benim gibi perişansın

yardan bana bir nişansın

doğmayaydın mavi yıldız



****************************************



hasretinle beni

büryan eyledin

beklerim yolların

gel efendim gel

gönül kuşu aktı

cevvan eyledi

beklerim yolların

gel efendim gel gel

evvel ahir sensin

dönmezem senden

meyli muhabbetin

çıkar mı candan

gönül göç eyledi

kevri?? mekandan

beklerim yolları

gel efendim gel gel

softalar çoğaldı

haddini aştı

ot düştü sineme

ciğerim pişti

şimdi ?gayret şahım

?merdana düştü

beklerim yolların

gel efendim gel gel

beklerim yolları ali ali

gel efendim gel gel



******************************



beni ağlattın güzel

derde bağlattın güzel

ele bıraktın güzel

böyle olur mu



dereler çağlar oldu

gözlerim ağlar oldu

gelmedin aylar oldu

böyle olur mu



attın gurbet ellere

bıraktın yadellere

saldın dilden dillere

böyle olur mu



**********************************



deymen benim gamlı yaslı gönlüme

ben bir selvi boylu yardan ayrıldım

evvel bağban idim dostun bağında

talan vurdu avya nardan ayrıldım



kumru gibi gökyüzünde dönende

baykuş gibi viran yurda konanda

çok ağladım ferhat gibi çöllerde

şirin gibi zülf-ü yardan ayrıldım



************************************

(gesi bağları okuyo.. ama bu kız çocuğundan yazmayacam bu türküyü.

belki bi ara kendim okurum... geç.. )



*************************************

Not: Trt, Türkülerle Süper Gece programı, dinlerken. Kulaktan klavyeye serisi için Sozler sınıfının diğer yazılarına alalım sizi lütfen...



7 Şubat 2008 Perşembe

Durum güncellemesi ve belki sezon sonu

Efendim, önce Sonuç gibi durum demişiz, adından bağımsız olarak, ilk başta.
Sonra da Aile babası olduğumuzu kabul etmişiz.

Şimdi de durumu netleştirelim dedik. Yazıların yorumlarında da dediğimiz gibi (ama yeterince geciktikten sonra) balkonu devraldık tekrar. Ama doğal olarak alışmış kudurmuştan beter. Bakınız aşağıya. Sanki etrafında yuvası varmış da, yuvanın salon kısmında uyuklarmış gibi, değil mi.




Huylu huyundan vazgeçmiyor, çete yine yine buralarda biz balkonu temizlesek de. Utanmazlar  rezervuar köpekleri pozu da verdikler bakın.




O tepesindeki nedir dersiniz diyerek elemanı çektim kenara, ayrı aldım. Çakal dalaşmış biriyle, belli.




Yani sonuç olarak, ben ortamı temizledim ama onlar gidici değiller. En azından sahiplenmeyecekler artık diye düşünüyorum, periyodik bakımları ihmal etmeyeceğim bir iki ay. Belki ayaklarını keserim (lafın gelişi).

5 Şubat 2008 Salı

İletişimde sıra/süreç

Biz işimiz gereği TCP/IP süitinin içindeki TCP isimli iletişim kuralını
anlatırken "bağlantılı" bir iletişim kuralıdır deriz. Bağlantılı, yani
"connection oriented" olan şeyleri size anlatmayacağım tabii ki. Demem
o ki bu yazının konusu olan şeylerin kıymıkları ta oralara uzanmakta.
Bir iletişimin bağlantılı olması çok zayıf bir kavram. Derdimi
yeterince anlatmıyor aslında.

Ben iletişim bir süreçtir demek istiyorum. Cımbızlanamaz. Bir başlangıç
ritüeli vardır, bir bitiş ritüeli vardır. İletişimde devamlılık da
esastır mesela. İletişmede bir sonraki adım bir önceki adıma bina
edilir, bağlıdır, bağımlıdır. Eğer her bir iletişim(konuşma, yazışma,
görüşme, sürtüşme, sevişme.. (ehem bu sonuncu olmadı)) lokması
incelenecekse, irdelenecekse tek başına irdelenemez. Etrafı ile
ilişkili olduğu için tüm bağlam incelenmelidir. Öncülü, ardılı nedir,
ne olmuştur, bakılmalıdır.

