27 Ocak 2008 Pazar

Karmaşık basitlik


  • Bulaşık
  • Kahvaltı
  • Çamaşır
  • Bulaşık
  • Süpürge
  • Toz
  • Banyo...
  • Gaz bitti mınakoyiğm, ara.

Gaz almaya gittim sonra, e şehre inmişken de Güveç'e uğramamak olmazdı. Gittim. Erol abi pazara çıkmış, bekledim. Beklerken Nurcan hanım altı aydır oraya gitmediğimi iddia etti(sanırım kendisi Merih zaman birimlerine göre konuşmakta) ki bu iddiası oradaki birçok arkadaş tarafından yalanlandı. Zira daha hafta içi orada idim seferi bir arkadaş ile birlikte. Ha bu arada, allahtan beğendi yemekleri de mahçup olmadık. Selam ederim buradan ona.

Nurcan hanım "benim misafirimsin" dedi, bir ısırganlı sac böreği yuvarladım. Halbuki sadece çay içip Erol abiyi bekleyecektim. Benim misafirimsin demek, para vermeyeceksin demek oluyor. Buradan Nurcan hanıma da teşekkür ederim.

Sonra Erol abi geldi pazardan, kestaneyi altı liraya, cevizi de on liraya almış. Ceviz kabuklu tabi. Oracıkta katır kutur avcumuzda kırarak denedik cevizi, tamam. Güzel. Erol abi gelince Nurcan hanım gitti.

İnsanların tüketilmesi gibi üzücü bir başlık koyabileceğimiz bir paragraf konuştuk üzülerek. Onu geçtik, klasik yemek konularına geldik. Mesela yemeğin tuzu. Kapama mesela, et, tuz ve karabiber. Su bile yok. Sadece bu üç malzeme nasıl olur da bu kadar hoş tat olur dedik. Menünün en tuzlu yemeği, ama bu tuzun altını da kaldırmaz, olacak o kadar dedik. Bu kadar basit tarif ölçünün hassaslığı nedeni ile nasıl bu kadar karmaşık olabilir, nasıl bu kadar uzun konuşulabilir ve hatta aşağı bakarsanız bu kadar sene sonra nasıl olur da bizim deneyimize konu olabilir hala, diye şaşırdım kendi kendime.


Burada utandığım için aynı fotoğrafı iki kez koymadım. Ama siz bilin ki bu üstteki tabak yetmedi üç çatala, aynısından bir tane daha sıyırdık. Kapamaya saygı duyduktan sonra Kütahya Güveci'ne geldi sıra. Bakınız, aynı görüntü.



Bu tabak sonunda da yemeklerin uyumu, sırası ve dengesi olduğu kararına ulaştık. Herşey herşeyle yenmez, herşey heryerde yenmez dedik. Bir yemek adabı, kültürü, mantığı vardır dedik. Mesela burada biz "keskinlik dengesi" kavramını yumurtlayalım da okuyan süslü blog sansın, hehe. Neyse muhabbeti bitirip kaçarken gayri ihtiyari soluma baktım, dolap. İçinde de sıra sıra bana bakan Niğde gazozları. Kaptım birini, "çalıyorum bunu" dedim, "hesaba yazıverin"



Geldim eve, gaz kontörünü yükledim. (Ankara'da bazı doğal gaz sayaçları ön ödemeli. Bir kart var, ona kredi yükletiyorsun, onu da getirip sayaca sokuyorsun. Çok seksi.

Madem gazım var, osurayım...
...
demedim. (ayıp hem)
Banyoyu sürttüm, sonra da banyo yaptım. Aha bu yazıyı da yazıp günü tamamlıyorum, mesudum.

Not1: Doğan gaz kartının, sayacının, borusunun, şofbenin, gaz dağıtım şirketinin vb. kadın olmamasından ve dolayısı ile cinsel organı olmamasından mütevellit, en yukarıda ettiğim küfrün muhatabı yoktur. Havaya edilmiştir. Mağduru olmayınca hukuki olarak suçu da yok. (sanırım)
Dünyevi durum bu. Küfretmek günahsa ayrıca, aha o da benim. Üçüncü şahısların bilgisine.
Not2: Boğaz mı direkler mi dedim, boğaz sanki daha popüler olacak gibi. Hem ayrıca Güvec'i de, bu sınıfı da ihmal ettik yazılarda, Boğaz olsun.


