4 Ekim 2006 Çarşamba

Serdar Turgut



Hürriyet'in arşiv sayfası çalışmıyor şu anda, gerçi çalışsa da herhalde 30 Ocak 1998 arşivde yoktur zaten. Dolayısı ile hiç üşenmeyip oturup yazmak en iyisi.
Önyargılıyımdır demiştim, hayatın parçalarının birbirlerine çok ince tellerle bağlandığına inanıyorum galiba. O bağların oluşturduğu ağın tamamını da algılayamadığımdan, -anca görebildiğim kadarını/ilk hissimi- sabit tutarım genelde. Butterfly'ın bir yazısında Serdar Turgut adının geçtiğini görünce aklıma geldi aşağıdaki yazı. Kesip dosyalamıştım. Bu makale benim tellerimin bağlandığı makaledir adam hakkında. Takip etmiyorum, okumuyorum artık ama kendisi hakkında fikrim değişmez sanıyorum. Buyrun:

Ek: Hürriyet'in günahını almışız. Kaynağından okumak isteyenler için;
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1998/01/30/26606.asp


Pandora Dolaşıyor*

Aslında yaşam son derece trajik.
Birey olarak insanın mücadelesi de mümkün olduğunca trajediyi kendisinden uzak tutmaya yöneliktir.
Birçok kez bunu başaramasak da, gündelik yaşamın trajedisi gelip bizi vursa da yine de insanoğlu trajediyi kendisinden uzak tutma mücadelesini çoğunlukla kazanır.
Bu yolda elindeki en önemli güç de beynidir.
İnsan beyni bence çeşitli kutulardan oluşuyor. Biz bu kutuların hangisini açacağımız kararını son derece bencil olarak veriyoruz.
Beynimizdeki bazı kutuları hayatımız boyunca kapalı tutuyoruz.
Belki, sadece ölmemize saniyeler kala, 'hayatı film gibi gözlerinin önünden geçti' denen o an, kapalı kutuların tek tek açıldığı andır, kimbilir.
O kapalı kutularda unutmak istediğimiz, aklımıza katiyen getirmemeye çalıştığımız trajedileri,  dramları, kötülükleri, acıları tutarız.
Bazı kutuları ise onlar kapanmaya gayret etse de, kapatmayız.
Yaşayabilmemiz, kendimizce dik kalabilmemiz için gereklidir o kutuların içindekiler.
Oralarda coşkularımız vardır. Suni keyif yaratma gücümüz oradadır.
Hayatın gerçeklerinden kaçış mekanizmaları da açık olan, olması gereken kutulardadır.
İnsanın ruh sağlığını dengede tutan, ikinci gruptaki açık kutuların sayısının birinci gruptakilerden fazla olmasıdır.
Bu yüzden de her insan potansiyel bir ruh hastasıdır. Dengeler bir anda öylesine değişir ve dipsiz bir kuyuya düşebilirsiniz ki, şaşarsınız.
Çünkü çoğu insan için birinci grup ile ikinci grup kutular arasındaki sayı farkı çoktan teke düşmüştür bile.

***

Kafka'nın dediği gibi, insanın temelde 'Yıkılması imkansız bir nüvesi' vardır.
Her insana göre değişir bu nüve.
Beynindeki kutuların hangisinin açık, hangisinin kapalı olduğunu da bu nüve belirler.
Ve yine Kafka, insanın bu sonuçta yıkılması imkansız nüvesi nedeniyle her insanda bir 'suçluluk kompleksi' olduğunu da söyler.
Haklı Kafka. Özellikle yıkılmamak için hayat gerçeklerini geri planlara iterek yaşayan beyinlerde suçluluk duygusu fazladır.