Basitleştirmek gerekirse bir fıkra şablonu ile, en ünlüsü şu "Namaz
kılmayın" hadisesidir. "Adam namaz kılmayın dedi, vre kafir" de
diyebilirsiniz, sakin sakin dinleyip aslında cümlesinin "Abdestsiz
namaz kılmayın" olduğunu görür ve takdir edersiniz. Böyle birşeyden
bahsetmeye çalışıyorum cımbızlanamaz derken.

Cımbızlanamaz, cımbızlanmamalıdır. İyi incelenmelidir. İletişim kimden
başlamış, kim tarafından cevap verilmiş falan filan. Mesela tersinden
bakarsanız olmaz. Cevap vereni iletişimin başlatıcısı gibi görürseniz
örneğin, herşey tepetaklak olur.


E bu ne ki şimdi demeyiniz. Bazen en basit ve açık olanı bile belli
etmek lazım. Ayanı beyan etmek diyelim biz buna. Belki bu yöntemin
faydalarını da başka bir yazıda inceleriz.



2 Şubat 2008 Cumartesi

Gündem sömürüsü


Takipçiler farkındadır, burası pek bi etliye sütlüye dokunmaz görünür. Şöyle bir bakan "pek lümpen be" bile demiştir muhtemel. Okuyorum iddiasındaki de "farklı, sıradışı" felan diyerek açık edebilir belki bu fikrin kuzenlerini.
Özünde yazan kişi olarak ben anlaşılamasam da çok da yakından irdelediğimi düşünürüm gündemi. Ha anlatmayı becerememekteyim, orası kabul edeceğim bir gerçek. Yapıcı tarafından(kemiksiz yani) eleştiriler de alırım, "daha anlaşılır yaz, amacına ulaş" diye. Yapabilsem olacak da, yapamıyorum işte.

Bugünlerde birçok gazete köşe yazarının da incelediği gibi, artık yorumlanamaz, incelenemez, etkileri değerlendirilemez, hatta bırakın bunları, takip bile edilemez hızda gündem değiştiriyoruz. Çene ishali olmuş gibi millet, neresini tutacağız belli değil. Fil girmiş züccaciyeciye, mabadı sallandıra sallandıra geziyor, bi halt da alacağı yok da, endam gösteriyor. Hangi birini tutmaya çalışacaksın ki devrilen çamların. Yani bunu bile yaptılar. Denilen ve gündem başlığı olan lafları satır satır listeleyip, her birine birer satır doğrusunu yazıp başetmeye çalıştı yazarlar, o bile olmadı. Anacım bunlar nasıl sçıyorlarsa, silsen de izi kalmakta. Yani ayıp olacak ama güvercinlere, onlardan bile becerikliler bu konuda çene ishallilerimiz. Yani son bir ayda gördüklerimizden, yaşadıklarımızdan anlıyorum ki, eğer Japon olsak en az on harakiri izlemiş olurduk, ya da ne bileyim hepimiz şaşırmış Hollandalı olsak k.ip-ne.yim ama seviyorum, istifa ediyorum lafları görmüş olurduk. Anlatamadım işte ama böyle birşey. Konuş konuş bitiremediler.

Biliyorsunuz başka bir seride irdeledik, iletişimde(burada konuşmayı bir alt kolu olarak aldım iletişimin) "ne anlattığınızdan çok nasıl anlattığınız önemlidir, hatta ne anlatmadığınıza da dikkat edilmelidir aslında" gibi küçük sonuççuklara varmıştık. Şimdi bu kadar konuşulunca diğer hiç bi işe vakit kalmıyor ve yapılmayan işlerin de üstü örtülüyor gibime gelmeye başladı. Ya da yapılan işlerin üstü de örtülüyor olabilir pekala. Yani azıcık bi iş beceriyorlar, onu da yanlış işi yanlış yaparak ediyorlar, üstüne de kum atıyorlar kedi gibi galiba; Diyorum, ne dersiniz.

Çingeneleri ve diğerlerini çok severim, ve hatta böyle ayrımcı lafların koşutunu, daha reel politik olanlarını aramak da isterim lakin tam da burada "Merd-i kıpti şecaat arzeder iken sirkatin söylermiş" diyesi gelmekte insanın apansız.