26 Ocak 2008 Cumartesi

Didiy

Doğru işi yapmak
İşi doğru yapmak

İşi doğru yapmak
Doğru işi yapmak

Doğru işi yanlış yapmak
Yanlış işi doğru yapmak

Yanlış işi yanlış yapmak

Doğru işi doğru yapmak
Doğru işi doğru yapmak
Doğru işi doğru yapmak

Yapmamak
Yapmamak
Yapmamak

Yapmamak?



24 Ocak 2008 Perşembe

Ben bunları size gösterdim mi?



Biliyorsunuz, fi tarihinde(geçen bayram) eve gitmiştim. E evde de boş durmadım tabii, orada da yedim. O bayramın kurban bayramı olmasından tamamen bağımsız olarak yedim hem. Antalya gitmelerimin tarihinde ilk kez, gitmeden önce liste yaptım, "Ne istiyorsun oğlum, canın ne çekti ise söyle, yapalım" cümlesine cevabım hazır şekilde gittim yani.
Listem tirmis, kuru köfte, piyaz ve mozayik pasta şeklinde idi. Tirmis nedir diyenler için sözlük önereceğim. Ve evet tirmis dışındaki tüm taleplerime ulaştım. Piyaz zaten görselleştirilmişti, köftenin ise fotosunu ben çekmeyi unuttum parmaklarımı yerken. Size sadece mozayik pasta kaldı arkadaşlar. Buyrun:



Not1: Bu mozayik'in özelliği de normalde yumurtalı yapılıyorken, kendisinde yumurta olmaması ve fındık eklenmiş olması. Mis, mis, miisss. Yapanların elcağızlarına sağlık.
 
Ayrıca şu fotoda görüleceği üzere, başka katılımcılar da vardı yememiz için. Ev yapımı poğaça ve alaman işi ufak ufak şeyler.. bilmiyorum onların adını. Sadece yutmasını öğrendim.


Not2: Yaparız diyerek beni bekleten, Antalya gidişine kadar şişmeme sebep olan mozayik pastası beklentisi maymun edicilerine de buradan selam ediyorum, hehe.


17 Ocak 2008 Perşembe

Demiki Yadaya İkenile Nedahiyili


Bu yazımızda size bir arkadaşımızdan bahsedeceğiz. Demiki Yadaya İkenile Nedahiyili. Adının uzun olduğuna bakmayın, biz ona kısaca Demiki diyoruz. Hatta Dem.

Demiki, Japon bir babadan olma, Hint bir anneden doğma bir insan evladı. Yirmili yaşlarının sonunda. İlk ergenlik zamanlarında, aklının başına geldiğini sandığı yıllarda kendini dünya vatandaşı olarak tanıtıyordu "Sen şimdi nereli oluyorsun, kim oluyorsun Demiki" diye sorduklarında. Net bir cevap verememenin ürettiği o gerginlikten kurtuluş yolu olarak bunu seçmişti. Bu sorunun "Anneni mi seviyorsun, babanı mı" sorusu gibi bir soru olduğuna kendini inandırdığı ve tabii ki saçma bulduğu için böyle bir refleks geliştirmişti. Soranların hep kendisini aşağıladıklarını, bir anlamda alay ettiklerini düşünürdü. Sonra ikibinli yıllar değişiklik yılları idi. O zamanlarda kendisi de bilmiyordu, aslında büyüyor muydu, yoksa dünya mı değişiyordu. Benim dediği dünya pek de öyle düşündüğü gibi yekpare değilmiş, gördü. O zamanlara denkgeldi Türkiye'deki doktorası.

Tahmin edilebileceği gibi en büyük zorluğu dili öğrenmekte çekti. Ama azimliydi. Sonuçta neden olduğunu bilmediği bir iç kıpırdanması onu geldiği bu memlekete bağlamıştı. İnsanlarının sıcaklığı demek çok kolayına gelecekti ve eğer öyle derse geldiği yere de takılıyordu aklı. Öğrendikçe eğlence gibi gelmeye başlamıştı bu dil ona. Korkutuğu kadar değildi aslında. Hatta kolaymış bile diyecekti de, utandı.