***

Aslında benim mizah yazarı olmam ve bunu hala sürdürebilmem bir mucize gibi geliyor bana.
Çünkü benim beynimdeki kutuların sayısı çok fazla, bunu biliyorum.
Trajedileri, dramları koyup gömdüğüm kutuların sayısı da hayli çok.
Üstelik onlar rahat da durmuyorlar.
Kutuları içinde vampir varmışcasına kilitlediğim, üzerine çiviler çaktığım halde içeridekiler çıkmak için sürekli çırpınıp duruyor.
Ben onları bastırmak, sayısal üstünlüklerini azaltmak için beynimde sürekli yeni 'trajediyi unutturucu' kutular açıyorum.
Yıkılmamak için mecburum buna.
Kendim de dahil her şeyle alay etmek de bu yeni kutulara pek uyuyor.
Trajediyi itip, yaşamı mümkün olduğunca güzel kılarak yaşayıp gidiyorum.
Zaman zaman size çaktırmasam da birinci gruptaki kutuların sayısı birden üstünlük kazanıyor. Mücadele ederek onları azaltmayı hala başarıyorum.

***

Ama iki gündür bu direcimi ciddi bir şekilde kaybettim.
Çok ciddi bir psikolojik darbe yediğimin bilincindeyim. Bunu fark edebildiğim için ruhsal dengemin henüz o geri dönüşü zor olan sınırı aşmadığını biliyorum.
Ama zor toparlamaktayım kendimi.
Bu yazıyı da bunun için yazmak zorundayım.
Dün Ertuğrul Özkök'ün yazısından sonra vazgeçer gibi oldum ama yapamadım, çünkü eğeer yazarsam bunun kafamda sonuna kadar açılmış olan kutuların bazılarını tekrar kapamama yardımcı olacağına inanıyorum.

***

Geçici olarak belki kendimi toparlayacağım ama televizyondaki o görüntüleri unutabilmem mümkün değil.
Gazi astsubayımız psikolog hemşireye 'Elimi tut' diyor.
Ama iki eli de dirsekten kopmuş. Bunu bilmiyor çünkü gözleri de kör olmuş mayın patlayınca.
Gencecik hemşire hanım dirseğinden tutuyor onu.
Komutanı "Evladım ne istersin" diye sorunca "gözlerimi" diyor.
Başka bir odadayız. Duvarda futbolcuların resimleri var. Fenerbahçe posteri asılı.
Kamera yana kayıyor. Ve yataktaki gencecik adamın iki bacağı da yok.

***

Orada daha çok böyle görüntü var.
Üç yıl kadar önce bu gençlere sahip çıkılmasını isteyen bir dizi yazı yazmıştım.
O günden bu yana onları ziyarete gideyim diyorum. Ama korkuyorum. Beynimdeki kutuları o ziyaretten sonra ya hiç kapayamazsam diye panikliyorum.
Onları tabii ki hiç unutmuyorum, ama yaşamımı kendi dengelerim içinde sürdürebileceğim darbeyi yemekten de böylece kaçıyorum.
Evet, itifar ediyorum bu temelde korkak bir denge ama durum böyle.
Şimdi yine yeni bir hafta başlayacak. Pazar günü sizi yine gülümsetmeye çalışacağım.
Yazının okunma süresi iki dakikaysa size iki dakikalık kaçışlar yaratmak için didinip duracağım.
Ama haydi gelin hep birlikte birşeyler yapalım. Bu gazi gençleri, denildiği gibi "Gerçek kahramanları" hiç unutmayalım ve unutturmayalım.

* Serdar Turgut, Renkler, 30 Ocak 1998, Hürriyet


4 yorum:

Çağlar dedi ki...

caglarbilir 5/10/2006
mümkünse

mümkünse şahsileşmesin yazılar ve yorumlar. ayrıca yazıların ahenginin bozulmamasını rica edeceğim. Bu yazının altına böyle bir yorumu sevemedim, üzgünüm. Sildim.

Kesip senelerdir sakladığım önemli olduğunu düşündüğüm bir yazıdır. Anlatmak istedikleri de okunabilir, bu yazıyla benim adam hakkındaki fikirlerim de okunabilir. Bu okuyucunun insiyatifinde.

Saygılar.

Çağlar dedi ki...

