26 Temmuz 2009 Pazar

Vay anam vay, Neler olmuş: Köy (Gödene)

Bir haftasonu(bu haftasonu Amasra haftasonundan sonra biraz sonra yazacağım Alaçatı haftasonundan önce olan haftasonu idi. Şimdi sorma bana ne zaman diye, bilmiyorum) da bindim benim arabaya vurdum kendimi yola. Bunu yapmak için tabii işten bir cuma gününün öğleden sonrasını çaldım. 1500 gibi yola çıkmıştım. Amacım da zaten gece olmadan köye ulaşmak, gün yüzü ile o son yarım saatlik köy yolunu geçmek idi, başardım. 2000 civarında hedefte idim. Yol süresince yine Opet(aha reklama girdi) şartlanması yaşadım. Bu nedir diyenler için çiş diyebilirim. Sanırım üç kere boşalttım, bi o kadar da içtim su, meyve suyu, gazoz vesaire. Çerez de yedim ki, pek zengin idi manita koltuğu menüsü. Yol belli; Ankara, Kulu makas, Konya, Seydişehir, Akseki yol ayrımı, köy. Dört buçuk saat sehirlerarası asfalt, kalan yarımı da il özel idaresi midir ne haltsa, ona müteşekkir olduğumuz köy yolu. Yolun tamamında herhangi bir orjinal durum yok idi. Kesinlikle ama kesinlikle nereye sotelendiğini kestiremediğim ve zaten sobelenmediğim bir trafik çevirmesi vardı geçtiğim, o kadar.

Köyde ne oldu derseniz o da sıradışı değil idi. Tadilat vardı, ona baktık, yardım ettik. O vesileyle cumartesi günü ilçe merkezine indik mesela. Akseki pazarı vardı mesela. Pazarda gördüğüm her çeşit ottan aldırdım çocuk gibi, babama mesela. Daha içmek de nasip olmadı mesela. Ne aldırdın derseniz dört çeşit adaçayı, üç çeşit kekik, ıhlamur, yavşan otu. Menü bu şekilde. Ama sıradışı değildi dediğime bakmayın, görsel not aldığım birşey var, o da köydeki tek göz malikanemizin bir duvarındaki gömme dolabın kapak kilitlerinin menteşelerinde pul olarak 1950 basım, ortası delik para kullanılması idi. Ha bak unutuyordum, bu dolabın bir de özelliği var, son kapağının ardında dolap yok, banyo var. Duş şeklinde. Pek kibar, pek eğlenceli.

Pazar günü de gün içinde döndüm kürkçü dükkanına. He yolda son bir saatte -ki o da makastan sonra bu yana sallanırken oluyor- bi acayip yağdı bol yağmur ile birlikte. İyice eğlenceli oldu yol. Millet pısmışken aynen devam etmek keyifli idi. Özetle, yine vakitlice girdim şehre.

Bu arada, leylek miydi bilmiyorum, gördüm gibi havada, devamı sonraki yazıda.

7 yorum:

Sevgi Gibi dedi ki...

Ben de gitcem ki Konya'ya :)
Ne zaman diye sorma, yazını okuyunca karar verdim, gerisi de gelir elbet ;)
Manita koltuğu epey bir işlevselmiş yalnız ;)

alpernatif dedi ki...

Tüh rezil
manita koltuğunu çerezle mi doldurdun ?

ben sana böyle mi öğrettim ?

(öğrettim mi ?)

.. dedi ki...

çerezlerin altında manita da olsaydı daha keyifli olurdu belki ama...hadi neyse, anlaşılan daha yolculuk çok bu sene. 8)

Şarküteri dedi ki...

Devamı hiç gelmeyecek bir yazılardan mı yoksa bu? Kıh kıh, hep sen bana yapacak değilsin ya...

Herşey sıradışıymış bu öyküde yahu. Manita bile yok, o kadar yani. İnsan bir arabayı çarpar, yolda otostopçu alır, beraber banka soymaya falan gider... ne bileyim işte :))

Çağlar dedi ki...

* Vav:
Ya aslında ben askere gitmeden önce bi kere aile ile Konya'ya, merkeze gitmiş idim. Mevlana falan. Yapmak lazım.

* Alper:
Alper dı yağuşuklu; bana hiiç de birşey öğretmediniz desem, hakkınızı yemiş olurum ama aha sonuç budur, el elde baş başta. Zatan her erkek kendi yolunu çizer, her kadının da çizdiği gibi. Sadece problem şudur ki, olasılık teorisi gereği üstüste oturan yol bulmak ihtimali pek nadirdir.

* Bacım:
Bir önceki yazıda Yec beyimizin de dediği gibi soloda daha sağlıklı oluyor sanırım ve evet yeni yazı gelecek yeni yolculuklarla. Mesela mavisinden bi yolculuk var bu sene.

* Yec:
Bunu bana yapamazsın, biliyorsun ki bende kimsenin yazısı kalmaz, yazılır :)

verocka dedi ki...

bence mesalalar çok fazla.
edebi yönden bakayım dedim olaya da .P

bide bence o köyün adında değişmeli malum fırsat bu fırsat

Çağlar dedi ki...

* Veroçka:
Edebi sanat olarak yapılmış ki o meselalar. Özellikle yani. Çokça keşke olmasından daha iyi de değil mi hatta bol mesela olması.