İlk başta şu de konusu ilgisini çekti. Bağlaç olan de ayrı yazılıyordu. Hiç sertleşmiyordu. Ya sözünden sonra gelirse de ayrı yazılıyordu. Bulunma durumu olan de ile bağlaç olan de eklerinin nasıl birbirlerine karıştırıldığına da inanamıyordu. Cümle daha okunurken bas bas bağırmıyor muydu, ayrı olan da bitişik yazılan da yerinde zıplıyordu sanki, eğer yanlış yazılmışlarsa.

Ya şu mi ekine ne demeliydi. O da ayrı yazılmıyor muydu aynı kardeşi de gibi. Bu mi öncekinden ayrı idi ama kendisine eklenenler ile bitişikti. Komik, ama alışınca gerçekten mantıklı geliyordu. Zaten bu mi ekine karışan da yoktu. Hep ayrıydı. İşte o kadar.

Bağlaç olan ki eki de hep ayrı idi. Sadece bazı kalıplaşmış örneklerde bitişik yazılabiliyordu. Onları da toparlamak çok kolaydı ki: belki, çünkü, halbuki, mademki, meğerki, oysaki, sanki. İşte bu kadardı ki, zor muydu ki. Değildi işte. Anlaşılıyordu.

Demiki bunlar ve bunlar gibi birkaç tane kafa karıştırıcı yazım kuralını yazdıkça ve okudukça çözmüştü. Çok okuyordu, Yazdıklarındaki olası hatalar için bizden yardım alıyordu. Ama itiraf etmek lazım, biz ona bu ekler hakkında pek de yardımcı olamıyorduk ki. Allahtan imla kılavuzları vardı. Dem, ya o kılavuzlarla çözüyordu dertlerini, ya da edebiyat bölümünde alıyordu soluğu.

Artık bizim dilimizi bizden daha iyi konuştuğunu ve yazdığını söylesek inanır mısınız bize bilmem ama gerçek bu. Bu dile olan hakimiyeti ile biz ve o ayrımını kıralı çok oldu Demiki. Kendi kafasındaki duvarları da kırdı, dumanlı sokakları da aştı Demiki.

En sonunda bulmuştı nerelisin, kimsin sorusuna cevabı, çok rahatça Türkçe olarak "Ne mutlu Türküm diyene" diyordu ve net olarak da anlıyordu bu cümle ne demek istiyordu.

Not1: Konu hakkındaki karamsar bir yazı şurada, Talat Halman'dan: http://www.milliyet.com.tr/2000/07/23/yasam/zhal.html
Not2: Kaynaklar ve öneriler; www.tdk.gov.tr


14 Ocak 2008 Pazartesi

Doğanın insanla imtihanı


Bakınız Atlas Dergisi Ocak 2008 sayısının çok sayfalı konularından önceki, tek sayfalık gündem yazıları:
  • Oyalı ile Zarife; Müjde, Klonumuz Oldu: Ülkemizde klonlanmış iki kuzu haberi
  • Kemaliye; Fırat'ın Canı çekildi: Kuraklıktan etkilenen Fırat ırmağının durumu, 2004, 2007 yılları arasındaki fark haberi
  • Küresel Isınma; Bali Yol Haritası: Küresel ısınma iklim değişikliği konferansına katılan 200 ülke
  • Ayı Olarak Yaşamak: Gelen şikayetler üzerine, koruma altındaki boz ayıların ava açılması haberi
  • Muş; Telliturna İçin Umut: Türkiye'nin son 11 telliturnası haberi
  • Küresel Isınma; Kaç Kaldı 2100'e? : Küresel ısınma'dan etkilenen kuş nesillerinin trajik hikayesi
  • Bitkinin Açlığı: Beslenme amacıyla böcek yakalayabilmek için özelleşen bitkiler
  • Allianoi Korunamadı, Neden?: Yortanlı baraj göletinin altında kalacağı kararının, kurulan üçüncü(ilk ikisi bu kararı almamıştı) akademik bilim komisyonu tarafından alınması haberi
  • Sepet Balı:  Beypazarı'nda çok meşakkatli bir süreçle üretilen bal haberi
İnsan diğer tüm canlılardan farklı. Şimdi burada anlatasım gelmeyen özellikleri(hasletleri değil) var. Bilinci var, değerleri var, hazları var. Var oğlu var.