Zü-Leyla 5/10/2006
***

Aslında bunu okuyunca uzunca bir yorum yapmaya hazırlmıştım kendimi..Çünkü bahsedilen görüntüleri hatırlamış hatta ardından yaşadığım benzer bir durum canlanmıştı gözümde..
Ama:
İnsanoğlu trajediyi kendisinden uzak tutma mücadelesini kazanır mı kazanmaz mı?
Hayatın gerçeklerinden kaçış mekanizmalarının belirli bir açıklık ayarı var mıdır?
"İnsanın ruh sağlığını dengede tutan, ikinci gruptaki açık kutuların sayısının birinci gruptakilerden fazla olmasıdır."
Peki bu fazlalık da başlı başına bir dengesizlik unsuru meydana getirmez mi?
Gerçekleri geri planlara iterek yaşayan beyinlerde suçluluk duygusu fazlaysa hayatın gerçeği nedir? Standart mıdır? Kişisel değişkenliği yok mudur?

Takıldım ben bunlara..Allak bullak oldum..

Yazıyı paylaştığın için teşekkürler Çağlar.

Çağlar dedi ki...

ipeksol 5/10/2006
..

..
kendin söylemişsin..benim dükkan ağlama duvarı..ve herzaman o duvarın yanında biri omzunuza dokunup "ağlama " der..

...

gönlünce kal

Çağlar dedi ki...

eryol 8/10/2006
kutularım (itiraflar gibi oldu)

yazıyı okuduğumdan beri düşünüyorum. Çok doğru, yerinde tespit aslında, hepimizin kutuları var. Bir haftadır kendi kutularımdan uzak durmak için farketmeden nelerden kaçtığımı gözlemledim. Beni rahatsız edenleri de oldu, iyiki kaçıyorum dediklerimde. Örneğin, yaşamış olduğum aile büyüklerimizin acı kayıplarının beni çok etkilemiş olmasındandır ki, cenazesi olana başsağlığı bile dileyemiyorum. Üzülüyorum, elimden birşey gelir mi yakınımın üzüntüsünü azaltmak için diye düşünüyorum, cenazesine, namazına gidiyorum, duamı ediyorum, birşeyler yapmaya çalışıyorum, ama asla ev ziyareti, telefon edip başsağlığı dilemek vs işleri yapamıyorum. Öküzlüktür aslında yaptığım, en azından aramak lazım gelir, biliyorum, ama amcamı kaybedince kuzenimi arayamıyorum, öküzlük-hayırsızlık tanımlarını üstlenmeyi kabul ediyorum.

Bir diğer örnek, haksızlığa uğrayanları, ayrılıkları, yalan dolan çevirerek insanları ayıranları, iftira atanları gösteren filmlerde gösterdiğim tepkidir. Örneğin, bugün tv de Fırtına diye bir dizi izlerken, aslında birbirini seven iki gencin, yanlış anlaşılmalarla birbirlerine düşmeleri sonradan da inanılmaz kavga etmelerini gösteriyordu. Sıkıntılanıyorum, daralıyorum, izlemek istemiyorum. Küçükken yapmadığım halde, başkaları benim yaptığımı söylediği için suçlandığımı hatırlıyorum, inanılmaz sıkıntıyı, göğüs daralmasını hatırlıyorum iftiraya uğrayan ve haklı olduğunu açıklamak için çırpınanları oynayan dizileri, filmleri görünce.

Çıkarımım, kendimizle savaşıp, bazı kutuları açmamız gerektiği yönünde. Ancak, bazı kutuları açmanın, açık tutmanın kimseye bir yararı olmayacak ise kapalı kalması gerektiğini de düşünüyorum. Bütün kutuları açık birisinin olamayacağını da, bunu iddia eden birisi olursa aslında en büyük kutuyu kendinden bile saklayarak kapalı tuttuğunu da düşünüyorum. Düşünmekle, bu konuyu deşmekle, aslında bunların da farkında olduğumu ama gözardı ettiğimi, yani kutuları açmamak için başka bir kutuyu doldurup kapattığımı da görüyorum.