26 Temmuz 2009 Pazar

Vay anam vay, Neler olmuş: Alaçatı

Başlığı Alaçatı diye açtığıma bakmayın, İzmir'siz Alaçatı olmuyor, biliyorsunuz.
Efendim yakın ve eski bir arkadaşımız Alaçatı'da Antik Motel isminde bir butik otelin işletmeciliğini yapmaya başladı ve biz kendisini anca sezonun ortasının sağı gelmiş iken ziyaret edebilecek boşluk bulabildik. Bu yazımız da o haftasonu kaçamağını anlatıyor. Bir anlamsız haftasonu üç arkadaş kahvaltı sonrası göbek kaşıma sürecinde iken kararlaştırdık bu planı. Bu haftasonuna anlam katamadık, bari gelecek olanı harcamayalım, cebimizde olan ve hatta daha hiç cebimize girmemiş paracıkları harcayalım, alem alem görsün dedik. Ama tabi o kadar da çok paramız olmadığı için kısa süre kalmış seyahatlerde o yüksek fiyatlı uçak biletlerinden almaya gözümüz kesmedi, otobüs ile gittik. Otobüs seyahatimiz (Ankara-İzmir) ile ilgili görsel malzeme Gökhan'ın bu ve şu yazılarında mevcut efendim, oraya buyrun.

Ha ne diyordum, evet. Otobüs ile gittik ve fakat bunu becerebilmek için işyerinden yine bir cuma öğleden sonrasını çaldık. Görsellerde de görüleceği gibi yolun ortasında sucukları hüplettikten sonra gece vakti İzmir otobüs terminaline vardık. Gökhan kendi yazılarından birindeki bi yorumda "bi bekleyenimiz vardı" demiş, havaya gizem katmış ama bizim bekleyenimizin adının Gizem olmadığı gibi cinsiyeti de zaten sap idi. Yani bekleyen transfer söförümüz idi efendim. Bizi heyecanlı bir yolculuk ile (ki biz o dönüş vaktine kadar heyecanı sadece o sanmıştık, yanılmışız) sanırım bir saatin biraz altında bir vakitte Çeşme otoyoldan Alaçatı'ya ulaştırdı. Varışımız geceyarısını geçti ya, biz uyuyacağız sanıyoruz. Ama yok, bi girdik beldeye, kurduğumuz hayret cümlesi tabii ki "vay anam vay neler olmuş serhat" şeklinde idi, yine kafalar karışmasın, aramızda Serhat diye biri de yoktu, o sadece bir klişe idi. Haretimizin sebebi ipini koparanın sokakta olması idi. Nazan ablamız(Alaçatı konsolosumuz) elimizden tuttu, bizi ortama soktu.
Amma mirim o sokmasına soktu da biz giremedik. Özellikle Gökhan ile ben. Değil mi paşam.
Bak sayın okuyucu nasıl anlatayım bilemiyorum geceyarısını hayli geçmiş saatlerde insan Alaçatı sokaklarında şu ana kadar sadece televizyonda televole, telebülü cart curt'larda gördüğü hayatın içine girince afallıyor. Ben bariz Nazan ablanın arkasına saklandım, küçüldüm küçüldüm, yittim. Okuyanlar farketmiştir, aynı geçen yazıların birinde Amasra'da soğuk deniz nedeniyle küçük çağlar'ın başına gelenler kompil çağlar'ın tamamının başına geldi.
Nasıl anlatsam bilemiyorum ki, tüm İstanbul ve İzmir sosyetesini dürmüş bükmüşler, oracığa doldurmuşlar sandım. Bi kere kısa pantollu erkek yoktu(dikkat ederseniz kendimi erkekten saymıyorum artık) Uzun pantollular da genelde açık renk keten tercih etmişlerdi. Kadınlar ise -o kadar pantolondan, kendilerine kumaş kalmadığı için sanırım- alabildiğine kısa idiler. Yok, yanlış anlaşılmasın, kadınlar üstlerine çıktıkları topuklar sayesinde uzundular da, üzerlerindeki konfeksiyon hammadde krizi yaşadığımızın kanıtı idi. Daha komiği aynı tür taşlı aztek/maya/kızılderili ayakkabılarından birbirini tanımayan kadınlarda arka arkaya görmek falan oluyordu. Aynı sokakta üç dakika içinde aynı ayakkabıdan beş tane görülür mü yahu, modayı konsantre almamak lazım şekerim.

Ya çok da uzatmamak lazım biz yine kendi havamıza baktık. Deniz, yemek, az biraz volta falan. İki gece konakladık, gönülleri hoşladık, pazar öğlen dönüş yoluna başladık. Önce ilk parkur tekrar ve tersten Alaçatı-İzmir oldu. Ama bu sefer başka bir özel araçla.

Hadi bakalım matematiği kuvvetli okura soru: Bir adet dizel Hyundai Accent ile bir saat süren dört kişilik İzmir-Alaçatı yolculuğu, yine dört kişinin bulunduğu bir adet Audi A6 Quattro 3.2 Benzinli ile Alaçatı-İzmir şeklinde ne kadar sürer? Düşünen düşünsün, ben alt paragrafta cevabı yazıyorum efendim:

Yarım saat. Evet sadece o kadar. Sağlıksız mı diyorsunuz, evet öyle. Ama adrenalin de bir o kadar sağlık sorunlarını unutturucu rayihadır derim ben de cevap olarak. Neyse, bu bahsi de geçelim.