Doğa ile imtihanında insan, önce bir ortak yaşam halinde idi sanırım. İhtiyaç ile harcamanın elele gittiği bir hayat sürdü. Sonra harcama çok hızlı gitti. İhtiyacından fazlasını üretip tüketmek yani. Şimdi de olan bu bence. Gereğinden fazla tüketim.

İnsanın iki yaklaşımı da uygulayabilme yetisinin olduğunu yaşayarak gördük. Yani doğa ile birlikte yaşamak, ve doğayı kullanmak. Komik olan şu ki burada bir savaş yok. Yani doğa algıladığımız anlamda birlikte yaşamak ve kullanılmak gibi algılamıyor olguyu. Bir didişme yok. Dolayısı ile karar verici olan, süreci yöneten sadece insan. Yani hem trajik hem de komik olan, insanın aslında doğa ile değil, kendi kendi ile imtihan halinde olması. Kendi sonunu getirmek ya da getirmemek için sadece kendisi ile çatışacak insan. Başka kimse ile değil. Kendi bilincini algılayacak, kendi hazlarını tartacak, kendi değerlerini sorgulayacak. Her bir insan bunu sınava girecek.

Devlet, egemen güçler ve benzeri farazi şeylerle ilgilenmiyorum, hepsinin yapıtaşı insan çünkü.


10 Ocak 2008 Perşembe

Tarafsız mavi klozet


Akşam geçtim karşısına klozetin, bakışıyoruz. Ben ona kara kara bakıyorum, o bana mavi mavi. Klozetimin maviliği içinde kayboluyorum. Düşüncelere dalıyorum.

Hatta komik belki ama daldığım düşünceler Hacıbaba baklavaları ile başlıyor. Bakın nerelere kadar gidecek.

seçmek -er
(-i)

1 .     Benzerleri arasında hoşa gideni seçip almak veya yararlanmak için ayırmak:
       "Ben bu kitabı seçtim."- .
2 .     Birine oy vererek bir göreve getirmek:
       "Biz sizi başkanlığa seçtik."- .
3 .     Üstün, iyi, uygun bularak yeğlemek:
       "Benim ne akla hizmet edip de Almanca muallimliğini seçtiğime şaşıp şaşıp kalıyordu."- H. Taner.
4 .     Ne olduğunu anlamak, fark etmek:
       "Sizler gezip tozmakta hür olduğunuz hâlde insan zekâsı ile bir adım ilerisini seçemiyorsunuz, sezemiyorsunuz."- R. H. Karay.
5 .     Farklı görmek, üstün görmek.
6 .     Tercihini bir yönde kullanmak.
7 .   (nsz)  Titiz davranmak, kolay kolay beğenmemek:
       "O yemek seçer, her şeyi yemez."- .


taraf
isim Arapça µaraf

1 .     Ön, arka, sağ, sol, üst, alt vb. yanların her biri:
       "Dört tarafı kesme billur kapaklı bir eski saat..."- R. H. Karay.
2 .     Yön, yan, doğrultu:
       "Deniz tarafındaki çayırdan bir sürü koyun geçiyor."- M. Ş. Esendal.
3 .     Yöre, yer:
       "Üsküdar tarafındaki evlerin camları kor gibi parlıyordu."- H. Taner.
4 .     İstekleri, düşünceleri karşıt olan iki kişiden veya iki topluluktan her biri:
       "Karşı tarafın adamları."- .
5 .     Bir kişinin soyundan gelenlerin hepsi:
       "Baba tarafı zengin."- .
6 .     Bir şeyin belli bölümü, kısmı:
       "Tiyatronun ön tarafı konuklara ayrıldı."- .