Hani gündem ya yazının gündemi, zaman tam adı haber olan ama haber niyetine hiçbirşey bulamadığım şeylerin zamanı iken hızlı hızlı geziniverdim aptal kutusunun içinde. Biri diyor ki onbinler, iki adım ötede öbürü de diyor ki yüzbinler. Hadi bugün özlü sözlerden gidelim, bizde adama "ya sayı saymayı bilmiyorsun ya da dayak yememişsin" diye sorarlar yekten.Bu ne iştir kardeşim. Senin o reklamlardan aldığın paraların yüzü suyu hürmetine bari, azıcık işine saygın yok mu. Ya işini yapamıyorsun, uyduruyorsun ya da hesap peşindesin. Uzatıyorum evet, ama açıkçası şöyle basit şekilde özetlenmiş zamanında "gaflet ve dalalet(delalet değil) ve hatta hıyanet" diye. Seçin birini kardeşim de, bilelim kimlerle aşık attığımızı.

İş bilmez diye naif tarafından yaklaşalım. İşte o zaman da en yaman tarafına denkgeliyoruz sorunun. İşi bilen değil bilmeyen yapıyor. Yani liyakat sorunu var. Yazık ama şu laf da edilmiş çok önce ve bugünün baş ağrılarının baş üstüne koyacakları kişi tarafından "işi ehline vermek" diye. Ama nerde. büyüğe vefa sözde kaldıktan sonra. Ha ne diyorduk, işi bilmeyen yaptığında o iş yanlış yapılır anacım. Herşey yanlış olur. İşi yapamadığında kapatmak için işi yanlış yaptığını göreceklerin gözünü başka yere çevirtirsin onları kayırarak. Adam ayırırsın. Yaltakçı olursun. İşler olmazken oluyormuş gibi edersin. İşte o zaman da yaşadığın ve memleketin en büyüğü olan şehrinin yüzde altmıştan fazlası kaçak olur. Şehrin diyorum, tüm şehrin. Eğer bunun farkına varırsan çok daha net görmeye başlarsın bizle en patlayanından maytap geçildiğini. Adam işini yapamıyor ki, yetişemiyor. Belki yetişmek istemiyor ya da yetişirse başkalarının ayağına basıyor olacak, o kadarı hak almak olacağından girmeyeyim ama arkadaş... ne diyeyim. Tüm şehrin... hepsinin... yarıdan fazları aslında şehircilik adına yürümesi gerektiği gibi yürümemiş. Yok olması lazım aslında. Şehrin bu kadar büyümesine birşey demem ama sen bu büyümeye nasıl yetişemezsin arkadaş. Hadi bu bahsi de kapatıp daha derine inelim. Bu iş bilmezlik ve yapamamazlık neden kaynaklanıyor diyelim.

"Eğitim şart" diye alay klişeleri üretti değil mi bu toplum, sağolsun. Biz bunu alay konusu ederken adam aldı başını, başörtüsünü yürüdü. Eğitim şart evet gerçekten, biz bunu alay konusu olarak irdelerken aslında daha "evet şart" ve "hayır şart değil" arasında bocalamakta olduğumuzu kaçırdık. Aslında bu noktayı çoktan geçmiş ve nasıl eğitim demeye başlamış, çözmüş ve uygular olmadı idik. Uygular olmalı idik ki o iş bilmez iş yapıcılarımız iş bilir insanlar olaibilsinler eğitimleri süresince. Ama olmayınca olmuyor. Hiç bir yapı beklemez ki senin ona yetişmeni, o gider, sen seğirtirsin arkasından. Olayı yönetemezsen ezilirsin işte. Kriz yönetimi okumak lazım. Ha ben okumadım ama kırbadan sallasam tutar sanırım: "Her şeyde ve her yerde olduğu gibi, sosyal yapılarda da hiç bir zaman boşuk oluşmaz, boş bırakılan yer hep doldurulur alternatifi tarafından". Sen konuyu yönetemezsen başkası yönetir, sen eğitemezsen istediğin gibi, başkası eğitir, sen konuşmazsan başkası konuşur, sen yazamazsan başkası yazar. Sen hakkı hukuku dağıtamazsan başkası dağıtır ya da dağıttırır, sen özgürleşemezsen, gelir biri, özgürleştiriverir makattan. Biz buna da başka birşey diyoruz ya gerdek ve dış kaynak kullanımı ile ilgili, şimdi demeyeyim burada düzünü, ayıp oldu, daha çok olacak.