İzmir'e erken varmamızdaki niyet arkadaş aile büyüklerini ziyaret ve Kordon'da balığı rakı ile ezmek idi. Yaptık mı, hepsini yaptık. Ama okuyanın pipisi düşer, anlatmayacağım. Çok ve iyi yedik diyebilirim sadece.

Döndük, geldik.

"Sırf haftasonu için Alaçatı'ya mı gittin a şuursuz" demeyin, yaptım, yine yaparım. Size de öneririm, ben ilk kez böyle butik otel konaklaması yaşadım ama pek keyif aldım. Zira işletenlerin iş disiplinlerine kefilim.

11 yorum:

.. dedi ki...

imrendim.
hala tatil psikolojisi yaşamamış, hatta bu sene pek de yaşayacakmış gibi görünmeyen şahsım, hafta sonu kaçamağı şeklinde de olsa, alaçatı ve tatil geceleri konseptli bu kısa tatile pek imrendi sayın yazar.
ve fakat 1 saatlik yolu yarım saatte almak asla tasvip edilemez, etmeyeceğim 8)

Adsız dedi ki...

hahhaa..
o otobanda pek risk olmaz..
hava alanı gibi gidiyordu zaten..

alaçatıda sıkışık yürümekten hafta sonları..
kadınların saçlarına taktıkları çıt çıt denilen uzatmalar yerlere düşüyormuş..
sabahları yerden postiş topluyormuş çöpçüler..
=)

hafta arasında tadına doyulmuyor lakin..

atalet..

imbir dedi ki...

e bize yakın orası ben de kardeşi kapsam gitsem nassa haftaiçlerim de boş.bu sene ben de leyleği havada görenlerdenim sanırım.bu sene yaptığım yolu hesap edemedim.
aslında sonbaharda gitsek sakinleşince,o kadınlar arasında mutasyona uğramasak biz de :D hadi beni geçtim de kardeşime yazık :D o nedir öyle yahu..her mevsim açık mı o otel?

Çağlar dedi ki...

* Bacım:
Bence siz de bir şekilde tatil yaparsınız. Lakin hatırlatmalıyım ki bunlar sadece haftasonu kaçamakları, sizin de dediğiniz gibi. Tatilin anasını yazarım önümüzdeki haftalarda, haset istemem ;)

* Atalet: Haftaiçi... Malesef onu bu sene tadamayacağıma eminim. Postiş dersen, bana takılan hiç olmadı :)

* İmbir: Alaçatı pek pahalı yalnız, onu yazıda söylemedim, burada belirtmiş olayım. Amanın dedik biz. Ve fakat tabii ki her yerde olduğu gibi kesemize göre yemek yiyecek yer de bulduk, yok değil. Otelimiz her mevsim açık mı? Sanmam, Alaçatı mevsim sahibi bir belde, kapanacaktır kuvvetle muhtemel. (Şahsi yorum)

hbasak dedi ki...

aa ben yokken çağlar gezip yazmış.....Üstelik doğru mevsimde doğru yere gidiyor....Ben yılbaşı ile birleşen bir bayram tatili geçirmeye gitmiştim Alaçatı'ya. Kaldığımız butik otelde yaşı küçük olan herkes kendinden büyüklerin elini falan öptüydü bayram sabahı. Sosyete mekanı olduğunu duymuş olsam da "hiç de değil, sessiz sakin şirin bir sahil kasabası" izlenimi ile döndüydüm. Bir de doğru mevsimde gidip Televolevari hayatları arada beyazcam olmadan izlemek lazım...

alpernatif dedi ki...

kıskandım demiyeyim
2 gün sonra da ben gidiyorum
ama kıskandım
çünkü ben kaynana yanına gidiyorum :(

Çağlar dedi ki...

* Başak:
"Yok, lazım değil" diyecem mekana ayıp olacak, ama evet herkesin kendi değerlendirmesini hakeden biryer diyelim, tatlıya bağlansın.

* Alper:
Abi, senin de işin zor be. Hem doğa yakacak hem kaynana. :)

Şarküteri dedi ki...

İzmir' de bulunduğum süre zarfında arasıra giderdim kendilerine. Ama çok fazla kalabalığın içine hiç düşmedim. En son, iki sene oldu evet. Belki de zamanında gitmedim. Bayanların aynı sandaletleri giydiğini tespit etmek için bayağı bir "ayağa bakmak" gerekiyor sanki. Dost başa, düşman nereye bakarmış?

Bu arada sizleri İzmir Otagarında karşılayan kişi hakkında hakkaten hayal kırıklığına uğradım. Gökhan üstü kapalı birşeyler hissettirmişti hakkaten :))

Çağlar dedi ki...

* Yec:
Şimdi Yec'cim, benim halim tarzım bellidir bir süredir buralarda anlattığımız üzere. Dostu düşmanı bilmem ama ben bakarım efendim. Baştan ayağa bakarım. Hatun kişiler de sağolsunlar bakılmaya değer varlıklar. Baktım, yine bakarım :)

verocka dedi ki...

otelleride butik biçimine getirdiler ya ben ona yanarım
eskiden butiklerde etek metek satarlardı.

bide zamanın manufaturacıları vardı. ama bunun konuyla alakası yok.olsun yorayım dedim

Çağlar dedi ki...

* Veroçka:
Ama tatlım, butik dediğin temalı demek değil mi. Biz eskiden butik dediklerimize yanlış konuşuyormuşuz sanki. Ne dersin.