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

(birinden) tarafa olmak (veya çıkmak) taraf gözetmek taraf tutmak (veya çıkmak veya olmak)


karar
isim (kara:rı) Arapça ®ar¥r

1 .     Bir iş veya sorun hakkında düşünülerek verilen kesin yargı:
       "Kararımı biradere pek güçlükle kabul ettirdim."- R. N. Güntekin.
2 .    hukuk  Herhangi bir durum için tartışılarak verilen kesin yargı, hüküm:
       "Yargıç kararı."- .
3 .     Bu yargıyı bildiren belge:
       "Mahkeme kararını aldı."- .
4 .     Değişmeyen, düzenli durum, düzenlilik, yöntemlilik.
5 .     Değişmez olma:
       "Havanın hiç kararı yok."- .
6 .     Tam ölçüsünde, ne az ne çok:
       "Yemeğin tuzu karar."- .
7 .    müzik  Türk müziğinde, taksim yaparken ana makama dönüş.

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller

karara bağlamak karara kalmak karar almak karar altına almak
karara varmak (bir şeyde) karar bulmak kararında bırakmak
karar kılmak karar vermek


savunmak
(-i)

1 .     Herhangi bir saldırıya karşı koymak, saldırıya karşı korumak, müdafaa etmek.
2 .     Hareket veya düşünceyi söz ve yazı ile doğru, haklı göstermeye çalışmak.
3 .     Yapılan bir suçlamaya veya ithama karşı kendi haklı gösterecek sebepler ileri sürmek.
4 .     Bir kişiyi desteklemek, ona arka çıkmak.
5 .    spor  Futbolda bir takım kendi kalesini korumak için oyun süresince çaba göstermek.




Biz bazı fikirleri savunurken, başkalarını o konularda ikna edip aynı tarafa çekmeye çalışırken ne kadar taraflıyız, tarafsızız. Hadi başkalarına gerek yok, kendi başımızayken, aldığımız bazı kararları ne kadar inceleyerek alırız acaba. Yani ne kadar sağını solunu, altını üstünü tartarız. Yoksa tartmaz mıyız, sadece taraf olarak mı seçeriz.
Seçmek ne kadar tarafsızdır.
Kararlar hep seçim midir, seçmeden karar alınabilir mi.
Yani bir konunun olası her yönünü değilse de, yeterince karşıt yönlerini inceler miyiz genelde. Yoksa tadı hoş gelen bi yönün ucundan tutup üstümüze geçiriverir miyiz. Sonra da bak, bu mor, ne kadar yakıştı, sana da yakışır mı deriz. Bunun, kocakarı ilacını evde fabrikasyon üretmekten ne farkı vardır.

Ben uzun süredir seyrek yazar oldum, az yazmamın sebebi de biraz bu. Bir fikir var belki aklımda, ama diyorum ki bu kadarıyla ahkam kesersem kesin hata yaparım. Konuyu iyi kapsayamam. İnsanları yanlış yönlendirebilirim, yönlendirmesem bile yanlış yapmış olurum diyorum, yutuyorum. E madem dert bu, en iyisi derdi yazmak dedim. Böyle. Bu da fikir yazısının kendi kendini didikleme yazısı olsun.

Not: Mavi gözlü klozet mi, o sonra. Söz verdiğim bok püsür yazısında irdelenecek.
Not2: Tanımlar yine www.tdk.gov.tr'den.


Kıçımın mutluluk fabrikası


Bi vakit önce ben, televizyondaki reklamlara takmıştım. Sonra unutmuşuz bu konuyu. Aslında bin tane reklam var da çemkirilecek, şimdi aklımda biri var iyice sinirimi bozan. Hani siz de farketmişinizdir kafakola reklamı.
Bu reklamı izliyorum izliyorum, aklımda bir soru:
Yani Kaka Kolayı böcekler mi yapıyo anacım.

http://www.youtube.com/watch?v=ZXqLQzXHL_w


5 Ocak 2008 Cumartesi

Bayat soru


Beş, belki altı yıl kadar önce (yoksa daha mı eski idi yahu... iki bu ev, iki öbürü... dört eder. ikibiniki, iki burda, beş orda. ikibinbir... öyle birşey herhalde işte) aklıma bir soru gelmişti. O zaman bilebileceğini düşündüğüm arkadaşlara sordum, cevabını bulamadık. Sonra soruyu da kaybettim. Şimdi denkgeldi, soru yeniden geldi aklıma.