İşini doğru yapan adam üretmeliyiz(biliyorum sert ama adama ürün gibi yaklaşmak, onu bile beceremedik daha)
Toplum denen saat çok ama çok karmaşık bir dişli sistemi. Ağır yürür. Çok uzgörülü, çok planlı hareket etmek gerekir. Yoksa boş bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya. Bakın yine toplumla ve eğitimsizlikle ilgili trajik birşey söyleyip mızırdanmayı bırakayım bu seferlik: Biz memleket olarak yaşamamız için gereken enerjinin yüzde kırkbeş kadarını sadece ve sadece ekmekten alırmışız. Bunun da lafı var hani ekmek yemezsem doymam diye, o hesap. Ama aynı zamanda her gün ürettiğimiz on ekmeğin birini çöpe atarmışız. Komik değil mi. Hani sıçana kadar yiyor da arttırıyor olsak hepimiz, anlayacağım, sadece işini bilmeyen fırıncılarımız var, ellerinin ayarı yok diye ama, acımızdan geberiyoruz, o da ortada. Demek ki sorun var toplumsal olarak da işbilmezlik dışında. (Acaba batının ahlaksızlığını aldıktan sonra mı elde edildi bu oran. Ahlak eğitimimiz çok mu iyiydi.) Onda bir az göründü değil mi. Şöyle anlatayım, her gün 13 (yazı ile onüç) milyon adet ekmeği çöpe atarmışız. Kutsal olanı hani. Yere düşünce öpüp başımıza değdirdiğimiz ve en azından kuşlar yesin diye duvara koyduğumuzu. Onüç milyon somun.

Afiyet olsun.

Not: Sayıları net hatırlamıyorum, onüç değil de oniki ya da onbeş olabilir. O kadarı için affedin.


1 Şubat 2008 Cuma

Gündem dışı

uzlaşmak
(nsz)

    Aralarındaki
düşünce veya çıkar ayrılığını, karşılıklı ödünlerle kaldırarak uyuşmak,
karşılıklı anlaşmak ve mutabık kalmak, antant kalmak:
       "O vakit politika ile mücerret ilmi birbiriyle gayet kolay uzlaşır şeyler sanıyordum."- R. N. Güntekin.




çatışmak
(nsz, -le)

1 .     Birbirine çatmak veya çatılmak:
       "Ulu denizin üstünü çatışan, şimşeklenen kara bulutlar sardı."- Y. Kemal.
2 .     Söz, iddia veya davranış birbirini tutmamak, birbirini çelmek, mütenakız olmak.
3 .     Karşılıklı vuruşmak.
4 .     Kavga etmek.
5 .     Deve ve köpek çiftleşmek.


çelişmek
(nsz, -le)

    Düşünce ve davranış birbirini tutmamak, birbirlerine ters düşmek, tutarsız olmak, mütenakız olmak.


çekişmek
(nsz, -le)

1 .     İki yönünden karşılıklı çekmek:
       "Halat çekişmek."- .
2 .     Bir şeyi birbirine karşı çekmek:
       "Bıçak çekişmek."- .
3 .     Aralarında ad, niyet, kâğıt veya piyango çekmek:
       "Kura çekiştiler."- .
4 .   mecaz  Ağız kavgası etmek:
       "Seninle çekişmek lazım, büyük hareketlerin manasını anlamıyorsun."- P. Safa.
5 .   mecaz  Üstün gelmek için karşılıklı çabalamak:
       "Takımımız birincilik için çekişiyor."- .


ve ayrıca

ödün
isim

    Uzlaşmaya varabilmek için hak, istek veya savlarının bir bölümünden, karşı taraf yararına vazgeçme, ödünleme, ivaz, taviz:
       "Kalabalığa verilen her ödün, verenleri kendi benliğinden, kişiliğinden uzaklaştırıyor."- N. Cumalı.


ivaz
isim, eskimiş Arapça ¤ivaø

1 .     Ödün.
2 .    hukuk  Edim.
3 .     Karşılık:
       "Bugün canım yolda koyam, yarın ivazın veresin."- Yunus Emre.




Not1: Tanımlar tdk.gov.tr'den.
Not2: Bi de: http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=haci+ivaz+pasa