Belki bir şans, özel ilgi alanı olan vardır, seven, merak eden olur. Belki kafası benzer dönen vardır. Deneyelim tekrar sormayı, hatırladığımız kadar.

Rüyamda mı gördüm, izledim de unuttum, aklımda mı bunlar kaldı bilmem ama; gözümün önünde bir enstantene var, onu anlatacağım. Bu nedir diye soracağız. Herşey -sanırım- kodlu yanlız. Emin olmadan anlatıyorum.

Küçük, yaklaşık elli, altmış metrekarelik bir kare salon düşünün. Dumanaltı. Üç, belki dört duvarda balkon var. yani çepeçevre balkon. Salona, alta bakıyor balkon. Burası bir meyhane gibi. Loş değil ama iyi aydınlatılmamış. Sanki giriş de altta heybetli, perdeli bir giriş şeklinde. Bir köşede sanat müziği ekibi, yerlerinde. Salonda ve balkonlarda masalar var. Masalarda insanlar. Dinleyiciler. Hepsi takım elbiseli, kibar. Salona bakıyorlar. Paşa geliyor mu, zaten orada mı bilmem. Herkes sessizce izliyor. Paşa "unutma beni" gibi sözlerin geçtiği bir şarkı söylüyor. Bitiriyor. Herkesi eli ile selamlıyor ve "unutmayın beni, hep hatırlayın" gibi birşeyler söyleyip çıkıyor. Herkes alkış. İzleyenleri anlatmak isterim ama anlatamıyorum. Zeki Müren'i büyülenmiş gibi izlemek. Ama daha çok saygı.

Kafamdaki kayıt böyle birşey. Azı çoğu, varı yoğu, dahasını bilmem. Hatırlayamıyor, çıkaramıyorum. Gerçek mi, beynimin bir oyunu mu bilmem.

Şimdi arkadaşlar, bu nedir. Bir klip midir, bir film midir, nedir. Ama aslında asıl soru; bu şarkı hangisidir. Böyle bir şarkı var mıdır. Yalnız, Esmeray'ın söylediği "Unutma beni" değil kesinlikle. O cevap kabul edilmiyor.

Hadi buyrun. Bakalım buradan çıkacak mı. Yıllar önce İnternet de yoktu pek, umarım birşeyler bulabiliriz.

Not: Soru bu sefer nasıl denkgeldi sorusunun cevabı ise; 'Bir dizide karşıma "Gurbette ömrüm geçecek" türküsünün çıkması, onun sözlerini aramam, ilgili bilgilerden iyi söyleyenlerden birinin Zeki Müren olduğunu öğrenmem' şeklinde...


3 Ocak 2008 Perşembe

Organ ticareti


Ben galiba hayatım boyunca hiç beyin olamayacağım. Olabilmek için ciddi anlamda yürek olmak lazım, o da eksik sanırım. Etrafınızda vardır pazu ya da bilek arkadaşlarınız. Ben o kadar da gözü kara olamadım, olamayacağım hiç sanki. Bilek olabilmek için bile bir karar lazım, hareket lazım ki nerede beyin olmak.

Hadi yürek olamadık, gönül olabildik mi. O da meçhul, yok. Herşeye yok dediğimize göre bizim bakan göz'lükten gönül göz'lüğüne de terfimiz sümen altı kalmış, belli.

Biraz omuz olmuşluğumuz var ama o da ne kadar sürekli, bilemiyorum. Dengesiz, gidip geliyor. Yani o da üzerimize uyan bir şablon değil. Omuz oldun mu sırt da olabileceksin daha sonra. O da yok ya, ondan diyorum omuzluktan da ileri gidemeyeceğimizi.

E ya ne olacaksın, bu kadar şeyi olamıyorsan derseniz; benden çene ya da dil olur herhalde gördüğünüz üzere. O da maşallah pabuç.